1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Batman’in Politiği
Batman’in Politiği

Batman’in Politiği

Slavoj Žižek: İsyan eden yurttaşların bastırılmasından, “iyi kapitalist”in takdir edilmesine, ‘Kara Şövalye Yükseliyor’ yaşadığımız kaygı çağını yansıtıyor.

A+A-

 

 

 

Slavoj Žižek

 

Çeviri

Evren İnançoğlu

 

 

 

İsyan eden yurttaşların bastırılmasından, “iyi kapitalist”in takdir edilmesine, ‘Kara Şövalye Yükseliyor’ yaşadığımız kaygı çağını yansıtıyor.

 

 

Kara Şövalye Yükseliyor, bize Hollywood filmlerinin toplumlarımızın ideolojik çıkmazlarının hasas bir göstergesi olduğunu işaret ediyor. Filmin konusu şöyle: Christopher Nolan’ın yönettiği Batman serisinin, bir önceki filmi olan Kara Şövalye’de yaşanan olayların ardından sekiz yıl  geçmiş,Gotham Şehri’nde hukuk ve düzen tesis edilmiştir.  Komiser Gordon, Dent Yasası’ndan aldığı olağanüstü güçle, şiddetin ve örgütlü suçun kökünü nerdeyse kazımıştır. Buna rağmen, Harvey Dent’in suçlarını örtbas ettiği için suçluluk duymaktadır. Kamuya açık bir etkinlikte bu komployu halka itiraf etmeyi planlar- Ancak şehrin gerçeği duymaya henüz hazır olmadığına karar verir.

 

Bruce Wayne, Batman kimliğini bir tarafa bırakmış, malikanesinde izole bir hayat sürmektedir. Çekirdeğinin nükleer bombaya dönüştürülebileceğini öğrenince, nükleer füzyon gücünü kullanmayı hedefleyen temiz enerji yatırımına son vermek zorunda kalmıştır.  Bu nedenle şirketi kötü günler geçirmektedir. Güzel bir kadın olan Miranda Tate, Wayne Teşebbüsleri’nin yönetim kurulu üyesidir ve Wayne’i insanların arasına geri dönerek, hayır işlerine devam etmesi için teşvik etmektedir.

 

Bu noktada filmin ilk kötü karakteri devreye girer. Terörist başı olan Bane, Gölgeler Ligi’nin eski bir üyesi olarak Komserin konuşma metninin bir kopyasını ele geçirir. Bane’nin mali entrikaları Wayne’nin şirketini batma noktasına getirir.  Wayne şirketin kontrolünü Miranda’ya emanet eder. Bu arada, Wayne ile Miranda kısa bir aşk yaşarlar. Bane’nin füzyon çekirdeğinin peşinde olduğunu öğrenen Wayne, tekrardan Batman kimliğine bürünür ve Bane ile yüzleşir. Yakın dövüşte Batman’i felce uğratan Bane, onu kaçmanın nerdeyse imkansız olduğu bir hapishaneye kapatır.  Hapishanede geçen zamanda Wayne’nin yaraları iyileşir. Bane ise Gotham Şehri’ni izole bir şehir devletine dönüştürür.  Gotham polis teşkilatını oyuna getirerek yer altındaki tünellerde tutsak eder. Bir dizi patlama ile Gotham Şehri’nin anakaraya bağlantısını sağlayan köprüleri havaya uçurur. Bane, Wayne’nin füzyon çekirdeğini bir bombaya dönüştürdüğünü ve şehri terk etmek yönünde herhangi bir girişim karşısında bu bombanın infilak edeceğini duyurur.

 

Bu noktada, filmin hayati bir kısmına geliriz:  Bane’nin şehri ele geçirmesine büyük bir politik-ideolojik saldırı eşlik eder. Bane, Dent’in ölümünün nasıl ört bas edildiğini ifşa eder ve Dent Yasası çerçevesinde hapsedilen mahkumları serbest bırakır. Zengin ve güçlü olanı kınar, gücü halka iade edeceği sözünü verir. Halka, “şehrinizi geri alın” çağrısında bulunur. Eleştirmen Tyler O’Neil’in de ifade ettiği gibi; Bane kendini “gerçek Wall Street işgalcisi” olarak ortaya koymakta ve toplumun yüzde 99’unu oluşturanları bir araya gelerek, sosyal elitleri devirmeye çağırmaktadır. Müteakiben sıra filmin halkın gücü ile ilgili fikrine gelir - filmde kısaca zenginlerin yargılanarak idam edilmeleri ve sokakların suç ve kötülüğe teslim oluşu gösterilir.

