
Sisyphos muyuz, neyiz?
Tufan Erhürman: Tarihin lanetli bir anında, bizden birileri ağır bir suç işlemiş, belli! Yoksa tanrılar durup dururken mahkum ederler miydi bizi Sisyphos gibi? Çelimsiz vücutlarınızla, bu kocaman kayayı, ite kaka şu dağın tepesine kadar çıkaracaksınız.
Tufan Erhürman
Tarihin lanetli bir anında, bizden birileri ağır bir suç işlemiş, belli! Yoksa tanrılar durup dururken mahkum ederler miydi bizi Sisyphos gibi? Çelimsiz vücutlarınızla, bu kocaman kayayı, ite kaka şu dağın tepesine kadar çıkaracaksınız. Tam tepeye vardığınızı sandığınız ve nihayet cezamız bitti dediğiniz anda, o kaya gerisin geri yuvarlanacak aşağıya. Sonra siz de kayayı takiben ineceksiniz dağdan, yeniden toparlayacaksınız gücünüzü ve bir kez daha çıkaracaksınız onu tepeye. İşin trajik yanı şu ki bu cezanın hiç bitmeyeceğini bileceksiniz. Yine de, insansınız ya, bilmek umudunuzu yok etmeyecek. Tepeye ramak kala, bu kez olacak diye umacaksınız her defasında. Ama olmayacak. Ve yeniden başlayacak kan ter içindeki o çaba.
Camus, taşın aşağıya yuvarlandığı andaki hâliyle ilgilenir Sisyphos’un. Taş tepeden aşağıya yuvarlanmaya başlar. “Sisyphos o zaman taşın birkaç saniyede bu aşağı dünyaya doğru inişine bakar, yeniden tepelere doğru çıkarmak gerekecektir onu. Gene ovaya iner.
Sisyphos bu dönüş, bu duruş sırasında ilgilendirir beni” der yazar.[1]
Elbette o an da ilginçtir ama bu hikâyede beni ilgilendiren başka bir şeydir. Sonuca ulaşamayacağını bildiği hâlde, bir sebeple her defasında aynı denemeyi yapmak zorunda kalan insanın süreç içerisinde geçireceği kaçınılmaz değişimdir benim takıldığım nokta. Mitolojide belki öyle gibidir de, kayayı ikinci kez tepeye doğru itmeye başlayan Sisyphos ile ilk kez itmeye başlayan aslında tamamen aynı kişi midir? İlk denemenin verdiği yorgunluk, bedende, beyinde ve ruhta yarattığı tahribat, çekilen acı hiç mi değiştirmez insanı? Yalnızca sonuca ulaşmak mıdır bir şeyleri değiştiren, yoksa süreci yaşamış olmak, farkına varılmasa da, aslında başlı başına bir değişim midir? Ve acaba ondan mıdır ki Beckett, “hep denedin, hep yenildin. Yine dene, yine yenil. Daha iyi yenil” çağrısı yapar tuhaf bir ısrarla?
Beckett’in çağrısında da aynen Sisyphos söyleninde olduğu gibi sonuca dair bilgi nettir. Deneyen yenilmiştir. Dahası, yine denediğinde, yine yenileceği de bellidir. Ama Beckett’in çağrısında benim soruma bir yanıt var gibidir. Bir öncekinin tıpatıp aynısı olan bir yenilgiyi tatma çağrısı değildir Beckett’in yaptığı. Daha iyi yenilme çağrısıdır. Bu da, yazarın, süreç içerisinde edinilen deneyimden yararlanmayı öğütlediğini gösterir bence. Evet, sonuca ulaşma! Evet, galip gelme! Evet, yenil. Ama sakın ha, eski yenilgilerine benzemesin bu defaki. Daha iyi yenil bu denemede. Her defasında bir öncekinden daha iyi bir yenilgi olsun tattığın.
Belki de sorun, bize hep sonuç odaklı bir yaşamın öğretilmiş olmasıdır. Başarı, koyduğunuz hedeflere ulaşmaktır. Hedefe ulaşamadığınız takdirde elde kalan sıfırdır. Öğretilen budur. Oysa süreç odaklı olan bir yaşam tarzı da vardır bence. Başarı, süreci, acısıyla, tatlısıyla, neşesiyle, hüznüyle, bihakkın yaşamaktır. Sonuçta hedefe ulaşamayacağınızı bilseniz bile, doğru, düzgün, ilkelerden, değerlerden ödün vermeksizin mücadele etmektir. Başarıyı hedefe ulaşmak olarak görmemek, süreç içerisinde insanlığınızı, ideallerinizi yitirmemenin, hatta bunları tahkim etmenin bizatihi bir başarı olduğunu fark etmektir.
Ve belki de, Sisyphos söyleminde, Sisyphos’un sonraki denemelerinde de öncekilerden farksız bir kişi olduğunun imleniyor olması bundandır. “Sisyphos hilebazların piridir. Hile ile kazanılan her türlü başarıyı insan zekâsının bir zaferi olarak görür. Nedeni ne olursa olsun, kurnazlıkla elde edilen her şeyi olumlu karşılar” der YaYalvaç Ural.[2]
Sisyphos, o meşum cezaya çarptırılana kadar tam da böyle yaşar. Hedeflerine ulaşmak için sınır, değer, ilke tanımaz. Böyle bir karakter elbette süreçten bir halt anlamaz. Her denemesinde bu defa kazanmak için türlü hileye başvurur. Ama tanrılar onu sonuca ulaşmamaya mahkum etmişse, hiçbir hile kazanmasını sağlamayacaktır. Çözüm, aslında onun bilmediği bir yerdedir. Çözüm, sonuç odaklı değil, süreç odaklı yaşamak, yenileceğini bile bile hep denemek, hep yenilmek, her defasında daha iyi yenilmek ve bizatihi bu sürecin, kendini de, dünyayı da değiştireceğini, daha iyi kılacağını öğrenmektir.
Bu arada, başlangıçta bir “biz”den bahsetmiştik ya! O “biz” kimdir peki? “Biz”in yerine kimi koyacağı okuyucuya kalmıştır. Bir kayayı her defasında tepeye kadar götürüp, oradan aşağıya yuvarlanmasını seyretmek zorunda kalan, sonraki denemelerde de makus talihin değişmeyeceğini bilmesine karşın, çarnaçar denemek zorunda olan her kimse, “biz”, odur işte. Ama bence önemli olan soru, “biz”in kim olduğundan ziyade, o “biz”in bu işi nasıl yapacağıdır. Sonuç odaklı düşünülerek, kayanın tepeye çıkarılmasının mümkün olmayacağını bile bile, aptala yatıp, her defasında yeni hilelere başvurup sonuca ulaşılamadığı için ağlanarak mı, yoksa süreç odaklı düşünülerek, sürecin doğru, dürüst, değerlere ve ilkelere bağlı kalınarak yaşanmasının gerçek hedef olduğu öğrenilerek ve her defasında daha iyi yenilmenin yolları aranarak mı?
Sanırım işte bütün mesele bu!
[1] Albert Camus, Sisifos Söyleni, çev. Tahsin Yücel, İstanbul, Can Yayınları, 2002, s. 128.

















