1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Değişim ve Kamusal Alan
Değişim ve Kamusal Alan

Değişim ve Kamusal Alan

Mustafa Ongun: Biz istesek de istemesek de, son zamanlarda yaşananlar ve değişimin genel bir söylem haline gelmesi, önemli değişimlerin kapıda olduğunu göstermektedir

A+A-

 

 

 

 

 

Mustafa Ongun

m_s_logos@yahoo.com

 

Uzun sayılabilecek bir süredir değişim söylemi sıkça kullanılır hale gelmiştir. Değişimin sağ anlayış tarafından bile dile getirilir olması değişim söyleminin ne kadar genelleştiğini ortaya koymaktadır. Biz istesek de istemesek de, son zamanlarda yaşananlar ve değişimin genel bir söylem haline gelmesi, önemli değişimlerin kapıda olduğunu göstermektedir. Bu durumda değişimin gerekliliği üzerinden gelişen tartışmalar anlamını yitirmiş,  yeni sorumuz değişimin hedefi olmuştur diyebiliriz. Kuzey Kıbrıs gibi eşitsizliğin giderek yükseldiği bir toplumda ortak hedeflerden bahsetmek zor olsa da, ortak bir sorundan bahsetmek mümkündür. Azınlık sayılabilecek bazı elitler dışında, Kıbrıstürkü’nün genel olarak siyasi, ekonomik ve (hatta) kültürel bir belirsizlik içerisinde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Toplumun her kesiminden düşünen ve okuyan insanların kafasında kök salmış sorular bu belirsizliklere işaret etmektedir; Kıbrıslıtürkler azınlık mı oluyorlar? Eğer azınlık olmuyorlarsa, neden siyasi irade problemi yaşamaktadırlar? Kıbrıslıtürkler’in ekonomik geleceği nereye gitmektedir? Adanın tekrardan birleşmesi imkansız bir hal mi almıştır? Bu gibi (ve benzeri birçok) cevapsız sorular, bir toplum olarak önemli bir belirsizlik içinde olduğumuzu göstermektedir. Bunun doğru olduğunu kabul ederek ‘ortak hedefimiz var mı’ sorusuna yaklaştığımızda, içinde bulunduğumuz politik, ekonomik ve kültürel belirsizliği mümkün olduğunca ortadan kaldırmayı, ortak bir hedef olarak tasarlayabiliriz.

Bu noktada düşünülebilir ki, Denktaş’tan bugüne, neredeyse bütün siyasi oluşumlar özünde bu belirsizlikleri ortadan kaldırma iddiasındadırlar. Sağ siyasi yapılanmanın temel tezleri olan Türk kimliğini öne çıkarmak, TC ile ana-yavru ilişkisini devam ettirmek, belirsizliklere bir çözüm önerisi olarak düşünülebilir. Diğer bir yandan ise sol yapılanmanın savunduğu federal Kıbrıs, TC ile yavru-ana ilişkilerinin iki ayrı siyasi irade ilişkisi üzerine kurulması ve benzeri argümanlar da aslında, belirsizlikleri ortadan kaldırmaya yönelik tezler olarak düşünülebilir. Dolayısıyla değişimi belirsizlikleri ortadan kaldırma hedefine yönelik düşünmek hiç de yeni ve şaşırtıcı bir fikir değildir. Mesele solun ve sağın tezlerinde ne kadar samimi oldukları ve bu tezlerin pratikte belirsizlikleri ortadan kaldırıp kaldıramayacağıdır.

Değişimi yapısal olarak düşünecek olursak, sürecin politik ve sosyal anlamda iki basit şekillenme biçiminden bahsedebiliriz: birincisi aşağıdan yukarıya doğru gelişen bir değişim, ikincisi ise yukardan aşağıya doğru gelişen bir değişim. Bunu biraz daha açacak olursak, Kıbrıslı yurttaşların çoğunluğunun değişim sürecinde aktif yer alması, değişimi yapısal olarak aşağıdan yukarıya gelişmesini sağlayacaktır. Kıbrıstürkü’nün siyasi iradesi dışında ortaya atılan projeler ve paketler aracılığı ile gelişen bir değişim ise değişimin yukardan aşağıya gelişeceğini gösterecektir. Son zamanlarda ortaya çıkan külliye olayı, özelleştirme projeleri ve ekonomik paketler değişimin sağ anlayışın tezleri doğrultusunda yukardan aşağıya doğru geliştiğini göstermektedir.

Peki, yukardan aşağıya doğru gelişen değişim de bizi (belirsizlikleri ortadan kaldırma) hedefimize ulaştıramaz mı? Aşağıda da anlatacağım gibi değişim aşağıdan yukarıya doğru gelişmedikçe belirsizliklerin ortadan kalkması çok zor olacaktır. Büyük değişimlerin yukardan aşağıya doğru geliştiği toplumlarda – TC’nin laik, demokratik, anayasal bir düzene geçmesi buna örnektir – bölünmelere, zıtlıklara, çatışmalar ve sınırsız eşitsizliklere sıkça rastlanmaktadır. Bugün AB’nin Yunanistan’la ilgili yukardan-aşağıya alınmış kararların Yunanistan’da yarattığı zıtlıklar ve çatışmalar herkes tarafından bilinmektedir. Örnekler daha da çoğaltılabilir olmasına rağmen bu kadarının yukardan aşağıya doğru gelişen değişimlerin ortaya çıkaracağı potansiyel zıtlıkları, belirsizlikleri ve çatışmaları göstermek için yeterli olacağını sanıyorum. Buradan yola çıkarak sağ siyasi oluşumuna baktığımızda, sağın temel tezlerinin değişimi kaçınılmaz olarak yukardan-aşağıya yönlendireceğini görmemezlikten gelemeyiz. Ana-yavru ilişkilerinin devamı, Kıbrıslı olmayı bastırma (hatta unutturma) ve eşitsizlikleri sindirme politikalarnın hepsi, doğal olarak TBMM’nin ve ona bağlı TC elitlerinin çizdiği değişim resminin dışına çıkamayacaktır.

