
Susmak-Susturulmak
Geçtiğimiz Pazar günü yayımlanan “Sever-Sevmez” yazımla ilgili, özel e-mail’ime, çok özel mesajlar geldi. Küfredenler de vardı, alkış tutanlar da... Eksik bulanlar da oldu...Beğenene de beğenmeyene de, hatta küfredenlere de kucak dolusu
Geçtiğimiz Pazar günü yayımlanan “Sever-Sevmez” yazımla ilgili, özel e-mail’ime, çok özel mesajlar geldi. Küfredenler de vardı, alkış tutanlar da... Eksik bulanlar da oldu...Beğenene de beğenmeyene de, hatta küfredenlere de kucak dolusu sevgiler benden......
Gelelim işin özüne.
“Kıbrıslı’nın başına ne geldiyse suskunluğundan geldi” dersem ‘bazıları’ yine kızacak. Ama o ‘bazıları’ kızsa da ‘doğrular’ konusunda susmanın bizi daha da beterine götüreceğini bilmemiz gerek.
Bir ekleme yapalım buraya. Dikkatli olanlarınız farketmiştir, yukarıda “Kıbrıslı Türk’ün başına ne geldiyse...” demedim. “Kıbrıslı’nın başına ne geldiyse....” dedim. Sözcükleri bilerek ve özellikle seçmiş olarak. Çünkü ‘susmak’ ada insanının özel bir sorunu oldu hep. Sadece Türk’ün değil. Rum’un da.
‘Susmuş’ sözcüğünü biraz değiştirelim hatta. ‘Susturulmuş’ diyelim. Daha doğru olur böylesi.
Kıbrıslı Rum, 1955’lerden itibaren tehditle, şantajla, silahla susturulmadı mı ?
Kıbrıslı Türk, 58’lerden itibaren tehditle, şantajla, silahla susturulmadı mı ?
Rum’da da Türk’ten de ‘gerçekler’ hep saklanmadı mı ?
***
Aradan yıllar geçtikten sonra neler neler okuyoruz bir zamanlar yaşadıklarımızla ilgili. Çoğu Kıbrıslı Rum kaynaklı. Az da olsa Kıbrıslı Türklerin de anlattıkları var. Bazılarını kulaktan dolma bilgilerle biliyorduk. Bazılarından ise hiç haberimiz yoktu.
Zamanında konuşamadı, anlatamadı hiç kimse. Sustu, kaldı. Bilenler ve yaşayanlar susunca, halk da sustu, oturdu, başına gelenlere razı oldu.
Kıbrıslı Rum da anlatmalı, Kıbrıslı Türk de. Susmaması gerekenler sustukça, çocuklarımız da, torunlarımız da ‘Resmi Tarih’le (!!!) büyümedi mi ? Egemenlerin yazdırdıkları ‘Resmi Tarih’le. Çoğunlukla da yanlış bilgiler, doldurmalarla dolu ‘Resmi Tarih’le.
***
Tremeşeli, TMT’mizin en önemli adamlarından biriydi bir zamanlar. ‘Dava’ya kellesini koymuş, kendisi için çizilen yolda ölmeye de öldürmeye hazır birisiydi. Görevini en sadık çekilde yaptı uzun yıllar.
Sonra.... Hayal kırıklıkları yaşadı besbelli. Ve cesaretle bilinmeyenleri anlatmaya başladı. Kimileri şaşırdı, kimileri inanmak istemedi. Kimileri çok kızdı kimileri alkışladı onu.
Ve sonunda, o da göçtü bu dünyadan. Ama o, en azından iki anı kitabı bıraktı ardında. Birisi yayımlanmış. Diğeri de yayımlanmak üzere... Çoğu yoldaşı gibi susup oturmadı. Bildiklerini anlattı, yaşadıklarını anlattı halkına. Susmadı, susturalamadı.
Bunca yıldır, bu kadar çile çekmiş bir halkın hakkı değil mi gerçekleri bilmek, bilmediklerini öğrenmek ?
Yıllarca, gücü elinde tutanların görevi değil mi, kaderlerini çizdikleri, çok sevdiklerini, uğruna her şeyi yaptıklarını söyledikleri halklarına gerçekleri ve yalnız gerçekleri anlatmak ?
Susmak , ve sadece kapalı kapılar arkasında konuşmak, bu vatana ve halka yapılabilecek en büyük ihanet değil mi ?

















