1. HABERLER

  2. HABERLER

  3. Nami ODTÜ’de konuştu…
Nami ODTÜ’de konuştu…

Nami ODTÜ’de konuştu…

“İstikrar ve reform ortamı için barışı dünden istemeliyiz”

A+A-

Dışişleri Bakanı Özdil Nami, Kıbrıs sorununun süre gelmesinin, menfi yansımalarının ne denli geniş bir alana yayıldığı ve düzenli olarak birbirini besleyen bir sorunlar yumağı yarattığının ortada olduğunu belirtti. Nami, “Kıbrıs sorunu çözülmeden, Türkiye-Yunanistan ve Kıbrıs üçgeninde bir istikrar ve refah ortamının oluşturulması ve bunun daha da ötesinde gerek enerji gerekse de stratejik alanlarda bölgesel işbirliğinin gerçekleşmesi beklenemez” dedi.

Nami, Kıbrıs’ta kararlı bir şekilde çözüme odaklanılmasının sağlanması gerektiğine vurgu yaparak, “çözümün en fazla adada yaşayanların hayatlarına dokunacağını, bunun için de barışı dünden istemeleri” gerektiğini kaydetti.

Dışişleri Bakanı Özdil Nami, dün, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) “Kıbrıs Müzakereleri” temalı konferansta bir konuşma yaptı.
Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Dairesi’nden yapılan yazılı açıklamaya göre, Dışişleri Bakanı Özdil Nami ODTÜ’de yaptığı konuşmada, Kıbrıs sorununun 50 yılı aşkın bir süredir devam ettiğine işaret ederek, bu süre zarfında Kıbrıs sorununun belki bir evresinde belki de tümüyle Türkiye’deki halkın da hayatlarına mutlaka bir şekilde dokunduğuna dikkat çekti.

Kıbrıs’ın bulunduğu jeopolitik konum itibariyle önemli bir kesişme noktasında olduğunu, bundan dolayı da farklı medeniyetlerle harmanlanmış bir tarihe ve çok zengin bir kültürel mirasa sahip olduğunu anlatan Nami, bugün dahi baktıklarında ada etrafında cereyan eden ve tüm yerel-bölgesel-küresel dinamiklerin birlikte hareket ettiği ve iç içe girdiği birtakım gelişmelerin yaşandığının görüldüğünü kaydetti.

“Çözüm çabaları nihayete ulaşamadı”

Bu bağlamda önemli olanın, bu konjonktürel gelişmelerden faydalanarak, yaşayabilir bir anlaşmanın sonuçlanmasına ve toplumsal barışın tesisine hizmet etmelerini sağlayabilmek olduğunu söyleyen Nami, şöyle devam etti:
“Her ne kadar 2004’teki çözüm çabaları, Kıbrıslı Rumların BM Kapsamlı Çözüm Planı’nı reddetmesiyle nihayete ulaşamamışsa da, AB üyeliği perspektifinin getirdiği toplumsal dönüşümler hepinizin malumudur. O dönemde yakalanan ivme gibi bugünkü dinamiklerin de çözüm yoluna katkı koyması ve bu sefer her iki toplumu da dönüştürebilmesinin, adanın kaderini tersine çevirme bakımından önemli olduğunu düşünüyorum...
Günün sonunda, müzakerelerin her defasında gelip tıkandığı noktanın, süregelen algılar ve bunlar üzerinden oluşturulan politikalar olduğu yönünde bir tespitte bulunmak yanlış olmaz diye düşünüyorum. Burada, 2004 yılında Kıbrıslı Rumların BM Kapsamlı Çözüm Planı’na güçlü bir ‘hayır’ demelerinin ana sebeplerinden birinin de güvenlik algılarından kaynaklandığını hatırlatmakta fayda görüyorum. Bunların aşılabilmesi için bu algıları kıracak ve sürecin ileriye taşınmasını sağlayacak bir dinamizme ve karşılıklı bir şekilde empati kurmaya ihtiyaç vardır.