Değişimi aşağıdan yukarıya doğru gerçekleştirme ve belirsizlikleri ortadan kaldırma potansiyeli, federal çözümü gerçekten isteyen, Kıbrıslı olmayı ön plana çıkaran ve Kıbrıslıtürklerin yurttaşlık haklarını savunan oluşumlarda mevcuttur. Ancak halkın bir sonraki seçimlerde bu oluşumlardan yana oy kullanması istenilen değişim için yeterli olmayacaktır. Birleşik Kıbrıs, eşitlik ve bağımsızlık isteyen kesimlerin en büyük hatalarından biri bir kağıda mühür basarak Kıbrıs’ın değişebileceğini düşünmesi olmuştu.

Bana öyle görünüyor ki, federalizm, ana-yavru ilişkilerinin kalkması ve Kıbrıslı olmak üzerinden kurulan bir siyasi iktidar aşağıdan yukarı bir değişim yaratmak için yeterli olamayacaktır.  Değişimin aşağıdan yukarıya gelişmesi aktif katılımla gerçekleşecek etik bir kamusal alanı savunmayı ve yapılandırmayı da gerektirir. Habermas kamusal alanı farklı sınıflardan, siyasi oluşumlardan, kökenden ve dinden insanların aktif katılımı ile ortak bir kamuoyu oluşturması olarak tanımlar. Güçlü bir kamusal alanda, katılımcıların nerden geldikleri, özel hayatlarında kim oldukları bir yana bırakılır, fikirler ve eleştirel akıl ön planda tutulur. Fikirlerin benimsenip benimsenmeyeceği kişilerin statüsüne bakmazsınız, fikirlerin güçlülüğü ve ikna ediciliğine bakarak anlaşılır. Habermas ve birçoklarının da vurguladığı gibi günümüzde medya, bu kamusal alanı oluşturmadaki en önemli araçlardan birisidir. Bu bağlamda, değişimin aşağıdan yukarıya doğru gerçekleşmesinde medyanın rolü büyük olacaktır. Ancak medyanın bunu yapabilme yetisine sahip olduğu gibi, tam tersini yapma potansiyeline de sahip olduğunu unutmamamız gerekir. Bu noktada, kamusal alana medya aracılığı ile katkı koyan bireylerin etik olması fazlasıyla önemlidir. Etikten yoksun bir medya değişime katkı koyamaz ve yukardan gelen değişimin içerisinde kaybolup gider.

Peki, etik olmak derken ne demek istiyorum? Bu noktada Habermas’dan uzaklaşıp Aristocu bir çizgiye yaklaşırsak, etik olanı erdemli yaşam olarak tasarlayabiliriz. Aristoteles’e göre etik bir yaşam (ve toplum) adalet, dürüstlük ve bilgelik gibi erdemlerin üzerine kurulur. Etik bir kamusal alan, adalet ve dürüstlük üzerine kurulmalıdır. Bu açıdan baktığımızda, adalet ve dürüstlük temelinde eleştirilmeye kendini kapatan toplumlar; etik bir kamusal alanı da geliştiremezler diyebiliriz. Kuzey Kıbrıs’ta siyasi anlam taşıyabilecek birçok eleştirel bakışa gösterilen ilk tepkilerin “sen kimlerdensin?”, “gerçek amacın nedir?” “bizi yıpratmaya mı çalışıyorsun?” olması, esasında kamusal alanımızın zayıf olduğunu göstermektedir. Dürüst bir kamusal alanda, önemli olan değişime katkı koymaya çalışanların adaletsizlikleri ve yozlaşmaları çekinmeden dile getirmeleridir. Bugün Kuzey Kıbrıs’ta etik bir kamusal alana hizmet etmek, pek kabul görür bir şey değildir. Eleştirel olmak, adaletsizliklerden bahsetmek, yukardan gelen değişime aşağıdan bir alternatif aramak, kamusal alana mal edilemez hale gelmiştir. Eleştirel olmak, ya siyasi bir oluşuma tamamen karşı çıkmak, ya da bir başka siyasi oluşumun “adamı” olmak olarak algılanmaya başlanmıştır. Bireylerin düşüncelerini ve alternatiflerini, “kimin adamısın” sorusunu sormadan tartışabileceğimiz alanlar giderek kısıtlanmıştır.

Değişime bu çerçeveden baktığımızda diyebiliriz ki, değişimi aşağıdan yukarıya doğru gerçekleştirmek isteyenler, etik bir kamusal alanı oluşturmanın ne kadar önemli olduğunu unutmadan hareket etmelidir. Birleşik Kıbrıs’ın kurulması, ana-yavru ilişkilerinin normale döndürülmesi ve belirsizliklerin ortadan kalkması farklı görüşlerin ortaya atıldığı ve eleştirildiği dürüst/adaletli bir kamusal alan olmadan gerçekleştirilemez. Etik bir kamusal alan olmadan kendi fikirlerimizi geliştiremez, yukardan gelen değişimin bir parçası oluruz. Bunun sonucunda da eleştirel bir kamusal alandan ziyade, çatışmaların, zıtlıkların ve eşitsizliklerin hüküm sürdüğü bir toplum haline geliriz.

 

  

 

 

 

 

Bu haber toplam 1553 defa okunmuştur