Biyolojik saat!
Cumartesi…
Sabahın körü…
-*-*-
Sahi, ne demektir “sabahın körü?”…
-*-*-
Türk Dil Kurumu’na soralım!
Sorduk: “Sabahın erken saati”ymiş!
-*-*-
Bir miktar şikayet var tabii ki bu ifadede!
Mesela genelde Kıbrıslılar, “Aklını mı aran be gavollem sabahın köründe?” diye sorar!
-*-*-
“Ne yatman oğlum uyuyasın birkaç saat daha?”
Bu da eşimin sabah kızgınlığının ürünü olan cümledir!
-*-*-
Uyuyamıyorum!
“Trink” diye bir ses geliyor, gerçekten sabahın körü, hemen kahveye salmam, bilgisayarı açıp okumam geliyor!
-*-*-
Alışkanlık da olabilir, manyaklık, hastalık da!
-*-*-
Ya da “biyolojik saat!”
Oooooo çok ciddi psikolojik hatta psikiyatrik tartışmaya gireceğiz!
Biyolojik saat çok önemli!
-*-*-
Bozulmamalı!
Bozulursa, ne mi olur?
-*-*-
Çok güvendiğim diyetisyenime göre “obezite tetiklenebilir… Kilo alımı kolaylaşır” ki bunlar benim eski “kötü” ama “hala devam eden” daha az kötü pozisyonumla doğrudan bağlantılı!
-*-*-
Çeşitli yazılı kaynaklar, ki yazılı olmayan kaynaklar da vardır, mesela uzman doktor ya da psikologlar, “Biyolojik saat bozulursa…” diyorlar ki , “… Uykusuzluk, yorgunluk, dikkat dağınıklığı, obezite, diyabet, bağışıklık sistemi zayıflaması riski, ruh hali bozuklukları, depresyon ve kaygı artışı görülebilir, artabilir”…
-*-*-
Benim biyolojik saat bozuk mu?
Aslında değil!
Benimkisi ayarlı!
Sabahın körüne!
“Kalk canım” diyor ve kalkıyorum!
Yatakta kalırsam bir şey boğazımı sıkacak!
Öyle bir durum var yani değerli psikiyatrist ve psikolog dostlarım!
-*-*-
Serhaaaat, “hükümet iflas etti, ortalık skandallarla çalkalanıyor, sen neler yazıyorsun?” dedi geçenlerde bir arkadaş!
-*-*-
Vallahi “keyfim ve kahyası”, bazılarının “keyifleri ve kahyaları”ndan daha önemsiz değil!
Keyfim ve kahyasını yazıyorum!
-*-*-
Üstelik ne yazayım?
Müsteşar “kaçak silah, rüşvet”ten tutuklanıyor, yargılanacak!
Vallahi da billahi da kimsenin umurunda değil!
Oysa, çok özlediğimiz yağmurun altında sırılsıklam olsak da; şu anda en az 100 bin Kıbrıslı, “hükümet istifa” diye sokakta olmalıydı!
-*-*-
Hadi “soğudu hava, bekleyelim ısınsın da çıkarız” demiş olabiliriz!
-*-*-
Faiz Sucuoğlu abimi – yüzde 65 oy aldığı kurultaydan sonra iki saat Vito içerisinde dolaştırdıktan sonra “yumuşak paluze” kıvamına getirmeyi başaranlar; hala neden sessiz?
Soruyorum!
Sucuoğlu ile ilgili tek bir “rüşvet, hırsızlık, yolsuzluk” iddiası yoktu; şu anda “rüşvet” bir ağırlık birimi olsaydı, ağırlığından dolayı, Kıbrıs’ın Kuzey’i suya batacak, Güney’i havaya kalkacaktı!
-*-*-
Şu şekilde açıklayayım; haritayı düşünün, mrhum kebab sanatçımız Saffet Anibal amcaya ait olduğu anlatılan “Almaz be annem bu harita Kıbrıs’ı” sözünde geçen harita…
-*-*-
Girne – Kuzey sahil tamamen dipte; Metehan – Derinya ve Metehan – Yeşilırmak sınır kapılarında düz bir çizgi düşünün; oraları sahil şeridi… Tüm ara bölge plaj gibi hayal edin!
Kuzey tamamen denizin dibinde!
Neden?
Rüşvetin ağırlığından battı!
Yolsuzluk diz boyu değil; denizin dibi!
-*-*-
Neden yazayım ki?
-*-*-
Annemin ve babamın 85’er yıllık ömürleri, “inadına barış” diye diye geçti!
Aralık 2024 babam, Aralık 2025 annem “meçhule giden gemide yolcu…”
Bize bir el sallamadılar!
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol!
-*-*-
Yok, biz her ikisini de uğurlarken, özellikle erkek aile fertleri olarak; bayağı kol salladık!
Kürekle üstelik!
Toprak attık!
-*-*-
Net bir kadın erkek eşitsizliği!
-*-*-
Ve uğurlama töreni sırasında, “hep erkek” saf olduk!
Kadınlar geride!
Bu da ciddi eşitsizlik!
“… selamün aleyküm ve rahmetullah”tan kadınlar mahrum!
-*-*-
Gerçekten kafa yenik!