11 Şubat 2014 tarihinde, aylar süren yoğun çalışmalar sonucunda, tarafların üzerinde mutabık kaldıkları Ortak Açıklama da böyle bir dinamizmin sonucudur. Kapsamlı çözümün ana ilkelerini ortaya koyan Ortak Açıklama ile müzakerelerin 2012’de durduğu yerden devam etmesi sağlanmıştır. 2008 yılında sayın Talat ile sayın Hristofyas’ın insiyatifleriyle başlayan ve bugün devam eden müzakere sürecinde, gerçekten çok önemli adımlar atılabilmiş ve Kıbrıs müzakere tarihinde bir ilk olarak sadece tarafların müdahil olup sağladığı ortak yakınlaşmalar elde edilebilmiştir.”

AB sürecinde yaşanan gelişmeler

Dışişleri Bakanı Özdil Nami, BM müzakereleri bağlamında bu gelişmeler sürerken bir diğer yandan da çok büyük önem atfettikleri AB sürecinde yaşanan gelişmelere de özetle vurgu yapmak istediğini belirterek, şöyle devam etti:
“Bir taraftan kapsamlı müzakereler çerçevesinde Avrupa Birliği ile ilgili konuların çözümle birlikte nasıl şekilleneceği hususunda tartışmalar devam ederken, diğer taraftan da yine çözüme katkısının büyük olacağına inandığımız Kıbrıslı Türklerin AB’ye uyum sürecinin hızlandırılması yönünde çabalarımızı yoğun bir şekilde sürdürüyoruz.

Bu noktada, uyum çalışmaları hususunda, 2009 – 2011 yılları arasında, 12 müktesebat faslı kapsamında 70 birincil ve ikincil hukuka ilişkin yasanın karara bağlandığını, 2014 – 2016 yılları arasında ise toplam 83 birincil hukuk, 228 de ikincil hukuku ilgilendiren konularda yasa yapılmasının hedeflendiğini de belirtmek isterim.

Mutabakat uyarınca müzakerelerin yeniden başlaması sonrasında, Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso ve Avrupa Konseyi Başkanı Rompuy’un, Kıbrıslı Türklerin AB’ye uyum sürecine yönelik sürdürülen çabaların güçlendirilmesi yönünde çağrıları mevcuttur. Burada, Kıbrıs Türk tarafı olarak önem atfettiğimiz ana unsur, bir çözümle birlikte AB’ye uyum hususunda hazır olabilmemiz ve günü geldiğinde AB karşısındaki yükümlülüklerimizi yerine getirebilmemizdir. Çözümü sağlayacak olan iki taraftır, ancak varılacak olan çözümün AB’ye uyarlanacağı düşünüldüğünde, Kıbrıslı Türklerin ortaklığın eşit taraflarından biri olarak buna hazır olması gerekmektedir.

Bu aşamada, uluslararası camianın artan ilgisine neden olan ve çözümün aciliyetini öne çıkaran bazı dışsal hususlara da değinmek istiyorum. Kıbrıs sorununu etkileyen dış dinamiklere ilişkin bu hususları üç eksende toplayabiliriz: Doğal gaz konusu, AB-NATO stratejik işbirliği ve

Türkiye’nin AB üyeliği süreci...

Bilindiği üzere, Güney Kıbrıs, 2003 yılından itibaren Doğu Akdeniz’deki bazı sahildar ülkelerle, ikili anlaşmalar yapmak suretiyle, Münhasır Ekonomik Bölge sınırlandırmasında bulunmuştur. Mısır, Lübnan ve İsrail ile yapılan bu anlaşmalarla, petrol ve doğal gaz yataklarının aranmasını ve çıkarılmasını hedefleyen girişimleri olmuştur.

