1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Girne Boğazı’ndan öyküler…
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Girne Boğazı’ndan öyküler…

A+A-

Kıbrıslıtürk okurlarımızdan birisi, Girne Boğazı’ndan bazı yaşanmışlıkları anlatan bir şahitle konuşma olanağı bulmuş… Bu tanıdığının aktardıklarını bana yazıyor… Şöyle diyor:

“Girne Boğazı bölgesinden bazı öyküler işittim… Tanıdığım bu şahsa göre, Girne Boğazı’nda 1974’te geçici bir “Sahra Hastanesi” kurulmuşmuş. Bunlar çadırlardan oluşmaktaymış. Ayrıca Kıbrıslıtürk mücahitlere ait Girne Boğazı’nda bir de küçük hastane varmış… 1974’te savaşta öldürülenleri öncelikle bu “Sahra Hastanesi”nin bulunduğu yerde topluyorlarmış. Tanıdığımın duyumlarına göre, başlangıçta buraya bir çukur kazarak savaşta ölenleri buraya gömmüşler… O dönem bu “Sahra Hastanesi” bölgesinde herhangi bir bina yokmuş, yalnızca çadırlardan oluşan bu “Sahra Hastanesi,”, zorunluluktan, yaralıları tedavi etmek maksadıyla oluşturulmuş geçici bir yermiş. Aşırı sıcaklar nedeniyle bozulmakta olan naaşları derhal gömmekten başka çareleri yokmuş…”

Savaşta yaralanan ve ölenler bu iki noktaya götürülmekteymiş: Kıbrıslıtürkler mücahitlerin hastanesine ve çadırlardan oluşan bu “Sahra Hastanesi”ne… Çok acil bakım isteyenler ise ya Lefkoşa’ya, ya da Adana’ya gönderilmekteymiş…

Geçen yıllar içerisinde ise bu bölgeye çeşitli binalar yapılmış… Lefoşa’dan Girne’ye giderken bu bölge, yolun sol tarafında kalmaktaymış.

Okurumun aktardığı bu bilgileri, Girne Boğazı’ndan bazı başka okurlarımla konuşarak araştırmaya çalıştım ve onlar da bana ilk 10-15 gün içerisinde savaşta ölenlerin Ağırdağ mezarlığına defnedildiklerini, o günlerde 100-150 kadar Kıbrıslıtürk ve Türk askerinin Ağırdağ mezarlığına defnedildiğini anlattılar. Sonrasına yaklaşık 20 gün sonra, şimdilerde Girne Boğaz Şehitliği olarak bildiğimiz yere definler başlatılmış ve savaşta ölenleri buraya defnetmeye başlamışlar. Bir süre sonra da Ağırdağ’da defnedilmiş olanlar da buraya, yani Girne Boğazı Şehitliği’ne taşınarak oraya defnedilmişler.

Girne Boğazı’ndan bir okurum o günlerde Girne Boğazı Şehitliği’ne Kıbrıslıtürk ve Türk askerleri defnedilirken, o günlerde şehitliğin kuzeydoğusuna bazı Kıbrıslırumlar’ın da gömüldüğünü işittiklerini anlattı.

Geçmişte bazı okurlarım Kayıplar Komitesi’ne sözü edilen bölgeyle ilgili bilgi vermiş ve burada bazı kazılar yürütülmüştü. İnanıyorum ki bu bölgeyle ilgili Kayıplar Komitesi, daha ayrıntılı bir araştırmayı bir kez daha yürütebilir. Sahra Hastanesi ve Kıbrıslıtürk mücahitlerin hastanesi dışına bazı gömüler yapıldığı yönündeki bilgilerin doğru olup olmadığını bilmiyorum. Ancak geçtiğimiz Ağustos ayında Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üyesi Hakkı Müftüzade, Kıbrıslırum Üyesi Leonidas Pandelidis ve Üçüncü Üye Pierre Gentile’in yanısıra asistanları ve koordinatörlerine bir mektup göndererek bu bilgilerin doğru olup olmadığını araştırmalarını önerdim…

 

