“Hoşçakal sevgili öğretmenim Hatice Teralı İncirli…”
Ulus IRKAD
(Çok değerli arkadaşımız Serhat İncirli’nin annesi, değerli sendikacı ve öğretmen Hatice Teralı İncirli’yi geçtiğimiz günlerde kaybedince, pek çok öğrencisi onun ardından sevgi ve vefa dolu sözcüklerle onu andılar… Araştırmacı-yazar Ulus Irkad, “Hayatta karşılaştığım ilk öğretmenimdi” dediği değerli öğretmen Hatice Teralı İncirli’yi sevgiyle anıyor… Yazısını teşekkürlerimizle iktibas ederken, Hatice Teralı İncirli’nin sevdiklerinin acısını paylaşıyoruz… S.U.)
HOŞÇAKAL SEVGİLİ ÖĞRETMENİM…
O hayatta karşılaştığım ilk öğretmendi…
1962 Eylülü’ydü… Baf-Konya-Gonia Mahallesi’nden Mutallo’daki Sinanlar’ın (Albayraklar’ın) evine taşınmıştık. İlk defa bir öğretmenim olacaktı ve ilk defa da okula gidiyordum. Çocuk olmama rağmen içimde fırtınalar… Evden ilk defa ayrılacaktım ve oyuncaklarımdan, benden küçük iki kardeşimden ve de mahalledeki arkadaşlarımdan da ayrı düşecektim. Oysa hem ev ve mahalleye öyle alışmıştım ki! Ya okulu ve öğretmeni sevemezsem? Ya bana kötü davranırsa?

“BENİM ÖĞRENCİM OLACAKSIN… SENİ ÇOK SEVDİM…”
Okula yazılmaya rahmetli babamla daima anılarda yer alan Lambretta motoruyla gitmiştim. Genç, 20’li yaşlarda bir kadın öğretmen… Beni kollarına aldı, bir anne gibi sevgi gösterdi.
“Benim öğrencim olacaksın. Seni çok sevdim…” dedi…
Okula bu genç, güzel ve de öğrencilerine bir anne şefkati ile sarılan bu kadın öğretmenin gösterdiği sevgi ile başladım. Arkadaşlarım oldu. Onları da sevdi. Tüm öğrencileri için bir anneydi o…
ONUN SEVGİSİ VE OKULDAKİ LEGO OYUNCAKLAR
Okuldaki veya anasınıfındaki Legolar ve oyuncaklar; plastik oyuncaklar, oyuncak evler bana evdekileri aratmadı. Onun verdiği sevgiyle okuluma daha fazla bağlandım. Bir gün bile okuluma ve sınıfıma gitmezsem rahat edemezdim. Bu arada ağır bir suçiçeği hastalığı geçirdim. Birkaç hafta okula gidemedim. Okula gittiğimde onu tüm arkadaşlarımla sevgi ve neşe içinde, beni karşılarken buldum. O da, arkadaşlarım da, benim hastalıktan sonra okula başlamama sevinmişti. Sevgisini, benim okula başlamamla nasıl sevindiğini hatırlıyorum. Bir annenin kendi çocuğuna gösterdiği sevginin aynısıydı.
ANLATTIĞI HİKAYELER VE BANA OKUMA MERAKINI AŞILAMASI
Bize hikayeler anlattı. Zaman zaman da öğütler verdi. Örnek oldu. Temizliğe önem verirdi ama bir gün teneffüs sonrası sınıfa ellerim çamurlarla döndüm;
“Ulus niye ellerin kirli? Ben sana Türklerin temiz insanlar olduklarını söylemedim mi?”
“Öğretmenim ama ben bugün Türk değilim. Beni bugün Türk’ten saymayın” demiştim…
Bu cevabımı hayatı boyunca unutmadı ve bu olayı, 1971 veya 1972’de Mağusa’daki Liselerarası atletizm yarışması öncesinde kocası ve kocasının öğrencileri ile Salamis Harabelerini gezerken, karşılaştığı anne ve babama gülerek anlatmıştı. O da, yanındaki kocası da, bizimkiler de, gülmüştük… Hatice Hanım’ın bu yönü hafızasının kuvvetli olduğunu ve nükteden hoşlandığını göstermişti.
