
SEVGİYLE ANIYORUZ
Adnan Bozkırlı’yı, 3 Mart 1975’te, Hikmet Afif Mapolar’ı ise, 5 Mart 1989’da yitirdik. Bozkırlı, İlkokul Öğretmeni, Gazeteci, Şair ve Sendikacıydı… (KTÖS’ün onunla ilgili bir kitabı çıkıyor.)
Mapolar ise, neredeyse zam
Adnan Bozkırlı’yı, 3 Mart 1975’te, Hikmet Afif Mapolar’ı ise, 5 Mart 1989’da yitirdik. Bozkırlı, İlkokul Öğretmeni, Gazeteci, Şair ve Sendikacıydı… (KTÖS’ün onunla ilgili bir kitabı çıkıyor.)
Mapolar ise, neredeyse zamanında çıkan tüm gazetelerde yazan, Türk Akademi Tiyatrosu’nu kuran... Oyunları da dahil, bir sürü dergi, gazete, piyes, roman, öykü vb. çalışmaları olan tepeden tırnağa aydın bir yazarımızdı…
***
Arkalarında onları saygı ile anacağımız eserler bırakan yazarlarımızı sevgi ve saygı ile anıyoruz. Bozkırlı’nın dizeleriyle…
*Kahveci, bize bir / Sade ‘Sevmek’ yap / Sabahtan başlayalım sevmeye / Günle birlikte her şeyi…”
* “Ulan, öldük mü be! / Biz öldükse yaşasın çocuklar…”
Mapolar’ın, “Kıbrıs Güncesi adlı eserinden: “Sevabı olmayan, fakat yığın, yığın günahı bulunan / Bu sonucun suçluları o liderler ve Sultanlardır.” adlı makalesinden bir bölümle de onu selamlıyalım…
“… Bir gerçektir ki, Kıbrıs Türkü her zaman için, yeni bir doğuşun özlemi içerisinde olmuştur. Her yeni doğuşta bir “kurtarıcı gücü” aramıştır. Aradığını da bulamayınca gerisin geri dönmüştür…”
“… İş isteyenler, görev isteyenler, ‘baş kaldıranlar’ sayılırdı o günlerde. Herkesin ‘kapı kulu’ olması gerekirdi ve herkes, Sultanlığın önünde boyun eğmeliydi. Kabile toplumdu, kabile reisi de liderlerdi. Buna uyanlar oldu, uymayanlar oldu. Uyanlar kaldı, uymayanlar ise, yüreklerine taş basarak, çıkıp gittiler, hem de bir kez daha dönmemek üzere…”
“… Her nedense, günün sultanları, köleler içerisinde, dinamik ve enerjik, hatta kafası çalışan kişiler istemiyorlardı. Kul, tutsaktı ve tutsak muamelesi görmeliydi. Onlar, çevrelerinde miskin, uyuz ve sünepeliği de aşan bir “insanlar yığını” istiyorlardı ki, bu çabalarında da başarıya ulaştılar ve bugünkü toplumu yaratabildiler!!
Sevabı olmayan ve yığın yığın günahı bulunan bu sonucun suçluları o liderler ve Sultanlardır!...”
***
“Dünden bugüne eserler bırakanlara olan borcumuzu, biz de, bugünden - yarına bir şeyler bırakarak ödeyebiliriz.
Geçmişte kalanları en iyi bir şekilde koruyarak yarına aktarmak ise, en büyük görevimizdir; ama, bunu layıkıyla yapabiliyor muyuz? Daha doğrusu, yapıyor muyuz?
(…) Dünden bize çok şey kalacaktı, lakin kıymetleri bilinmedi. Ele geçenler korunmadı, bilenler – hatırlayanlar da saklamadı, yazmadı; böylece, ilgisizlikten birçoğu zayi oldu gitti!”
***
İnsan, doğacak – yaşayacak – ölecek…
Önemli olan, geride ne bıraktığıdır…
Kimi ağaç diker, kimi sendikal bir kavgaya yazar adını…
Kimiyse geriye, şiirler, şarkılar, oyunlar ve yüzlerce yazılı metinler bırakarak gider…
Yaşamda ürettikleridir insanı ölümsüz kılan…
İnsan, nasıl yaşarsa öyle ölür… Helal olsun…
KIBRIS KÜLTÜRÜNE IŞIK TUTAN
AĞITLAR
Zamanın ve mekânın kendi atmosferinde hiç değişmeyen, belki de hiç değişmeyecek olan bir gerçek de, küçük de olsa – bir ülkede yıllarca yan yana yaşamış toplumların, kültürlerinin birbirlerini etkileyerek, ortak bir kültür oluşturduklarıdır, pek çok boyutta.
Ve doğal olarak da, ülkemizde, iki ayrı ulusun insanları arasında – kin, nefret, ölesiye çatışma vb. duygulardan önce aralarında bir dostluk, sevi ve paylaşım kültürünün varlığıdır;ki, insanlar unuttuklarını sansalar da geçmişin tanıklıkları bunları insanın yüreğine vurur…
KIBRIS KÜLTÜRÜNE IŞIK TUTAN AĞITLAR…
İşte bu gerçekliklerin biri de: Ortak Ağıtlarımız…
Ve, bunların ikinci cildini bize – hem de üç dilde – Türkçe, Rumca ve İngilizce – sunan, araştırmacılarımız, Mahmut İslâmoğlu ve Şevket Öznur’u, bu tuğla gibi bir kültür armağanı için öncelikle ve yürekten kutlamak gerek. Kolay değil bunu başarmak çünkü… Çabalarına sağlık…
Sözü öncelikle araştırmacılarımıza vermek istiyorum: ‘Kıbrıs Kültürü’ne Işık Tutan Ağıtlar adlı bu çalışmamız, 2006 yılında yayınlamış olduğumuz, “Kıbrıs Rum Halk Edebiyatı’nda Türkler İçin Yakılan Ağıtlar” adlı kitabımızın bir devamı niteliğini taşır (…) Özellikle, eser Türkçe, İngilizce ve Rumca olması kitabın okunurluğunu da artırmıştı.