YOL KENARINDAKİ GİYSİLER…

Girne Boğazı’yla ilgili olarak bana yazan okurum, Lefkoşa’dan Girne’ye giderken, yolun sağ tarafındaki bir bölgeyle ilgili olası bir gömü yeri hakkında da bigi veriyor. Tanıdığı bir şahıs Girne Boğazı’nda 1985-87 yıllarında askerliğini yaparken bir gün komutanı ona boş bir araziyi düzleştirmesi için emir vermiş. Bu bölge de Şehitlik yakınında bir yermiş. Burası yumuşak toprak olduğu için çamur oluyormuş – komutanı da bu bölgede askerlerine eğitim yaptırmak istiyor ve bu yüzden orasının düzleştirilmesini istiyormuş. Okurumun tanıdığı bir şiro getirerek burada çalışma başlatmış ancak şiro çalışır çalışmaz bazı giysilere ve bazı insan kalıntılarına rastgelmişler. Okurumun tanıdığı şirodaki şahsa durmasını söylemiş. Giysileri ve kalıntıları görmüş. Şirocuya biraz daha ileriye gitmesini söylemiş, orada da bazı giysiler ve kalıntılar görmüşler…

Okurumun tanıdığı devamla olayı şöyle anlatmış: “Bizim orayı kazdığımızı gören bir Başçavuş vardı. O koşarak yanımıza geldi ve hemen durmamızı söyledi.  ‘Diğer taraflara ne istersen yap, ama buraya dokunma’ dedi. Bildiğiniz gibi 1974’te Türkiye çıkarma yaptığında uçaklardan atlayan paraşütçüler Dikmen’e doğru yürümüşlerdi. Türk askerinin Dikmen’e doğru gittiğini gören Kıbrıslırumlar oradan kaçmaya başlamışlardı. 20-30 kişi bu tarafa kaçmaya çalışmış. Girdikleri çatışmada öldürülen Kıbrıslırum askerler buraya gömülmüşmüş… Biz bunun üzerine orayı düzleştirdik ve öylece bıraktık. O kepçeyi süren çocuk, askerliğini bitirdikten kısa süre sonra trafik kazasında ölmüştü. Ona da çok üzülmüştüm.”

Bu bilginin doğru olup olmadığını bilmiyoruz ancak Kayıplar Komitesi tarafından araştırılması gerekiyor. Dediğim gibi, bu konuda da Kayıplar Komitesi’ne yazdığım mektupta bilgi vermiş bulunuyorum – böylece bu bilgiyi de ayrıntılı biçimde araştırabilirler…

 

LEFKOŞA-GİRNE YOLU’NDA…

Yine Lefkoşa-Girne yoluyla ilgili olarak bir diğer bilgiyi de Gönyelili yaşlı bir adam okuruma aktarmış bulunuyor. Yaşlı adam okuruma şöyle demiş:

 “1974 yılında çok çetin bir savaş vardı buralarda. Biz Boğaz yolunu tutuyorduk. Orada 8 tane Rum askeri vardı. Üstümüze geliyorlardı. Çatıştık ve onları vurduk.  Sonra takım komutanımıza haber verdik. ‘Burada 8 tane ölü Rum askeri var ne yapalım?’ diye. Bize orada uygun bir yere gömmemizi söyledi.  Biz de uygun bir yerde ağaç altında büyük bir çukur kazarak bunları gömmüştük. Biz onları gömdüydük. Yattıkları yerde uyur onlar. Onlar da insan sonuçta. İsterler miydi savaşsınlar. Ama o savaş halinde, sen vurmasaydın, o seni vurabilirdi. Ya da içeri girip Gönyeli’de senin çoluğunu çocuğunu öldürebilirdi gibi düşünürdün... Her iki toplumdan insanlar 74’te da, 63’te da, 1956-57-58’de da öldüler. Bu güzel adayı paylaşıp barış içinde yaşamak varıken savaştık, birbirimizi öldürdük. Ben 85 yaşındayım, çok zamanım yok, herkes gibi öleceğim. Ama toplumlarımız arasındaki bu çatışmalar bitecek mi? Ben bunun sonunu göremedim, umarım ki evlatlarım ve angonilerim görür ve bu güzel adada öldürmeler, toplu mezarlar olmadan bir hayat kurulabilir…”