ONUNLA SOSYAL MEDYADAN DEVAMLI HABERLEŞTİM
Sosyal medyada devamlı buluşur orada sohbet ederdik. Onu ziyaret etmeyi kafama koymuştum. Yaşı ilerlemiş ve vücud bağışıklığının da uygun olmadığını, bu arada pandeminin de ona iyi gelmeyeceğini düşünmüş, ziyaretimi ertelemiştim. Onunla sosyal medyadan sohbet etmeye devam etmiştim. O benim için hep “Sevgili öğretmenim”di. Bana öğretmenliği ve okulu o sevdirmişti. Onun sayesinde okulu da sevmiştim. Öğretmen olmamdaki sebeplerden biri de oydu. Onun gösterdiği sevginin aynısını ben de öğrencilerime göstermiş ve beni onların da sevmelerini sağlayarak derslerimi onlara benimsetmiş ve sevdirmiştim.
EN SON SOHBETİMİZ
En son sohbetimizde bana benimle olan bir öyküsünü daha anlatmıştı. O, anaokulunda olan çocukların yürüyerek eve gitmelerini istemezdi. Bize okul kapısının önünde anne ve babalarımızı beklememizi söylüyordu. Bir gün tam sınıfın önündeki kapıda beklerken, onun orada olmadığını düşünerek, arkadaşlarıma şu şekilde konuştuğumu duymuştu:
“Siz öğretmene bakmayın. Haydi hep birlikte evimize gitmek için yürüyelim. Nasıl olsa öğretmen bizi görmez. Hem öğretmene de boş verin, nasıl olsa o da burada yok. Sınıfta her şeyi kabul eder gibi olalım ama her istediğini de uygulamayalım.” O sırada o da sınıftaymış. “Beş yaşında, sessiz bir öğrencinin bu şekilde konuştuğunu duyunca inan başımdan aşağıya buzlar döküldü sanmıştım. Senin benim için bu yaptığın konuşmalardan sonra aslında pek de göründüğün gibi sakin olmadığını anlamıştım” diye yazmıştı bana. Bu öyküyü de aklında hep tutmuştu. Çünkü nükteler hoşuna gidiyordu.

ONU HAYATA BAĞLAYAN ONA GÖSTERİLEN SEVGİ VE SAYGIYDI
Uzun zamandır rahatsızdı. Ama onu hayata bağlayan faktörlerden birinin tanıdığı çevresi ve sosyal medya olduğunu devamlı yazardı. Öğrencilerine yıllarca sevgi gösteren Hatice öğretmenim orada gösterdiği sevgiyi bulduğu için hayata bağlanmıştı. Kocasının ölümünden sonra gene sosyal medyada görüşmeye devam ettik. Onu bilinen sebeplerden dolayı gene ziyarete gidemedim. Geçen gün vefat haberini aldım.
Beni okula bağlayan, gösterdiği sevgi elektriği ile binlerce öğrenciyi başarıya götüren ilkesi sevgi olan bir öğretmendi. Toplumumuza bıraktığı en büyük eser ailesi, kendi başarılı çocukları ve yetiştirdiği öğrencilerle başarılı bir eğitim geçmişidir.
1962 yılında, babamın Lambretta motoru ile gittiğimiz Baf Gazi İlokulu’nun anasınıf öğretmeni, bir çok çocuğa anne sevgisiyle yaklaşan başarılı bir kadın öğretmendi.
Benim hayattaki ilk öğretmenimdi. Beni, bana okuduğu hikayeleri ve yol göstericiliği ile hayatta başarılı olmamı sağlayandı.
Hoşçakal “Sevgili öğretmenim.”
Seni unutmayacağım.
Hoşça kal, hep saygıyla ve Aydınlıklar içinde kal…
“Barışırken tarihi ne yapacağız?”