 

Birkaç ay sonra, Gotham şehri terörden acı çekmeye devam ederken, Wayne hapishaneden kaçmayı başarır ve Batman kimliğine bürünerek arkadaşlarıyla birlikte şehri özgürlüğe kavuşturmak ve nükleer bombayı patlamadan önce etkisiz hale getirmek için çalışmaya başlar. Batman, Bane’e müdahale ederek onu etkisiz hale getirir ama araya Miranda girer ve Batman’i bıçakla yaralar. Miranda, kimliğini Batman Başlıyor filmindeki  Gölgeler Ligi çetesindeki kötülerin liderinin kızı Taila olarak açıklar. Planının Gotham Şehri’ni yok ederek, babasının yarım kalan işini tamamlamak olduğunu söyledikten sonra, kaçıp gider.

Takip eden kargaşa içerisinde Komiser Gordon bombanın uzaktan kontrol bağlantısını keser, bir başka süper kahraman, kedi kız Selina Kyle, Bane’i öldürerek Batman’i serbest bırakır ve Batman Talia’nın peşine düşer. Onu bombayı etkisiz hale getirebileceği füzyon odasına götürmeye zorlar ama Taila odayı havaya uçurur. Taila kullandığı kamyonun yoldan çıkıp kaza yapması sonucu ölür. Ölürken bombanın patlamasının önüne geçilemeyeceğinden emindir. Batman, özel bir helikopter kullanarak bombayı şehir sınırları dışına çıkartıp, okyanus üzerinde patlatır. Batman  patlama esnasında muhtemelen ölmüştür. Yaptığı fedakarlıkla şehri kurtaran bir kahraman olarak anılmaktadır artık. Wayne’nin ise ayaklanmalarda öldüğüne inanılmaktadır. Uşağı Alfred, Wayne’nin mirasının paylaştırıldığı bir zamanda Wayne ve Selina’yı Floransa’da bir kafede görür, Wayne yaşıyordur. Genç ve dürüst bir polis olan ve Batman’in kimliğinden haberdar olan Blake, Bataman’in mağrasını devralır. Filmin finalinin ideolojik temelleri hakkındaki ilk ip ucunu Wayne’nin sözde cenazesinde, Dickens’in “İki Şehrin Hikayesi”nin son satırlarını okuyan Alfred verir: “Bugüne dek yaptığım şeylerin en iyisi bu sanırım. Biliyorum ki ruhum artık bu güne kadar tanımadığı bir sakinliğe kavuşacak”[i] Bazı eleştirmenler bu hususta, eleştirmen O’Neil’in şu ifadesiyle aynı fikirdedirler: “Batı sanatının en yüksek düzeyine gelir... Film Amerikan geleneğinin merkezine gönderme yapar - sıradan insanlar için asilce fedakarlıkta bulunmak... Gerçek bir İsa figürü olarak, Batman, diğer insanları kurtarmak için kendini feda eder.” Bu perspektiften bakıldığında, filmin konusu Dickens’ten, Calvary tepesindeki İsa’ya doğru geri adım atar. Ancak Batman’in fedakarlığı, İsa’nın ölümünün gerçekleşmediği düşüncesinin filmin son sahnesinde tekrar edilmesi ile çelişkili değil midir? (Wayne Selina ile bir kafede oturmaktadır) Bu sonun dini karşılığı; İsa’nın çarmığa gerilmekten kurtularak Hindistan’da, ya da Tibet’te uzun bir hayat sürmesi değil midir? Bu final sahnesinin günahını bağaşlatacak tek şey, bu görüntüyü Alfred’in bir hayal ürünü ya da halüsinasyonu olarak değerlendirmek olacaktır.

