1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Ayağı kırık olan Vadilili Bişşiis’e, 1974’te Vadilili Kıbrıslıtürkler’den bir anne ve kızı bakmıştı...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Ayağı kırık olan Vadilili Bişşiis’e, 1974’te Vadilili Kıbrıslıtürkler’den bir anne ve kızı bakmıştı...”

A+A-

“Vadili Dünyası” adlı sosyal medya grubunda, 1974’ten ilginç bir öykü paylaşıldı... Bu gerçek yaşam öyküsünü, okurlarımız için derledik...

Buna göre, Andonis Yeorgiu Bişşiis adlı Vadilili Kıbrıslırum, 20 Temmuz 1974 öncesinde kayıp düşmüş ve bacağını kırmış.  Ardından bacağından ameliyat olmuş ve iyileşinceye kadar “yatalak” olmuş... Ona gelinleri bakmaktaymış... Ancak ikinci harekat başlayınca 14 Ağustos 1974’te bombardımanlar yaşandığı için evlatları ve gelinleri, bacağından ameliyatlı babalarını rahatsız etmemek düşüncesiyle ertesi günü nasılsa geri dönecekleri hesabıyla Vadili’den ayrılmışlar. Fakat ailesi geri dönememiş... Bunun üzerine Vadilili bu Kıbrıslırum köyde yatalak olarak kısılmış. Ona Vadilili Kıbrıslıtürkler’den bir anne ve kızı bakmış yattığı sürece... Evleri Andonis Yeorgiu Bişşiis’in evinin yakınlarındaymış... Daha sonra Bişşiis, güneye gönderilmiş...

Bu hikayeyi “Vadili Dünyası”nda kaleme alan Andonis Yeorgiu Bişşiis’in torununa cevaben, Vadili Dünyası’nın yöneticisi de “Dedenize bakanlar iyi saatte olsunlar eğer hayattaysalar... Vefat etmişlerse de anıları sonsuza kadar yaşasın” diye yazmış...

Andonis Yeorgiu Bişşiis’in bir de fotoğrafını yayımlamış daha önce Vadili Dünyası adlı sayfa... Fotoğrafla ilgili olarak torunu şöyle anlatmış:

sayfa-13-andonis-yeorgiu-bissiis.jpg

Andonis Yeorgiu Bişşiis

“Bu fotoğraf 1960’lı yılların sonlarında çekilmiş olmalı... Gördüğünüz adam Andonis Yeorgiu Bişşiis benim dedemdi ve 1896 yılında dünyaya gelmişti. Ailesinde tek erkek çocuk kendisiydi, dört de kızkardeşi vardı: Kiriaku, Parthena, Theodora ve Eleni... Kiriaku Papayanni ile evlenmiş ve altı oğluları olmuştu... George, John, Andreas, Spiros, Nikos ve Afksendis... 1974’te on gün boyunca köyde kısılıp kalmıştı çünkü bir ameliyat geçirmişti ve yatalaktı... Özgür bölgelere geçip Larnaka’ya geldikten sonra ancak bir hafta kadar yaşayabildi ve 2 Eylül 1974’te vefat etti. Ben dedemi çok seviyordum çünkü en büyük torunu bendim ve onunla ve nenemle uzun saatler geçirmeyi seviyordum... Hatıran sonsuza kadar yaşasın dedeciğim...”

Vadilili okularımızdan bu konu hakkında daha ayrıntılı bilgileri varsa, bize ulaşmalarını rica ediyoruz...


BİR FİLM...

“İki Sofia’nın öyküsü, alternatif bir yaklaşım getiriyor...”

sayfa-13-bir-film-icin-resim.jpg

Balkan Araştırmacı Gazeteciler Ağı BİRN’den Fyori Sinoruka’nın yazdığına göre, “İki Sofia’nın öyküsü, alternatif bir yaklaşım getiriyor...”Tarihsel drama, genç Arnavut film yönetmeni Eduart Grişay’ın yaptığı filmde işleniyor ve Arnavutlar’la Sırplar arasındaki önyargılara, nefrete ve etnisiteye dayalı şiddete alternatif bir bakış getiriyor. Bu haberi okurlarımız için derleyip Türkçeleştirdik. Haberde şöyle deniliyor:

***  Aralarında 70 yaş fark olsa da her iki kadının adı da Sofia ve kendi uluslarının tarihinin en karanlık anlarında meydana gelmiş bir olay onları bağlıyor. Birinci Sofia, yaşlıca bir Arnavut kadın, İkinci Dünya Savaşı esnasında dağlık kuzeyde uzak bir köyde yaşamış. İkinci Sofia ise genç bir Sırp kızı, şimdiki Belgrad’ta yaşıyor, Arnavut dilini öğreniyor ve dedesinin kendisine anlatmış olduğu bir öyküyü araştırmak üzere Arnavutluğa gitmeyi kuruyor... Oraya vardığında genç bir Arnavut adama aşık oluyor.

