1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. “Ben” le  Başlayan Cümlelerin Yükü
“Ben” le  Başlayan Cümlelerin Yükü

“Ben” le  Başlayan Cümlelerin Yükü

"Bazen bu dengeyi kendi elimizle bozarız. Fazla fedakârlık yapar, fazla alttan alır, “mütevazı olmak iyidir” diye kendimizi geri çekeriz"

A+A-

TUĞBA ÖZER

Ne çok duyarız…

“Ben şöyleyim, ben bunu yaptım, ben şunu yaptım…”

Bitmek bilmeyen bir vitrin sunumu. İltifatları parlatma, eksikleri örtme, hatta bir adım öteye gidip okunmamış bir kişiliğe bürünmeye çalışma çabası…

 Geçen hafta değinmiştim: Kendini olduğundan fazla, hatta bambaşka biri olarak  göstermeye yönelen o ince ama yorucu iç ses. Aslında burada da aynı döngü devam eder; kişi, varolan kimliğini süslerken “ben, ben” diye uzayan bir anlatıyla sahneyi tamamen kaplar.

 

Üstelik bununla da bitmez. Karşısındakinin en ufak açığı didiklenir; açık yoksa bile olan büyütülür, büyütemeyince küçümseyici bir alaycılığa sığınılır. Çünkü bazıları için karşıyı değersizleştirmek, kendini parlatmanın en kestirme yoludur.

Çok tanıdık geldi bu satırlar öyle değil mi?

 Kimi zaman seyirciyizdir bu konulara, kimi zaman çemberin içerisinde,  kimi zaman ise; çemberin dışında yönelten kişi!

 

Ne yazık ki eğer karşısında duran kişi sınır koyamıyorsa, gücünü kullanabilecek bir konumda değilse işin acı tarafı şudur: Bu davranış giderek artar. Karşıdaki, sanki herkesi yargılamaya, küçümsemeye hakkı varmış gibi davranır. İster arkadaş olsun ister eş, ister anne-baba, ister öğretmen…

Kimsenin kimseyi haddinden fazla eleştirme, hele hele küçümseme hakkı yoktur.

 

Hayatın kadim bir kuralı vardır: Her şeyin bir çizgisi, her ilişkinin bir sınırı olur.

Biz buna denge deriz.

 

Ama işte…

 Bazen bu dengeyi kendi elimizle bozarız. Fazla fedakârlık yapar, fazla alttan alır, “mütevazı olmak iyidir” diye kendimizi geri çekeriz. Oysa günün sonunda ne olur biliyor musun?

Kişisel sınırlarımız ihlal edilir. Bir kez yapıldığı ve karşılık görmediği için, karşıdaki bunu kendine hak görmeye başlar.

Daha kötüsü de var: Karşımızdaki kişi, bizim en zayıf düştüğümüz bir anı tüm hayatımıza geneller. Kendi kafasının içindeki eksik bilgilerle bir hayat öyküsü yazar bizim adımıza. Sonra da ısrarla “Sen böylesin” diye diretir.

Ama bilmez…

Bilmez ki hangi yollardan geçtiğimizi.

Hangi sınavları verdiğimizi.

Hangi yaraları taşıdığımızı, hangi mücadeleleri sessiz sedasız kazandığımızı…

 

O sadece kendi penceresinden yargıda bulunur.

Oysa insan dediğin, tek bir anın ya da tek bir davranışın gölgesine sığdırılacak kadar basit bir hikâye değildir.

Belki de hatırlamamız gereken şey şu:

Sınır koymak, kavga etmek değildir.

Küçümsemeyi reddetmek, kibir değildir.

Dengenin korunması ise; karakter meselesidir.

Ve hayatın bütün gürültüsüne rağmen en çok buna ihtiyacımız vardır.

Unutmayalım ki sınırlarımızı koruduğumuz, önce kendimizi hayat sahnesine koyup değerli bulduğumuz zaman daha anlamlı kılınacak, geride kalan o hep alacaklı olduğumuz yarınlar.

Hata yapabiliriz, yaralar alabiliriz; ama o hatalar ve yaralardır bizleri geleceğe taşıyan ve büyüten. Kimse yara almadan ve hata yapmadan gelmez, gelemez bulunduğu noktaya. Mühim olan hata değil; ondan ders alıp yola devam edebilmektir.

Zira İmam Buhari’nin dediği gibi: “Kendini övmek, rüzgârla karın doyurmaktır.” Bu yüzden kusursuzluk arayışı bir vitrin, bir yanılsamadır; önemli olan fark etmek, durmak ve kendimizi boşuna yıpratmamak.

Çünkü unutmayalım, hepimiz biricik ve kıymetliyiz yeryüzünde.

Satırların yarenliğinde yeniden görüşmek dileğimle.

Sağlıkla ve hoşça kalın.

Bu haber toplam 1004 defa okunmuştur