Filmin daha ileri giden Dickenci bir özelliği  daha var; zengin ve yoksul arasındaki farkın depolitize eleştirisi. Filmin başlarında, Selina ile Wayne, üst sınıf seçkinlerin katıldığı  bir galada dans ederken, Selina Wayne’nin kulağına şöyle der: “Bir fırtına yaklaşmakta, Bruce Bey. Siz ve arkadaşlarınız belaya hazırlıklı olsanız iyi olur.  Zira bu fırtına vurduğunda nasıl olur da siz bu kadar fazla şeye sahip olurken, geri kalan bizlere bu kadar az şey bırakarak, yaşayıp gidebileceğinizi düşündüğünüze şaşıracaksınız” Her iyi liberal gibi Nolan da eşitsizlikten kaygı duymaktadır. Bu kaygının filme nüfuz ettiğini söyler: “ekonomik adalet nosyonu filme sızar... Ben filmde sol ya da sağ bir perspektif hissetmiyorum. Filmde olan şey, yaşadığmız dünyanın keşfi ya da dürüst bir değerlendirmesidir - bizi kaygılandıran şeylerin.”

Eleştirmenler, Wayne’nin çok zengin olduğunu bilmelerine rağmen, Wayne’nin servetinin nerden geldiğini genellikle unuturlar: silah üretimi ve borsa spekülasyonu. Bu nedenle Bane’nin borsada çevirdiği dümenler onun imparatorluğunu yok edebilmektedir. Silah tüccarı ve spekülatör - Batman’in, maskesinin altında gizlediği sırrı budur. Film bunun üstesinden nasıl gelir? Yetimanelere para yardımı yapan iyi kapitalistlerin (Wayne) karşısına açgözlü kötü kapitalistleri (Dickens’teki Stryver) yerleştiren orijinal Dickensci temayı dirilterek.

Filmin senaryo yazarlarından biri ve aynı zamanda Nolan’ın kardeşi olan, Jonathan’ın dediği gibi: “İki Şehrin Hikayesi, bence, en fazla.....  parçalanan bir uygarlığın en hazin, en ayırt edici portresidir. O zamanın Paris’indeki teröre bakarsanız, işlerin o kadar kötü gidebileceğini  hayal etmek çok güç olduğunu görürdünüz.” İntikam peşinde koşanların popülist ayaklanmalarının gösterildiği sahneler (kendilerini  dışlayan ve sömüren zenginlerin kanlarına susamış bir çete) Dickens’ın terör hükümdarlığı portresini çağrıştırmaktadır. Dolayısıyla film politik olmamasına rağmen, Dickens’in romanını takip ederek devrimcileri “dürüst bir şekilde” meczup fanatikler olarak tasvir etmektedir.

 

İyi Terörist

Bane ile ilgili ilginç bir nokta, Bane’nin devrimci sertliğinin kaynağının koşulsuz sevgi olmasıdır. Bane, dokunaklı bir sahnede, Wayn’e, acılarla dolu bir ortamda, sonuçlarına aldırmadan ve karşılığında korkunç bir bedel ödemek pahasına, bir sevgi eylemi olarak Taila isimli çocuğu nasıl kurtardığını anlatır. (Bane çocuğu savunurken ölümüne dövülür).

Bir başka eleştirmen, R. M. Karthick, Kara Şövalye Yükseliyor’u  İsa’dan Che Guera’ya  “sevgi işi” diyerek  şiddeti methetme ile ilgili uzun geleneğe yerleştirir. Tıpkı Che’nin günlüğünde yaptığı gibi:

Gülünç duruma düşme riskini göze alarak şunu söylememe izin verin; gerçek devrimciliğe yol gösteren şey güçlü bir sevgi duygusudur. Gerçek bir devrimcinin bu niteliğe sahip olmaması düşünülemez.

Burada karşımıza çıkan şey “Che’nin Hrıstiyanlaştırılması” değil daha ziyade İsa’nın “Che’leştirilmesi”dir-  İsa’nın Luka’daki skandal sözlerinin (“Eğer biri bana gelir ve annesinden ve babasından, eşinden ve çocuklarından, erkek kardeşlerinden ve kızkardeşlerinden, nefret etmediğini  söylerse - evet, kendi hayatından da -benim öğrencim olamaz”) işaret ettiği yönde, Che’nin: “Sert olmanız gerekebilir ama şefkatinizi kaybetmeyin.” “Gerçek devrimci sevgi duygusu ile hareket eder”  gibi ifadeleri, Che Guevarra’nın daha problematik bir devrimci tanımı olan “ölüm makineleri” ile birlikte okunmalıdır.