***  Film bu minvalde gelişiyor, “Sofia” adlı film, romantik bir tarihsel drama ve Arnavutlar’la Sırplar arasındaki ilişkilere duyarlı bir insani bakış getiriyor. Film, İkinci Dünya Savaşı’ndan gerçek bir öyküye dayanıyor. Zef Pllumbi adlı bir papazın, Arnavutluk’ta dinin yasak olduğu dönemde 25 yıl hapiste geçirdiği dönemle ilgili kaleme aldığı kitapta bulmuş bu öyküyü yönetmen... Ve çok etkilenmiş. “Bu öyküyü okuduğumda o kadar ilham verdi ki bana, olağanüstüydü bu ve kesinlikle bunun filmini yapmalıyım diye düşünmüştüm... Ve film boyunca, tarihe, önyargılara, nefrete ve savaşa bakılmaksızın, sevgiyle ilerleyebilecek ve bunları geride bırakabilecek iki ülke olduğumuzu göstermek istedim” diyor.

***  Gerçek yaşam öyküsüne dayanan filmde Sofia’nın dedesi bir Yugoslav bölük komutanı, Arnavutluk askerleriyle savaşta yaralanıyor ve geleneksel bir arnavut evine sığınıyor, burada Arnavut olan Sofia ona bakıyor... Arnavut olan Sofia, daha sonra oğlunun aynı çatışmada Yugoslav kuvvetler tarafından öldürülmüş olduğunu öğreniyor.

***  Sırp kökenli Sofia’nın dedesi, Arnavut kökenli Sofia’nın kulübesinde sekiz ay kalıyor iyileşinceye kadar ve yıllar sonra da torununa “Sofia” adını vermeyi seçiyor... Genç Sofia, Arnavutluğa giderek ismini aldığı Sofia’nın ailesini görmek istiyor... Filmin yönetmeni Grişay, “kadınların gücü”nü aktarmak istediğini anlatıyor filminde... Filmde yaşlı Sofia, Arnavut erkeklerin oğlunun öldürülmüş olmasının intikamı olarak Yugoslav bölük komutanını öldürmek istemelerine öfkeyle karşı çıkıyor ve “Ben bir oğlu kaybettim, onurumu da kaybetmek istemiyorum” diye konuşuyor çünkü eski Arnavut geleneklerine göre, evinize konuk gelen birisi, dokunulmazdır...

***  Grişay, filmine Arnavutluk devlet kurumlarının destek vermediğini, ancak iki belediyeden destek alabildiğini ve filmini de bu iki belediyenin mıntıkasında çektiğini aktarıyor... “Arnavutluk’taki Film Merkezi’nden yardım istemeye gittim ancak kapılarını bana açmadılar ve bu projede bana destek vermediler” diyor. “Beni reddeden Film Merkezi’ne gittim, sonra da Kültür Bakanlığı’na giderek bakana durumu aktardım, bakan destek sözü verdi fakat sözünde durmadı” diyor. Belgrad’ta da sorunlarla karşılaşmış... “Orada da kurumlarla başetmek kolay değildi” diyor.

***  Filmini Sırbistan’ın başkentinde göstermek istiyormuş fakat bu da mümkün olmamış. Belgrad’ta 15 film dağıtımcısıyla temasa geçmeye çalışmış, anlaşmaya varmak mümkün olmamış, çoğu ona yanıt bile vermemiş... Filmi Arnavutluk’ta birkaç kentte, Kosova’da ve Kuzey Makedonya’da gösterilmiş. Filmi tamamlaması üç yılını almış ve çekim ekibinde Arnavutluk, Sırbistan, Kosova ve Kuzey Makedonya’dan insanlar varmış... Başlangıçta birbirleri hakkında pek bir şey bilmiyorlarmış ancak zaman ilerledikçe algıları değişmiş.

***   “Sırbistan’dan gelen ekip, Arnavutluğa ilişkin kötü şeyler duymuştu ancak burada çalışmaya başlayınca mutlu oldular... Tıpkı benim gibi, ben de Sırbistan hakkında kötü şeyler duymuştum ama oraya gidince düşüncelerim tamamen değişti” diyor. “Pek çok  Sırp’la tanıştım, onlara hep Balkanlar’da tek bir ülke gibi olduğumuzu, mentalitemizin, kültürümüzün bizleri bir araya getirdiğini söyledim... Çok sayıda şey vardır ortak olduğumuz” diyor.

***  Siyasilerin insanları bir araya getirmek için yeterli çabayı göstermediğini, medyanın da yalnızca kötü haberler yayarak iyi haberleri ve halkların ortak yanlarına ilişkin haberleri yayımlamayarak olumsuz bir rol oynadığını aktarıyor... Belgrad Üniversitesi’nde Arnavutça öğrenen öğrenciler olduğunu öğrendiğinde bundan çok etkilendiğini anlatan Grişay, “Arnavutlar bunu bilmelidir, Arnavutça öğrenen Sırplar olduğunu öğrenmelidir, geçmişte olduğu gibi yalnızca birbirlerini öldürmüyorlar yani, lisan öğreniyor gençler şimdi...” diyor.