- “…Barışmaktan bahsettiğimize göre demek ki geçmişten gelen bir sorun, bir yanlışlık var ve bu sorunu tespit, nedenlerini teşhis etmeden barışmak pek mümkün değil. Geçmişte hiçbir yanlış, hiçbir haksızlık görmeyen gözler, bugünde de bir sorun görmezler. Dolayısıyla, barış süreçlerinde tarih ele alınırken ilk önce hakikati teslim yoluyla geçmişten gelen yanlışları tespit etmek gerekir…”
- “…Taraflar, birbirlerinin acılarını görmeyi ve saygı göstermeyi en azından denemek zorundadırlar. Böylece, genç nesiller, nüanslı ve empatik tarihsel anlatılarla karşılaşırlarsa düşmanlık veya önyargı edinme olasılıkları azalır. Fakat, bütün bunlar geçmişe sahip olmadığı özellikleri atfetmeyi gerektirmez. Başka bir deyişle, barışın fikirsel ve eylemsel kökleri veya öncülleri mutlaka tarihin içinde bir yerlerde olmayabilir, dolayısıyla olmayan şeyi aramak da beyhude olabilir…”
- “…Uzun lafın kısası, barışırken tarih genellikle yararlanacak pozitif bir kaynak değil, aşılması gereken bir engel, en azından taraflar için sorun teşkil etmeyecek şekilde halledilmesi gereken bir başlıktır. Tarihe daha ziyade neyin yapılması değil neyin yapılmaması gerektiğini anlamak için başvurulmalıdır…”
Ohannes Kılıçdağı/AGOS
Ekim 2024’te Bahçeli’nin çıkışıyla başlayan, Abdullah Öcalan’ın PKK’ya silah bırakma çağrısıyla ve örgütün bu çağrıya uymasıyla devam eden, komisyon marifetiyle TBMM’nin de dahil olduğu süreci takip etmeye devam ediyoruz. Fakat, buradaki somut nihai hedef veya hedeflerin neler olduğuna dair bir netlik olmadığı için süreci nasıl tanımlayacağımızı bilemediğimizden artık herhalde “malum süreç” diyeceğiz buna. Devlet ve iktidar çevreleri buna “terörsüz Türkiye” süreci diyor ama öyle olsaydı örgüt resmen silah bıraktığına ve dolayısıyla yapacak başka bir iş kalmadığına göre sürecin sonuna gelmiş olmamız gerekirdi. Ama öyle olmadığını hepimiz biliyoruz, demek ki yapılacak başka işler de var. Bu işlerin içeriği ve takvimi konusunda da henüz kamuoyunun yeterli bilgisi yok.
NİHAİ HEDEF BARIŞTIR…
Her ne kadar süreç ve yöntem hakkında haklı sorular ve kuşkular olsa da buradaki nihai hedefin barış olduğu söylenebilir. Gelgelelim, daha evvel de söylediğimiz gibi, barış sadece “terörsüzlük” veya silahların susmasından ibaret değil, birçok siyasi, sosyal ve duygusal boyutu olan daha uzun soluklu bir hâl barış. Dediğim gibi süreç hakkında birçok kuşku ve risk olsa da onurlu ve adil bir barış, akıl ve ruh sağlığı yerinde olan bir kimsenin reddedeceği bir şey değil (Burada, barışın teslim almak-teslim olmak demek olmadığını bir kez daha belirtme ihtiyacı hissettim.) Ben bu yazıda kısaca tarihin barışmadaki rolünden bahsetmek istiyorum.

BARIŞMADA TARİHİN ROLÜ NEDİR?
Barışmada tarihin rolü nedir? Destek midir, köstek midir? Barışırken tarihe nasıl bakmak, nasıl değerlendirmek gerekir? Barışmak için mutlaka tarihten destek bulmak şart mıdır? Bu yazıda tüm bu soruları halledip kenara koyamayız elbette ama bir-iki temel noktaya değinmeye çalışalım.