Nefret mücadelenin bir parçasıdır; düşmandan acımasızca nefret etmek bizi insanın doğal sınırlarının ötesine taşır ve bizi etkili, şiddet dolu, seçici, duygusuz, ölüm makinelerine dönüştürür. Askerlerimiz böyle olmalıdır; nefret duymayan biri, acımasız düşmanın hakkından gelemez.

Che Guevara, burada, İsa’nın sevgi ve kılıç birlikteliğini yorumlar- iki durumda da, paradoksun altında yatan, sevgiyi meleksi hale getiren, onu duygusallığın üstünde yükselten şey, onun acımasızlığı ve şiddetle olan ilişkisidir. Bu ilişki, sevgiyi, insanın doğal sınırlarının ötesine taşıyan ve onu koşulsuz bir dürtüye yerleştiren şeydir de aynı zamanda. Kara Şövalye Yükseliyor’a dönecek olursak, bu nedenle, filmde tasvir edilen tek gerçek sevgi,  Batman’inkine kıyasla , açık bir şekilde teröristin, Bane’nin sevgisidir.

Yakından incelemeyi hak eden bir başka karakter de Taila’nın babası, Ra’dır. Ra  özünde Arap ve doğu özelliklerinin karışımını barındırır. Yozlaşmış batı uygarlığını düzeltmeyi amaçlayan terörürün bir uzantısıdır. Bu karakteri canlandıran Liam Neeson sinemada daha ziyade ağırbaşlı, iyilik ve bilgeliği temsil eden karakterleri canlandırır. Titanların Çarpışması’nda Zeus’u, Yıldız Savaşları serisinin ilk bölümü Hayalet Tehditi ise Obi Wan’ın hocası olan Jedi Qui-Gon Jinn’i canlandırır. Obi-Wan Anakin’i keşfeden kişidir, anakinin seçilmiş kişi olduğuna ve evrendeki gücü dengeye getireceğine inanır; bu nedenle Yoda’nın Anakin’in istikrarsız doğası hakkındaki uyarılarına kulak asmaz. Hayalet Tehditi’nin sonunda Qui-Gon suikastçi Darth Maul tarfından öldürülür.

Batman üçlemesinde, Ra genç Wayne’nin akıl hocasıdır. Batman Başlıyor’da, kendini Hutan’da bir hapishanede bulur. Kimliğini Henri Ducard olarak açıklar ve çocuğa bir “yön” teklifinde bulunur. Wayne özgür kaldığında, Ra’nın onu beklemekte olduğu Gölgeler Ligi çetesine gider. Meşakatli ve uzun bir eğitim sürecinden sonra, Ra Wayn’e kötülükle mücadele için gereken herşeyi yapması gerektiğini, bu doğrultuda çetenin ona misyon olarak, iflah olmaz bir şekilde yozlaşmış Gotham Şehri’ni yok etme görevini verdiğini söyler.

Bu nedenle Ra, basitce kötülüğün vücut bulmuş bir hali değildir. Eşitlikçi bir öğreti içerisinde, yozlaşmış bir imparatorluğa karşı savaş vermekte olan erdem ve terörün birleşimini temsil eder. Dolayısıyla, Frank Herbert’in Dune romanındaki Paul Atreides karakterinden, Frank Millerin çizgi romanı 300’deki Leonidas’a doğru kayar. Wayne’nin bir zamanlar Ra’nin öğretisini takip ediyor olması hayatidir: Wayne’i Batman’e dönüştüren kişi akıl hocasıdır.