Bu yaşlı adamın sözünü ettiği yerin Kayıplar Komitesi’ne yıllar önce gösterilmiş olduğundan ve sözü edilen sekiz Kıbrıslırum askerin kalıntılarının yapılan kazılarda bulunmuş olabileceğinden kuşkulanıyorum ama yüzde yüz emin değilim bundan. Bu yüzden Kayıplar Komitesi’ne gönderdiğim mektupta bu bilgiyi de araştırılmak üzere kendilerine sundum.

Değerli okurlarıma tüm bu bilgileri benimle paylaştığı için çok teşekkür ederim. Yurdumuzun yaralarını ancak bu şekilde sarabiliriz çünkü…


***  GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR KİTAPLAR…

“Gün Benderli’nin hatıra yüklü kitabı: Yazı kalır…”

Aykan SEVER/BİANET

Bu hafta size çok hoşuma giden bir kitaptan bahsedeceğim. Macaristan’dan dönüş öncesi her zaman yaptığım gibi Gün Benderli’ye uğramış, biraz sohbet edip geçen yıl çıkan bir çevirisini ve yeni çıkan kitabını yanıma alıp bir süre sonra Bogota’ya dönmüştüm. Bu kitaplardan biri olan Yazı Kalır-Anılarımdaki Budapeşte Radyosu’nu (Sosyal Tarih Yayınları, 2025) ilk fırsatta okudum. Şimdi yazma zamanı.

Kitap hakkında bilgi vermeden önce neden hoşuma gittiğinden bahsedeyim. Kitap her şeyden önce tepemizde dolanan bütün kara-kanlı bulutlara rağmen dünyayı ve Türkiye’yi değiştirme sevincini, umudunu temsil ediyor. Bu bir nostalji değil. Zira ne ülkemizin insanları ne de dünya halkları bugünkü olumsuzluklar içinde debelenen hallerinden ibaret değildi ve değil! Hayalleri vardı. Bunları yapmak için yollar arıyorlardı, düşünüyorlardı, mücadele ediyorlardı. Bugün rejim, toplumu bütünüyle faşistleştiremedi ve teslim alamadıysa böyle bir politik geçmişin kuşkusuz bunda payı var.

 

Mektuplar

Kitap 1950’li yıllardan 1989’a kadar faaliyet gösteren Budapeşte Devlet Radyosu’nun Türkçe servisine gelen mektupların bir kısmının özeti ve Gün Benderli’nin bugüne ve düne dair yaptığı yorum ve değerlendirmelerden oluşuyor. Ancak özeti yapılan mektuplar 1977-1982 arası gelen yaklaşık 3 bin sayfalık kısım. Maalesef diğer yıllardan kalanlar günümüze, en azından yazarın eline ulaşmamış.

Gün Benderli radyoya 1953’te adım atıyor. Kendilerini bir dinleyicinin iltifatı üzerine şöyle tarif ediyor: Uzman muzman değildik hiçbirimiz. Gencecik insanlar, öğrenimleri yarıda kalmış öğrenciler olarak başlamıştık bu işe. Yürekleri vatanları için çarpan, yurtlarını ve insanlarını seven, halklarının mutluluğunu isteyen, doğdukları büyüdükleri topraklarda, insan haklarına saygı gösterilen, emeğin sömürülmediği bir düzenin kurulması davasına hayatlarını adamış genç insanlardık.

Ağırlığı Türkiye’nin köylerinden ve bazı Avrupa ülkelerinden gelen, çeşitlilik içeren bu mektupların kolayca tasnif edilemeyeceğini tahmin etmişsinizdir. Ancak Gün Benderli titiz çalışması sonucu bu mektupları bazı başlıklar altında özetleyerek ve örnekleyerek bir araya getirmiş. Başlıkların bir kısmı Türkiye’de o dönemde yaşanan politik olayların tablosu gibi: Tek Umudumuz Ecevit, Demirel İktidarı ve Tırmanan Terör, Türkeş ve Komandoları, Kanlı 1 Mayıs, Maraş Katliamı, 12 Eylül 1980.