BARIŞMAKTAN BAHSETTİĞİMİZE GÖRE, GEÇMİŞTEN GELEN BİR SORUN VAR…
Aslında meselede çok basit bir akıl yürütme söz konusu. Şöyle ki, barışmaktan bahsettiğimize göre demek ki geçmişten gelen bir sorun, bir yanlışlık var ve bu sorunu tespit, nedenlerini teşhis etmeden barışmak pek mümkün değil. Gene daha evvel de söylediğim gibi geçmişte hiçbir yanlış, hiçbir haksızlık görmeyen gözler bugünde de bir sorun görmezler. Dolayısıyla, barış süreçlerinde tarih ele alınırken ilk önce hakikati teslim yoluyla geçmişten gelen yanlışları tespit etmek gerekir. Fakat bu o kadar kolay değildir çünkü hemen hemen her örnekte tarafların tarihe bakışlarında farklı anlatılar, çatışan yorumlar söz konusudur. Barış süreçlerinde tarihten gelen yanlışı ve haksızlıkları teslim etmek gerekir dedik ama bir yandan da farklı ve çatışan tarih anlatılarını birbiriyle tamamen örtüştürmeye kalkmak da meseleyi çıkmaza sokacaktır zira tarih tartışmasının sonu gelmez. Yine de tarihi anlatırken birinin ak dediğine öteki kara diyorsa tarafların barış konusunda uzlaşmaları da pek mümkün değildir.

DAHA KAPSAYICI BİR TARİHSEL HAFIZA GEREKİR…
Tarihin öğretilme ve anılma biçimi, nesiller boyunca gruplar arası ilişkileri etkiler. Eğitim müfredatları, kamusal anıtlar ve ulusal bayramlar, kimin deneyimlerinin önemli, kimin deneyimlerinin unutulduğuna dair kimi zaman açık kimi zaman örtük mesajlar taşır. Uzlaşma, bu kamusal anlatıların daha kapsayıcı bir tarihsel hafızayı yansıtacak şekilde dönüştürülmesini gerektirir. Bu, geçmişin sıkıntılı, acılı yönlerini silmek anlamına gelmez; aksine, bunların üzerine giderek dengeli bir temsil ve açık diyaloğu teşvik etmek gerekir.
TARAFLAR BİRBİRİNİN ACISINI GÖRMEYİ DENEMEK ZORUNDADIR…
Taraflar, birbirlerinin acılarını görmeyi ve saygı göstermeyi en azından denemek zorundadırlar. Böylece, genç nesiller, nüanslı ve empatik tarihsel anlatılarla karşılaşırlarsa düşmanlık veya önyargı edinme olasılıkları azalır.
Fakat, bütün bunlar geçmişe sahip olmadığı özellikleri atfetmeyi gerektirmez. Başka bir deyişle, barışın fikirsel ve eylemsel kökleri veya öncülleri mutlaka tarihin içinde bir yerlerde olmayabilir, dolayısıyla olmayan şeyi aramak da beyhude olabilir. Daha somut şekilde söyleyecek olursak, Türk-Kürt barışının gerekçesini veya zeminini mutlaka tarihte bir yerlerde bulmaya gerek yoktur. Bu minvalde, zaman zaman gene özellikle devlet ve iktidar çevrelerinde Türk-Kürt barışının gerekçeleri ve zemini bazen bin sene evvelsine de giderek geçmişin birtakım ortak silahlı faaliyetlerine, savaşlara, fetihlere vs dayandırılmaya çalışılıyor. Yani, başka bir deyişle, Türkler ve Kürtler dün beraber savaştıkları için yarın barış içinde yaşayabilirler gibi ilgisiz bir mantık ortaya çıkıyor. Bunun sebebi de barışı mutlaka tarihe dayandırmak için zorlamaktır.
NEYİN YAPILMAMASI GEREKTİĞİNİ ANLAMAK İÇİN TARİHE BAŞVURULMALI…
Halbuki, yarının nasıl olması gerektiğini, mutlaka dünün nasıl olduğu belirlemez. Zaman, değerler, öncelikler değişir; yarının barışı geçmişin değil bugünün değerleri üzerine kurulabilir ancak.
Uzun lafın kısası, barışırken tarih genellikle yararlanacak pozitif bir kaynak değil, aşılması gereken bir engel, en azından taraflar için sorun teşkil etmeyecek şekilde halledilmesi gereken bir başlıktır. Tarihe daha ziyade neyin yapılması değil neyin yapılmaması gerektiğini anlamak için başvurulmalıdır.
(AGOS – Ohannes KILIÇDAĞI – 4.12.2025)