(BIRN’de 24.11.2022’de yer alan haberi özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).


GEÇMİŞLE YÜZLEŞME KONUSUNDA DÜNYADA NELER YAPILIYOR?

“97 yaşındaki Nazi toplama kampı sekreteri için ertelenmiş 2 yıl hapis istemi...”

Almanya’da, bir Nazi kampında sekreterlik yapan 97 yaşındaki Irmgard Furchner için görülen davada sona yaklaşıldı. Savcı Maxi Wantzen, kampta 11 bine yakın kişinin “acımasızca ve kasti” olarak öldürülmesine yardımcı olmak suçu nedeniyle Furchner için iki yıl ertelenmiş hapis cezası talep etti. 

Nazi dönemine ait suçlama yöneltilen tek kadın davalı olan Furchner’in mahkeme salonuna tekerlekli sandalyesinde geldiği, kırımızı beresi ve ceketiyle sakin bir şekilde oturarak beklediği görüldü. 

Polonya’nın Gdansk kenti yakınlarındaki Stutthof kampında Haziran 1943 ve Nisan 1945 tarihleri arasında kamp komutanı Paul Werner Hoppe’nin ofisinde sekreter olarak çalışan Fruchner, davanın başladığı Ekim 2021’den bu yana ifade vermeyi reddediyor. Bu nedenle karar açıklanmadan önce de mahkemede konuşması beklenmiyor.

sayfa-12-stutthof-toplama-kampindan-gorunum-burada-binlerce-kisi-yok-edilmisti.jpg

Stutthof toplama kampından görünüm... Burada binlerce kişi yok edilmişti...

sayfa-12-stutthof-toplama-kampinin-ilk-tutuklulari-kampin-insaatinda-calisirken-yemek-molasinda-goruluyor.jpg

Stutthof toplama kampının ilk tutukluları, kampın inşaatında çalışırken yemek molasında görülüyor...

Furchner, Eylül 2021’de kaldığı huzurevinden kaçmış; saatlerce polisten gizlenmeyi başaran kadın, Hamburg kenti yakınlarındaki bir bir metro istasyonuna yöneldiği sırada yakalanmıştı. Davalı hakkındaki suçların işlendiği dönemde 18-19 yaşlarında olduğundan dava çocuk mahkemesinde görülüyor. 

Fruchner davada SS askerlerinin emirlerini dikte etmek ve yazışmalarını dağıtmakla suçlanıyor.

“Tam anlamıyla cehennem”

Toplam 65 bin kişinin öldüğü tahmin edilen Stutthof kampında Yahudi esirlerin yanı sıra Polonyalı partizanlar ve Sovyet Rus savaş esirleri de tutuluyordu. 

Kampta çalışmak için uygun olmayanların gaz odalarında ya da infaz alanlarında öldürüldüğünü; öte yandan su ve gıda eksikliği ya da tifo gibi ölümcül hastalıkların yayılmasını bilerek önlememek gibi yaşamı tehdit eden koşulların bulunduğunu belirten savcı Wanten, dava sırasında “tam anlamıyla cehennem” olarak tanımladıkları tarif edilmez acıları yeniden hatırlayarak ifade veren tanıklara teşekkür etti.

Savcı, davalının kampta işleyişin düzgün ilerlemesi için yerine getirdiği idari görevlerin kendisine Stutthof’ta yaşananlar ve olaylar hakkında bilgi verdiğini ifade etti.

Davayı tarihi açıdan olağanüstü öneme sahip olarak tanımlayan savcı Wanten, ilerleyen zaman nedeniyle davanın potansiyel olarak türünün son örneklerinden biri olduğunun altını çizdi. Savcı ayrıca davalının ileri yaşına rağmen yargılanmasının ve kurtulanlar ölürken tarihi kayıtların tamamlanmasının önemine işaret etti.

Hitler’in “ölüm makinesi”

İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden 77 yıl sonra, Holokost yani Yahudi soykırımı suçlularını adalet önüne çıkarmak için zaman daralıyor. Son yıllarda bir çok dava, ya zanlının ölümü ya da fiziksel olarak yargılanma durumunun kalmamasından dolayı düştü.

2011’de  Hitler’in “ölüm makinesinin” bir parçası olarak hizmet vermekle suçlanan eski gardiyan John Demjanjuk bu davaların önünü açmıştı. O tarihten bu yana birçok kişi doğrudan cinayetler ya da vahşetlerden dolayı bireysel olarak suçlanmak yerine, sisteme hizmet etme suçundan ceza aldı.

Haziran ayında Brandenburg an der Havel’de savaş suçlarına iştirakten dolayı ceza alan 101 yaşındaki eski Nazi toplama kampı gardiyanı, bu davalarda yargılanan en yaşlı kişi olmuştu.

(AVLAREMOZ/EURONEWS – 27.11.2022)

sayfa-12-irmgard-furchner.jpg
Irmgard Furchner

Bu yazı toplam 961 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar