Bir kaç hafta öncesine göre çok umutluyum!
KKTC’de son beş hatta altı yıla damgasını vuran “İki devletli çözüm” önerisi ya da talebi; sadece müzakereleri “dondurma” maksatlı bir diplomatik “tavır”dı!
Olmayacak bir duaydı, ne yazık ki Ersin Tatar’ı kullanıp hepimize beş sene “amin” çektirmek için çaba harcadılar!
-*-*-
Geldiler, gittiler, hatta BM Genel Kurulu’nda bile iki üç kelimelik cümlecik içerisinde “KKTC tanınmalı” falan dediler ama aslında böyle bir “siyaset”in tutmayacağı netti!
-*-*-
Hatta daha da ileri gideyim, defalarca bu satırların yazarı olan ben fakir kardeşiniz; “olur da bir gün KKTC’yi tüm Dünya tanımaya kalksa, ilk karşı çıkacak olan Türkiye’dir” dedim!
-*-*-
En yakın kardeşlerimiz olan Türk Devletleri’nin bir teki bile bu konuda destek vermedi, veremedi!
Türkiye de bu devletlerin hiç birini bu yönde ikna için uraşmadı!
Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan resmen Tatar’ı arkasından hançerledi – Azerbaycan şovun parçası olmanın ötesine hiç geçemedi ama Allah’a şükür Tatar ya hiç anlamadı ya da anlamazlıktan geldi!
-*-*-
Neyse!
“Kıbrıs’ta iki devletli çözüm” konusu kapandı!
-*-*-
Haaa Kıbrıs’ta iki devlet kurulamaz mı?
Olamaz mı?
Mevcut Dünya koşullarında olamaz!
Mevcut Dünya koşulları ya da “siyasi konjenktür” denen şey değişmediği müddetçe de yaşama geçmesi imkansızdır!
-*-*-
Oturup da uzun uzun “neden olamaz”lara girmenin fazla bir değeri yok!
-*-*-
Bu “müzakereleri dondurma ve bekleme” süresi şu anda dolmuş bulunuyor!
Ersin Tatar’ı çok iyi kullandılar ve belki bir süre daha kullanabilirlerdi ama buna da Kıbrıslı Türk seçmen “yeter artık” deyince; Devlet Bahçeli aracılığı ile yüzde 65’lik seçmene “biz buralardayız, çok gofdorozluğa gerek yok” mesajını gönderirken; akabinde de yeni “Cumhurbaşkanı”nı ve eminim “yani pozisyonu” kabullendiler...
-*-*-
KKTC’nin yeni Cumhurbaşkanı, seçildiği oy oranı itibarı ile son derece güçlü bir pozisyon elde etmiş durumdadır...
Tartışmasız ve gerçek bir liderdir...
Elbette “meşhur” ve hatta “en önemli” sorunumuz olan Kıbrıs sorununun da en önemli aktörü pozisyonundadır...
Bu pozisyonunu güçlendirecek ilk “ilişki iyileştirmesi”, Recep Tayyip Erdoğan’ın desteğidir ve şu anda bu destek nettir!
-*-*-
Bu arada kesinlikle belirtmek lazım; Liderimiz Tufan Erhürman’ın işi çok zordur...
Çünkü çok yüksek bir oy oranı ile seçilmiş olması omuzlarındaki yükü ağırlaştırmaktadır...
-*-*-
Omuzlarındaki yükü artırmasına sebep olan nedenlerden bir diğeri de Kıbrıs Rum Toplumu’nun “Erhürman’ın seçilmesi sonrası” beliren ya da umuda dönüşen beklentileridir...
Brüksel’de yaklaşık 4 gündür birlikte olduğumuz ister Rum gazeteciler, ister Rum diplomatlar hatta bakanlar ve hatta Kıbrıs Cumhurbaşkanı; Erhürman’dan “mucize bekler” pozisyondadır!
-*-*-
Bir kere şu nettir; Kıbrıs Cumhuriyeti yani tabiri caizse Rum Tarafı’nın “iki bölgelilik”, “iki toplumluluk” ve “iki toplumun ya da tarafın siyasi eşitliği” konusunda hiç bir derdi yoktur...
-*-*-
Erhürman’ın defalarca dile getirdiği “kelimeler ya da kavramlar üzerine takılmamak lazım” sözü çok önemlidir...
-*-*-
Rum Tarafı’nda tabii ki Türklerle Ada’yı federal bir çatı altında bir araya getirmeye karşı olanlar olacaktır... Vardır... Kilise ve ELAM ya da ELAM’a yakın görüşler çoktur... Ama bizim tarafta da Devlet Bahçeli faktörünün veya duruşunun ya da son beş yıldır yürütülen “ayrı eşit ve egemen devlet” maskaralığının, Kilise ya da ELAM tutuculuğundan bir farkı yoktur...
-*-*-
Hatta şu hiç unutulmamalıdır; son beş yılda yürütülen ayrı devlet siyaseti, ELAM’ı ciddi şekilde güçlendiren faktörlerden biri olurken, ayrıca Crans Montana’da çok haklı bir şekilde olmasa da Rum Tatarafı’nın başına kalan “sorumluluğu” ortadan kaldırmıştır!
-*-*-
Kıbrıs Rum Tarafı, yanında, AB çevrelerinde, Tufan Erhürman’ın liderliği bence hiç beklenmedik büyüklükte bir heyecan yaratmıştır...
-*-*-
Hiç tahmin edemeyeceğim kadar çok farklı ülkeden gazeteciler, kısa sürede adını öğrenmiştir ve onlar da Erhürman’a “AB üyesi Kıbrıs’ta çözüm adına yeni bir umut” olarak bakmaya başlamıştır...
-*-*-
Rum Lider nikos Hristodulidis bizzat bana ve Ulaş Barış arkadaşıma, “tabii ki seçilmesi beni umutlandırdı ama daha da umutlu olmak için yüz yüze görüşmemiz şart” demiştir...
-*-*-
Bir kere, şu anda Erhürman ile yaşanan “çözüm adına mutlu ve umutlu” olmamızı sağlayan bir pozisyonumuz var...
Erhürman, göreve başlamadan, AB çevrelerinde – Rum Tatrafı’nda ve hatta gayet görünürdür Türkiye’de gördüğü kabulü, daha güçlü bir pozisyona çekmelidir...
Bunun şartı da her üç kesimle, yani Türkiye, Hristodulidis ve üçüncü taraflarla ilişkilerini hemen geliştirmesidir...
-*-*-
Elbette bu da Erhürman’ın omuzlarında fazladan bir ağırlık olacaktır...
-*-*-
Kendisini biraz tanımışsam; diyorum ki, o omuzlarda – o beyinde, bu ağırlıkların çok daha fazlasını taşıyabilir...
Yeter ki; gereksiz karalamalar, geride kalmış popüler suçlamalar; aklı başında eleştirilerin önüne geçmesin...
-*-*-
Umutlu muyum?
Bir kaç hafta öncesine göre, çok umutluyum!
Kırıslı Türkler, seçimde Erhürman’a yüzde 60 – 65 banından destek verdi ama şu andaki desteği yüzde 95’tir...
Bu da beklentileri ve omuzdaki ağırlığı haliyle artıracaktır!
-*-*-
Bu omuz ağırlığının hafifletilmesi için, kuracağı ekip ya da ekiplerin hayati önemi vardır...
-*-*-
Çünkü, Brüksel’de bir kez daha gördüm, gözlerimle – kulaklarımla şahit oldum; “karşısında” yani Kıbrıs Rum Tarafı kadrosunda, tıpkı kendisi gibi hatta kendisinden daha da fazla bir şekilde “Kıbrıs sorunu” içerisinde pişmiş, konuya – konulara hakim bir Lider vardır...
-*-*-
Ama Rum liderin etrafındaki kadro, sadece Dışişeri Bakanı veya AB Dönem Başkanlığı Müsteşarı veya Hükümet Sözcüsü değil; hemen herkes, konusunda uzman olmanın ötesinde, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Dünya ile ilişkilerinin tecrübesiyle yüklüdür...
-*-*-
Örneğin AB Dönem Başkanlığı – AB - Brüksel Büyükelçiliği ekipleri ne acıdır diyeceğim; bizde olmayan bir kadro kalitesine sahiptir...
Ve bu kadroda bir kaç kişi bile olsa, Kıbrıslı Türk de istihdam edilmeye başlanmıştır...
Edilmiştir...
-*-*-
İzliyoruz!
Bunca yıldır zaman zaman gerek Bürksel, gerekse Strasburg’a, AB kurumlarının toplantılarını izlemeye geldim... 1990’lı yıllarda, İngiltere’de yaşamaya başladığım dönemde çok sık bir şekilde, Londra’dan Brüksel’e geliyordum... İlk defa son dört gündür, Kuzey Kıbrıs’taki siyasi değişiklik ve bu değişiklikten “umutlu” şeyler bekleyen çok sayıda insana rastladım... 1990’lı yıllarda ve 2000’li yılların başlarında, Londra’da CTP Dayanışma Derneği ve Demokrasi Derneği gibi örgütler, İngiliz İşçi Partisi ile ilişkilerinde çok ileri noktadaydı... Eminim hala öyledir... Ama İngilizler artık AB’de değil... Ve bu da bence oralardaki gücümüzün en ciddi eksilmesidir... Bundan önceki her gelişim, son dört günde yaşadıklarıma göre, son derece “turistik”ti! İlk kez “turistik” olmanın ötesine “az da olsa” geçtiğimi söyleyebilirim... Mehmet Ali Talat’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde, CTP Londra Dayanışma Derneği ve Demokrasi Derneği, çok etkili ilişkiler kurmayı başarmıştı... Hatta bu iki örgüt, bir anlamda Türkiye ile AB arasında, İngiliz İşşçi Partisi aracılığı ile köprü görevindeydi... Bu ya da benzer ilişki çok önemli... Son beş yılda sadece şov maksatlı olarak fotoğraf çekilmesi ötesine geçemeyen Türk Devletleri ilişkileri yanında, sıfırlanmış tüm diplomatik ilişkilerin yeniden kurulabilmesi sağlanmak zorundadır...