Bu noktada aklımıza mantık gereği iki tane itiraz gelir. Birincisi, filmin sadece tepkisel bir kuruntu ile ilgili olmayışıdır zira Stalin’in iktidara gelişinden, Kızıl Kemerler’in iktidarına kadar, gerçek hayattaki devrimler canavarca işlenmiş toplu cinayetlerle ve şiddet öğeleriyle doludur. İkincisi, gerçek hayattaki Wall Street’i İşgal Et hareketinin şiddete başvurmamış olmasıdır - hedefi bir terör hükümdarlığı kesinlikle değildir. Oysa Bane’nin devriminin Wall Streeti İşgal Et hareketi ile ilişkili olduğu çıkarımını yapmamız beklenirken, film absürd bir şekilde hareketin hedeflerini ve stratejilerini saptırmaktadır. Devam etmekte olan kaptializm karşıtı protestolar Bane’in tam tersi yöndedirler: Onun anlayışı devlet teörürünün ikiz görüntüsünü sergiler, devlet gücünü aşıp yerine kendi kendini idare eden bir örgüt koymak yerine, korkuya dayalı ölümlerle dolu bir fundamentalist yönetim hedefler. İki itirazın paylaştıkları ortak şey ise ikisinin de Bane figürünü red etmeleridir.

Bu iki itiraza çeşitli şekilde cevap verilebilir. Öncelikle şiddetin kapsamını belirginleştirmek gerekir. Tahakküme tepki olarak ortaya çıkmış çete şiddetinin, orjinal tahakkümden daha kötü olduğu yönündeki iddiaya en güzel cevabı Kral Artur’un Hükümdarlığı’nda Bir Connecticut Yankee’si isimli romanında Mark Twain veriyor:

Aklımıza getirebileceğimiz iki tane “Terör Hükümdarlığı” var; bir tanesi ateşli bir tutkuyla yoğrulmuştur, diğeri ise kalpsiz soğuk kan ile... geçici küçük şeylerin korkusuyla bizi titreten terör ve bir balta ile gelen ani bir ölüm, uzun süren açlık, soğuk, aşağılanma, zulüm, ve kalp kırıklığı ile bir ömür boyu süren ölümün yanında nedir ki?... Bize yası ve üzüntüsü dikkatle öğretilmiş kısa süren bir terörün tabutları bir şehir mezarlığına sığdırılabilir. Ama büyüklüğü ve acısı bize hiç bir zaman öğretilmemiş, acıları kelimelerle anlatılamaz, daha eski ve gerçek terörün tabutları bütün Fransa’ya zor sığdırılır.

Dolayısıyla, 20. Yüzyıl kommünizminin ölümlere neden olan aşırı şiddet kullandığı yönündeki basit iddiaları bir tarafa bırakarak, şiddet sorunsalını açıklığa kavuşturmak gerek. Aynı tuzağa düşmemeye dikkat etmeliyiz. Gerçek şu ki, şiddet iddiası korkunç olsa da doğrudur. Ancak yine de şiddete doğrudan bu kadar odaklanmak, temelde yatan soru konusunda kafa karışıklığına neden olmaktadır: Komünist projede sorun aslında neydi? Projenin ne tür bir içsel zaafı komünizmi sınırsız bir şiddete yöneltti?

Komünizmin “şiddet sorununu” ihmal ettiğini söylemek yeterli değildir. Onu şiddete doğru iten şey daha derin bir sosyo-politik başarısızlıktı. Dolayısı ile halkın gerçek gücünü tahayyül etmeyi başaramayan sadece Nolan’ın filmi değildir. “Gerçek” radikal özgürlük hareketleri de bunu başaramadılar, ya da  “halkın gücü” denen şeyin aslında şiddet dolu bir korku olduğu, eski toplumun koordinatları içerisinde kalmaya devam etme hatasına düştüler.

Son olarak, Wall Street’i İşgal Et hareketi ve diğer benzer hareketlerin içlerinde hiç şiddet potansiyeli barındırmadıklarını söylemek çok basit bir yaklaşım olurdu-  Gerçek özgürleştirici süreçlerin hepsinde şiddet vardır. Kara Şövalye Yükseliyor’un sorunu, bu şiddeti cinayetlerle dolu bir terör olarak aktarması. Gelin hep beraber, Jose Saramago’nun, ismi belirsiz bir demokratik ülkenin, ismi belirsiz bir başkentinde yaşanan garip olayları anlatan Görmek isimli romanıyla bir tali yola sapalım. Şiddetli yağmurla birlikte seçim günü gelip çattığında, seçime katılım rahatsız edici derecede az olarak gerçekleşir. Ancak öğleden sonra havanın düzelmesiyle birlikte insanlar oy verilen yerlere akın ederler. Hükümet rahatlamıştır, ancak bu rahatlama kısa sürer: sayım sonuçları oy verenlerin %70’nin oylarını boş olarak attıklarını gösterir. Şaşırıp kalan hükümet, halka bu durumu düzeltmeleri için bir şans daha tanır ve bir hafta sonra yeni bir seçime daha gider.

