
Saygıyla Başlar, Sevgiyle Yeşerir Her Şey
"Ebeveynin çocuğuna gösterdiği saygı, çocuğun kendine duyduğu saygının ilk aynasıdır."
“Saygıyı yaşından büyük olana değil, hak edene vermek.”
Ne kadar düşündürücü bir cümle… Onca sorgudan, onca içsel çatışmadan geriye kalan sade ama derin bir farkındalık.
Oysa bize çocukluğumuzdan bu yana hep tam tersi öğretildi, değil mi?
“Büyüğe saygı duy.”
“Büyükse sus.”
“Büyükse haklıdır.”
Kelimeler değişse de mesaj hep aynıydı: yaş, otoriteyi doğurur.
“Saygının sözlük anlamına baktığımızda: Değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranma; hürmet.”
Kavramsal olarak böyleyken insan büyüdükçe anlıyor ki, gerçek büyüklük doğum tarihinden değil, ruhun olgunluğundan geçiyor. Gerçek saygı ise korkudan değil, anlayıştan ve sevgiden doğuyor.
Sosyolog Pierre Bourdieu, toplumsal ilişkilerde saygının aslında bir “sembolik sermaye” olduğunu söyler.
Yani, toplum kimi saygıya layık görüyorsa, o kişi otomatik olarak bir güç alanı yaratır. Oysa o güç, her zaman hak edilmiş bir saygı değildir. Bizlere de çoğu zaman “hak etmeyen” bir otoriteye baş eğmek, “terbiye” olarak öğretildi.
Peki gerçekten saygı nedir?
Bence bunu yeniden konuşmanın, yeniden tanımlamanın zamanı geldi.
Günümüz ilişkilerinde çoğu bağ, duygu, hatta örf ve adetler gibi saygı kavramı da değişiyor.
90’lar kuşağından biri olarak, ben saygının sevmekten ve önemsenmekten doğduğuna inanan biriyim.
Elbette büyüklerimize saygı duyarız, hem sözde hem özde.
Ama benim için asıl önemli olan, o saygının büyüklerden gelen kucaklayıcı, sıcak bir tavırla büyümesidir.
Korku kültürüyle yetişmiş bir toplumda büyüklük genellikle “baskı” ile özdeşleştirildi.
Ama ben, “büyüklük eşittir baskı ve korku” değil; “büyüklük eşittir kucaklayıcılık, koruyuculuk ve tatlı dilli olgunluk” olduğuna inanıyorum.
Yaş almak, birine her şeyi söyleme, her şeyi yapma hakkını vermez.
Gerçek büyüklük, kelimelerle değil davranışla gösterilir.
Filozof Erich Fromm, “Sevgi, birine bağımlı olmak değil; onu özgür bırakacak kadar olgun olmaktır,” der.
İşte saygı da böyledir: Karşındakini bastırmadan, varlığını tanımaktır.
Saygı ve sevgi, birbirinin eş ruhu gibidir.
Eğer bir el, bu iki duyguyla uzanıyorsa; bir söz, bu iki duyguyla söyleniyorsa; bir bakış, bu iki duyguyla buluşuyorsa...
İşte o zaman çiçek açar davranışlar, filizlenir bakışlar.
Bu sadece aile içindeki ilişkiler için değil; aşk ilişkilerinde, dostluklarda, hatta iş yerlerinde de böyledir.
Aşkta saygı yoksa sevgi bir süre sonra tükenir.
Arkadaşlıkta saygı yoksa güven yavaşça sönmeye başlar.
Okullarda ise akranlar arasında ya da öğretmenle öğrenci arasında kurulan saygı bağı, bireyin özgüveninin temelini oluşturur.
Öğretmen, öğrencisine sadece bilgi değil, nezaket ve ölçü de kazandırmalıdır.
Ancak bunu yaparken, sesini yükselterek değil; rehber olarak, ilham vererek yapmalıdır.
Amir - çalışan ilişkisinde de benzer bir denge vardır.
Amir olmak, buyurmak değil; yönlendirmek ve birlikte üretmektir.
Patron, çalışanına saygı duymadığında, o çalışma ortamı asla verimli olamaz.
Saygı, yönetimin en sessiz ama en güçlü biçimidir.
Anne - baba ilişkisinde de öyle…
Ebeveynin çocuğuna gösterdiği saygı, çocuğun kendine duyduğu saygının ilk aynasıdır.
Albert Camus’nün bir sözü vardır:
“İnsanın büyüklüğü, başkalarına hükmetmesinde değil; kendini sınırlayabilmesindedir.”
Gerçek saygı da tam olarak burada başlar. Kendini sınırlayabilmekte, karşındakinin alanına girmemekte, onun varlığını kendi kadar kıymetli görebilmekte.
Öte yandan, modern dünyanın hızını ve sanal meydayı da unutmamak gerekir.
Ekranların ardında büyüyen nesillerin ilişkilerinde duyguların yerini çoğu zaman etkileşim sayıları aldı. Bu dijital yoğunluk, farkında olmadan hem sevgiyi hem saygıyı yüzeyselleştirdi.
Gençlerimizde, çocuklarımızda bile artık “görülmek” yerine “beğenilmek” ön plana çıkıyor.
Tabii ki istisnalar kaideyi bozmaz; hâlâ o incelikle, o derinlikle yetişen gençler var.
Ve belki de bu zinciri en güçlü şekilde kıracak olanlar, yine onlar olacak.
Çünkü yeni nesil, sevgiyi ve saygıyı yeniden tanımlama cesaretine sahip.
Belki de onlar, ilişkilerde yeniden sıcaklığı, samimiyeti, özveriyi hatırlatacaklar.
Belki de onlar, dijital kalabalığın içinde hâlâ kalpten gelen o sessiz değeri yaşatacaklar.
Ve belki de artık hepimiz; anne babamıza biraz daha sabırla,
eşimize ya da sevgilimize biraz daha anlayışla,
arkadaşımıza biraz daha içtenlikle yaklaşmalıyız.
Çünkü saygı sadece beklenen değil, karşılıklı verilen bir değerdir.
Bir taraf özveriyle uzanırken, diğer tarafın da o adıma karşılık vermesi gerekir.
İnsan ilişkilerinde en güzel köprüler, karşılıklı adımlarla kurulur.
Mevlânâ’nın dediği gibi:
“Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok; nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.”
Saygı da böyledir.
Biçimle, yaşla, makamla değil; içtenlikle, anlayışla, kalple ölçülür.
Satırların yarenliğinde yeniden buluşmak dileğimle.
Sağlıkla ve hoşça kalın…

