Benim kafadan bahsediyorum…
-*-*-
Bir bilen, “yürüyüşleri azalt, biraz da şu hareketi yap, bu ağırlığı kaldır” falan dedi!
Yaş 58, öyle her ağırlığı kaldırmak kolay değil!
Yanlış da anlaşılmasın!
Neyse…
-*-*-
Hava çok güzel…
Yağmurlar da güzel…
“Artsın eksilmesin ama bereketli olsun, felaketli olmasın! Amiiiin!” dedikten sonra, sabahın körüne geri dönelim…
-*-*-
İsrail, Erovizyon Şarkı Yarışması’ndan atılmamış!
-*-*-
Ama Rusya atılmıştı!
Türkiye zaten çoktan çekilmişti!
-*-*-
Erovizyon, bir şarkı yarışmasından çok, bir siyasi uzağa işeme yarışmasıdır!
Bayılırım!
-*-*-
Kim kime 12 verecek?
Kim kime asla vermez?
-*-*-
İsrail'in gelecek yıl 70'incisi düzenlenecek Eurovision Şarkı Yarışması'na katılımı kesinleşti. Avrupa Yayın Birliği'ne (EBU) üye kurumların katılımıyla Cenevre'de yapılan Genel Kurul toplantısında İsrail'in katılımıyla ilgili oylamaya gerek olmadığına hükmedildi.
-*-*-
Toplantının hemen ardından ilk olarak Hollanda ve İspanya, 2026'daki Eurovision'a katılmayacaklarını açıkladı. Ardından İrlanda'dan da, "Gazze'deki korkunç can kayıpları ve çok sayıda sivilin yaşamını tehlikeye atan insani kriz göz önüne alındığında, İrlanda'nın katılımı vicdanlara sığmayacaktır" açıklaması geldi. Slovenya da yarışmayı protesto edeceklerini ve temsilci göndermeyeceklerini duyurdu…
-*-*-
Belçika, İzlanda, İsveç ve Finlandiya da benzer yönde adım atarak boykota katılabileceklerini belirtti, ancak henüz bu yönde karar almadı.
-*-*-
Almanya ise eğer İsrail'in katılımına izin verilmezse yarışmayı boykot etme tehdidinde bulunuyordu.
Karar İsrail tarafından memnuniyetle karşılandı… (Nazilerden Nazilere… Gel de bu konuyla ilgili kafayı yeme…)
-*-*-
Bu arada BBC Türkçe’nin haberine göre, “… Namık Kemal'in torununun torunu Osman Streater, Kemal'in Londra'da geçirdiği yılları bu şekilde yazıya döküyor”muş!
-*-*-
Streater, "Büyük büyük büyükbabam Namık Kemal, 1868 baharından 1870 yazına kadar Londra'da yaşadı. Haziran 1868'de Genç Osmanlı gazetesi Hürriyet'i yayınlamaya başladı" diye anlatıyor…
-*-*-
2 Aralık 1888'de 48 yaşında hayatını kaybeden Kemal, ilk kez Londra'ya gittiğinde 20'li yaşlarının sonundaydı…
Namık Kemal, ömrünün 1873-1876 yılları arasındaki bölümünü Mağusa’da geçirdi…
-*-*-
Adına bir lise açtık sonraları…
Şimdi “adını değişme” durumu mu var?
Bu konuda “mezunlar” şikayetçi falan!
-*-*-
Neyse, BBC’ye göre, Namık Kemal Londra’dayken, yani Mağusa’ya sürülmezden önce, 29 Haziran 1868'de Hürriyet adlı bir gazete yayınlanmış… "Yeni Osmanlı Cemiyeti'nin resmi yayın organı" kaydıyla yayımlanan ve Mustafa Fazıl Paşa'nın finanse ettiği, haftalık olarak çıkan gazetenin 6. sayısından 64. sayısına kadar editörlüğünü ve baş yazarlığını Namık Kemal yapmış…
-*-*-
BBC’ye göre, “… Tarihçi Alp Eren Topal, 64 sayı boyunca "İmparatorluğun yüzyüze olduğu problemlerin arasında dokunulmadık bir tanesini bile bırakmadılar" diyor.
-*-*-
“Bunlar arasında askerlik meselesinin yarattığı sıkıntılar, Osmanlı hükümetinin ekonomik sorunları, yolsuzlukları, mahkemelerdeki problemler, yabancı diplomatların nüfuzu yüzünden gerçekleşen adaletsizlikler, bağımsızlık meselesi, Osmanlıcılık meselesi, gayrimüslim-Müslüman eşitliği gibi konuları örnek veriyor…
-*-*-
1860’larda Osmanlı neyse, demek ki şu anda mirasının yaşatılmaya çalışıldığı veya bir şekilde yaşatıldığı her yerde pek de değişiklik olmamış…
-*-*-
Ekonomik sorunlar devam…
Yolsuzluklar maşallah!
Adaletsizlikler artmıştır eminim!
Ve kimlik kavgası karmaşası!
Haaa “bağımsızlık” tam kaos!
-*-*-
Biyolojik saat gibi!
Osmanlı’nın saati galiba hiç değişmiyor!