Sonuç daha da kötüdür. Bu kez de oyların %83’ü boş olarak atılmıştır. İki büyük parti- sağdaki iktidar partisi ve merkezdeki ana muhalefet partisi paniğe kapılır. Marjinalleştirilen sol parti ise boş atılan oyların kendi ilerici programlarına verilmiş bir destek olarak yorumlar. Özünde kötülük barındırmayan böyle bir protestoya nasıl karşılık vereceğinden emin olmayan, ancak bir anti demokratik komplonun hazırlanmakta olduğundan emin olan hükümet, bu hareketi “saf ve katıksız” bir terör olarak nitelendirir ve acilen olağanüstü hal ilan eder.

 

Nolan’a geri dönecek olursak, Batman üçlemesi içsel bir mantığı takip eder. Batman Başlıyor’da, kahraman liberal düzenin sınırları içinde kalır: sistemi ahlak kurallarına uygun metodlara bağlı kalarak savunmak mümkündür. Kara Şövalye ise aslında John Ford’un 2 western klasiğinin yeni bir versiyonudur; Apaçi Kalesi ve Özgürlük Çerçevesini Vuran Adam. İki filmin de gösterdiği şey Vahşi Batı’nın medenileştirilmesi için gerçeklerin görmezden gelinerek efsaneler yaratılması gerektiğidir. Kısacası bu filmler medeniyetimizin bir yalan üzerine inşa edilmesi gerektiğini gösterir. Sistemi savunmak için kuralları ihlal etmek gerekir.

 

Batman Başlıyor’da kahraman basitce, polisin cezlandırmayı başaramadığı suçluları kendi cezalandıran klasik bir şehir korumasıdır. Sorun polisin, resmi kanunun - yaptırım gücü olan organın - Batman’in yardımına şüpheyle bakmasındadır. Batman’i güç üzerindeki monopollerine bir tehdit olarak görürler, onu polisin etkisiz oluşunun bir kanıtı olarak algılarlar. Ancak onun burdaki ihlali tamamen kanuna uygundur: Yasal olmamasına rağmen Hukuk adına hareket eder. Eylemlerinde, yasayı asla ihlal etmez. Kara Şövalye’de koordinatlar değişir. Batman’in gerçek hasmı, filmde düşmanı olarak görünen Joker değil “Beyaz Şövalye” Harvey Dent’tir. Dent yeni bölge başsavcısıdır ama aynı zamanda bir şehri korumak için kurulmuş yasadışı bir örgütün üyesidir. Suça karşı verdiği amansız mücadele onu masum insanları öldürmeye kadar götürür ve bu onun sonu olur. Dent, yasal düzenin, Batman’ın düzene karşı oluşturduğu tehdite verdiği cevaptır adeta: Batman’in, düzeni korumak için yasadışı yollara sapmasına karşılık, sistem, kendi yasadışı fazlalığını, Batman’nin şiddetinden daha büyük bir şiddet içeren, başka bir örgüt içinde üretir.

 

Dolayısıyla, Wayne’nin Batman kimliğini ifşa etmeyi düşündüğü bir esnada - Dent’in ortaya çıkarak kendini Batman olarak tanıtmasında şiirsel bir adalet vardır - o Batman’den daha Batman’dir, Wayne’nin direniş göstermeyi başardığı kanunu ihlal etmenin ayartmasına gelir. Filmin sonunda Batman, sıradan insanlar tarafından kahraman olarak görünen kişinin itibarını kurtarmak adına Dent’in işlediği suçların sorumluluğunu üstüne aldığında, bu eylemi simgesel bir değiş tokuşun jestine dönmüştür: İlk olarak Dent Batman’in kimliğini  kendi üzerine almıştı, karşılığında  ise Wayne - gerçek Batman - Dent’in suçlarını kendi üzerine alır.

Kara Şövalye Yükseliyor işleri daha da ileri götürür. İşleri aşırıya götüren Dent değil Bane midir? Dent sistemin adaletsiz olduğu sonucuna varır, dolayısıyla adaletsizlikle daha etkin savaşmak için, sistemin alehine dönüp, onu yok etmek zorundadır. Dent geriye kalan kısıtlamalarından da kurtulur ve hedefine ulaşmak için ne gerekiyorsa yapmaya hazır hale gelir. Böyle bir karakterin ortaya çıkması herşeyi bütünüyle değiştirir. Batman de dahil tüm karakterler için ahlak, göreceli bir hal alır, yarar sağlama meselesine dönüşür, sonuçları tarafından belirlenen bir şey haline gelir. Bu açık bir sınıf savaşı halidir - sistemi savunmak için herşey mübahtır, hem de sadece gözü dönmüş çetelerle mücadelede değil,  halk ayaklanmalarını bastırmak için de herşey mübahtır.

Film, özgürlük mücadelesine angaje olanlar tarafından red mi edilmeli? Herşey o kadar basit değil. Filme siyasi bir Çin şiirini yorumlar gibi mi yaklaşmalıyız? Yokluklar ve mevcudiyetler önemlidir. Kocasının en yakın arkadaşının kendisine asıldığı kadının hikayesini hatırlayalım. Şaşkın arkadaşın konuya gelmesi biraz zaman alır: bu şaşkınlıkta, kadın onu kendini baştan çıkarmaya davet eder. Bu Freudyen red etmeyi kabul etmeyen bilinçdışı gibidir: önemli olan bir şey hakkında olumsuz bir yargı olması değil, o şeyden bahsediliyor olmasıdır. Kara Şövalye Yükseliyor’da, halkın gücü mevcuttur,  Batman’in olağan düşmanlarından (mega kapitalist suçlular, gansterler ve teröristler) önemli bir şekilde gelişen bir olay şeklinde geliştirlererek sahnelenmektedir.

Tuhaf Bir Cazibe

Wall Street’i İşgal Et hareketinin gücü ele geçirerek Manhatan adasında bir halk demokrasisi kuracağını düşünmek gerçekçi olmadığı gibi bir o kadar da absürttür. İnsan şu soruyu sormadan edemiyor: Bir Hollywood filmi neden böyle birşeyi hayal etsin ki?  Neden bu hayaleti aklına getirsin ki?  Wall Street’i İşgal Et hareketinin şiddete başvurarak yönetimi ele geçirmesi ile ilgili bir fantaziye, neden sahip olsun ki?  Cevap sarihtir: Wall Street’i İşgal Et harketini, içerisinde terör ve totaliter öğe potansiyeli taşımakla itham ederek, onu lekelemek - “halkın olası gücü”nün yaratacağı cazibeyle açıklamak yetersidir. Bu gücün düzgün bir şekilde nasıl işlediğinin boş ve eksik bırakılmasına, halk gücünün nasıl çalıştığının detaylarının verilmemesine, harekete geçen insanların ne yaptığına değinilmemesine şaşmamak gerek. Bane halka ne isterlerse yapabileceklerini söyler- kendi düzenini onlara empoze etmez. Bu nedenle filmin dışsal eleştirisi (Wall Street’i İşgal Et harketini tasvir ettiğini söylemek komik bir karikatür olurdu iddiası) yeterli değildir. Eleştiri içsel olmalıdır; filmin içinde gerçek olayı işaret eden çok sayıda gösterge takip edilmelidir (Tekrardan anımsayacak olursak, örneğin; Bane  sadece kana susamış bir terörist değil,  aynı zamanda fedakarlık ruhuna sahip, derin bir sevginin insanıdır)

Hasılı, saf bir ideoloji mümkün değildir. Bane’nin gerçekliği filmin dokusu içinde izler bırakmalıdır. Bu nedenle Kara Şövalye Yükseliyor daha dikkatli bir okumayı hak ediyor. Hadise -“Gotham Şehri Halk Cumhuriyeti”, Manhatan işçi sınıfının diktatörlüğü, filme içkindir. Onun namevcut merkezidir.








[i] Türkçesi şuradan alındı: İki Şehrin Hikayesi çev. S.Keskin,Elazığ:Batı Yayın Dağıtım,2007,S.351

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 2283 defa okunmuştur