(…) Yeni çalışmamız, 1894’ten başlayarak, 1965 yılına kadarlık bir zaman süresindeki Kıbrıs Yaşamına ışık tutan ağıtları içermektedir. Tüm ağıtlar, Kıbrıslı Rumlar tarafından kaleme alınmış ve bizler tarafından ilk defa kazandırılmıştır…
(…) Kıbrıs’taki ozanlık geleneği, diğer ülkelerdeki ozanlar gibi bir müzik aleti eşliğinde yapılmaz, doğaçlama ses tonuna ve hitabına dayanarak, bir anlamda, “Homeros” ve “Dede Korkut” misali bir söylem biçiminde, 20. Yüzyıl’ın başlarına kadar Ada’da yaşatılmıştır.”
***
Bu eser, iki yazarın, Adamız’ın ortak kültürüne kazandırdıkları beşinci eser. Bu çalışmaları sürdürmeleri dileğiyle, kitaptaki, gerçekten de çok ilginç “Ağıtların” adlarını yazayım:
· Zavallı Kadir’in Ağıtı.
· Leymosun Sel Felaketi
· 1912 Kataklizmo (Deniz Panayırı) Olayları
· Osmanlı’ya (Türkiye’ye) Karşı Balkan Devletlerinin Savaşı ve Bununla İlgili 1913 Tarihli Bir Ağıt.
· Dünya Savaşı ve Kıbrıs’ın sorunları
· Kıbrıslı Katırcılar Makedonya’da
· Papaz Haralambos Mihailidi’nin Katli.
· Hitler’e Türkü
· Despotların Başlarının Kesilmesi
· Kıbrıs’ta, “Linobambagolar” ve Din değiştirme Olayları
· Thesbina ve Ayşe’nin Din değiştirmesi
· Moda ve Rezalet
· Avukat Süleyman Şevket için yakılan Ağıtlar
· Kondemenlilerin (Kördemen) Vahşice Katli.
· Kıbrıs’ta Kanlı Olaylar
· İki Sendikacının Vahşice Öldürülüşü: Kosta Mişiauli ve Derviş Kavazoğlu, 11 Nisan 1965.
***
Son söz olarak:
Bu kitap, gerçekten de hem belleğimize hem de kültürümüze müthiş bir katkı. Okumalı, okutulmalı… İçindeki resimler de ayrı bir değer. Bu kitaptaki “gerçek bilgiler” çoğu iyi yürek ve yapıdaki insanlarımızı derinden etkilerken, ‘belki’ diyorum, ‘belki, tek boyutlu, katı, hoşgörüden yoksun – her iki taraftaki – insanlarımızın yüreğine de “ısı, sevgi, hoşgörü ve empati” duyguları eker…
GİDECEĞİZ SÜKûTA
Tenler ipekten giysilermiş
boşalan topuklardan Elif’te
ütopya sandığımız şu derin ülke
yarın neylesin umudu
hatıra ne beklesin dünde
hüküm ne yeminde artık
ne sözde
içerde kaldı tinler
Elif’in anahtarı hiçbiryerde
Vuslatındır menziline vardıracak yol
kayıptım kendimi bu yolda buldum
kat kat giyimliydim
bir bir soyundum
sözün sırrı örtmez beni
kendimi secdede üryan buldum
dalda dalga kirlenmiştim
arındım damla damla
âmâydım karanlığa sığınır
gibi sığındım aşka
aydım aşkta yandım ayanda
Gökkubbemsin yıkılsan üstüme
yüzüme çekerim
bir ayrılık bıraksan
terki terkederim
vuslat haliyse toprağın
gözündeki nûr
canımdaki mumu neyleyim
Uzak bağbozumundan gelen
yanık bir keman sesiydi hüzün
başımı guruba dayar dinlerdim
unuturdu bazan kendini günde
ben uzun gecelerde beklerdim
Vuslatındır menziline vardıracak yol
yoldayım…
ateşten bir yumak gibi
sararım yolu
hain bir serab gözlerimde….
bilirsin desti de susar
suyu görünce
kapat gözlerimi öyleyse
Biz dönerken dönerken
derin sularda
gölgemiz kalmış el sallayan
sığ kıyıda
ne heves kalmış oralarda
ne aşka veda
geçmiş yeniden başlamaların
son treni…
biz karanlıkta ararken kendimizi
aşk ayaydında bekledi bizi
Elif’e girilmezdi
günaha girer gibi…
biz dönerken dönerken aşkla
derin semalarda
şiir geldi söz gitti
sükûttan gelmiştik
gideceğiz sükûta…
Feriha Altıok
PARANTEZ
Dört gün sonra 8 Mart “Dünya (Emekçi) Kadınlar Günü…
Söz kalabalığıyla kutlanacak bir gün değil…
Koskoca bir tarihtir…
Kadınların söz hakkının da erkekler kadar olmadığı bir toplumun özgürleşemeyeceği.. Yarınlara, özgür ve mutlu kanat açamayacağı gerçeğinin bir kez daha değil…
Son kez altı çizilerek… gerçekleştirici adımlar atılması dileği…
Ve, umuduyla…

