Bu konunun, haliyle, Kıbrıs sorununa, hem hukuki hem de siyasi birtakım olumsuz yansımaları söz konusudur. Güney Kıbrıs, yapmış olduğu Münhasır Ekonomik Bölge sınırlandırmalarında, Türkiye’nin kıta sahanlığı ve genelde deniz yetki alanları üzerindeki haklarını ve egemenliğini ihlal etmekle kalmayıp, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin, bu konulardaki uyuşmazlıkların çözümü ile ilgili sahildar ülkelerin işbirliğinde bulunması gerektiği ilkesini de göz ardı etmektedir.

Hali hazırda Kıbrıs sorunu bünyesinde var olan adadaki egemenliğe ilişkin ihtilaf sürerken, Münhasır Ekonomik Bölge sınırlandırılmasına gidilmesi, yetki alanları bakımından hukuki durumu daha da sorunlu bir hale getirmektedir.

Güney Kıbrıs’ın yaptırmış olduğu teyit sondajı neticesinde, ada çevresinde kanıtlanmış doğal gaz kaynaklarının beklenilenin çok altında olduğu tespit edilmiştir. Bu noktada, spekülatif birtakım varsayımlarda bulunmanın doğru olmadığını düşünmekle birlikte, bölgedeki diğer ülkelerin kaynaklarından çıkacak doğal gazla birleştirilerek bütüncül bir yaklaşımla geliştirilmesi ve sevkiyatının sağlanmasının en makul yol olarak değerlendirilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Her şekilde, Doğu Akdeniz’de bölgesel işbirliğine gidilmesi ve enerji güvenliğinin sağlanması, önümüzdeki dönemin kritik konuları arasında yer alacaktır.”

Nami, tüm bu faktörlerle birlikte Güney Kıbrıs’ın bu konudaki tek yanlı girişimlerinin müzakereler bağlamında da olumsuz etkileri olduğuna işaret ederek, bir taraftan Kıbrıs’ta ortak bir gelecek kurmak için müzakere masasında uğraş verirken diğer taraftan Kıbrıslı Türklerin ada üzerindeki eşit haklarının görmezden gelinmesinin yürütülen çözüm çabalarının ruhuna aykırı olduğunun aşikâr olduğuna dikkat çekti.
Bu inançla Kıbrıs Türk tarafı olarak, ada etrafındaki hidrokarbon yataklarının keşfiyle Kıbrıs sorununun daha da karmaşıklaştırılarak ihtilafa yol açmasını değil, tam tersine barışa hizmet etmesi gerektiğini düşündüklerini ifade eden Nami, uluslararası camianın Kıbrıs sorununa artan ilgisini de bu bağlamda değerlendirdiklerini söyledi.

Nami, şöyle devam etti:

“Tüm bu dışsal unsurlara bakıldığında Kıbrıs sorununun süregelmesinin menfi yansımalarının ne denli geniş bir alana yayıldığı ve düzenli olarak birbirini besleyen bir sorunlar yumağı yarattığı görülmektedir. Kıbrıs sorunu çözülmeden, Türkiye-Yunanistan ve Kıbrıs üçgeninde bir istikrar ve refah ortamının oluşturulması ve bunun daha da ötesinde gerek enerji gerekse de stratejik alanlarda bölgesel işbirliğinin gerçekleşmesi beklenemez.

Bulunduğumuz aşamada, gerek dış gerekse de iç dinamikler bakımından, çözüm yönünde ciddi bir baskı ile karşı karşıyayız. Bu baskıyı olabildiğince somut bir hale indirgemek ve kararlı bir şekilde çözüme odaklanılmasını sağlamalıyız. Günün sonunda, konjonktürler değişebilir, şartlar farklılaşabilir, ancak unutulmamalıdır ki, çözüm en fazla adada yaşayanların hayatlarına dokunacaktır. Bunun için de barışı dünden istemeliyiz.”
(tak)

Bu haber toplam 1485 defa okunmuştur