Diğer bir bölümde ise köylerin dertleri ve çare arayışlarına yer verilmiş: Başlık Parası, Yokluk, Kooperatifler gibi. Kitapta ayrıca o dönem açısından güncel olan birçok politik tartışmanın mektuplara yansıdığını görmek mümkün.

Kitabın bu kısmındaki mektuplardan benim edindiğim izlenim kısaca şöyle: Başta köyler olmak üzere özellikle geniş kitlelerin ciddi bir sosyalleşme ve politikleşme pratiği içinde olduğu. Bu arayışlarını daha iyi bir gelecek, yerine göre sosyalizm umuduyla bütünleştirdikleri ve gerektiğinde canları pahasına bunun mücadelesini verdikleri diye özetlenebilir.

 

Gelecek umudu olarak sosyalizm

Kitaptaki bir diğer ana başlıksa Macaristan ve sosyalizm hakkında merak edilen sorulardan oluşuyor. Bu bölümdeki sorularda ağırlıkla insanlar kendi hayatlarıyla Macaristan’da yaşananları karşılaştırmaya çalışmışlar. Öğrenim hakkı, askerlik, emeklilik hakkı gibi soruları bu kapsamda değerlendirmek mümkün. Gün Benderli bu sorulara o günleri ve bu günleri karşılaştırarak yanıt vermiş. Bu kısımda yapılan yorumlar yerinde ve soğukkanlı değerlendirmeler içeriyor.

Gün Hanım’la son sohbetimizde dünyanın gidişatı üzerine konuşurken mealen şöyle bir şey söyledi: Bu sosyalizm, sanıyorum zamanın sosyalist ülkelerinden çok Batı Avrupalılara yaradı. Zira hem oralardaki halkların mücadeleleri hem de sosyalizm korkusu bu ülkelerde sosyal devletin ve belli ölçülerde refah toplumlarının yaratılmasına yol açtı.

Bence de söyledikleri doğru. Nitekim şimdi savaş, soykırımlar ve Trump gibilerin faşist demagojisinin saldırısı altında Avrupa toplumlarının sosyal hakların bir bir budandığı gibi insanlar düşünme/mukayese yeteneklerini kaybediyor ve faşistleşiyorlar. Bu kitap geçmişte de olsa insanların, dünyanın başka türlü de olabildiğini bize sergiliyor.

Görebildiğim kadarıyla dönemin insanları açısından Sovyetler Birliği ve sosyalist bir bloğun varlığı somut bir alternatifi temsil ediyor ve insanlar bununla bağlantılı olarak gelecek hayali kurabiliyor, değişim arayışının/mücadelesinin bir parçası olarak kendilerini görebiliyorlardı. O gün yaşananlar, bugünün gittikçe daha fazla neo-faşizmin hegemonyasına dahil olan ütopya yoksunu kalabalıkların şaşkınlığından bir hayli uzak. Günümüzde Trump gibilerle temsil edilebilecek akıldışılık hali -ki bugünün normali- bu zeminden beslenen, kendi kendini büyüten bir tür sarmal. Bu olumsuz gidişat maalesef soykırımlar eşliğinde güçleniyor. Boğazına kadar kana batmış politikacı kılığındaki şarlatanlar dünyanın ve insanlığın geleceğine karar veriyor. Bu koşullarda isyan sonuna kadar haktır!

oncelikli-sayfa-16-sayfanin-ustune-saga.jpg

*** Fotoğraftakiler:  (Soldan sağa) Arkadakiler: Zekeriya Sertel, Nâzım Hikmet, Necil Togay. Öndekiler: Sabiha Sertel, Bianca, Gün Benderli (Togay), bilinmiyor, Korolowski. Budapeşte radyosu, Nisan 1954. 

(Gün Benderli/Yazı Kalır-Anılarımdaki Budapeşte Radyosu/Sosyal Tarih Yayınları/2025/İstanbul/166 sayfa)

(BİANET.ORG – Aykan SEVER – 27.9.2025)

Bu yazı toplam 1044 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar