Yoksulluğu istatistiklerle gizlemek
Bir ülkede yoksulluk artıyorsa, bu sadece ekonomik bir başarısızlık değil; açık bir siyasi tercihtir. Bugün Kıbrıs Türk toplumunun karşı karşıya olduğu tablo da tam olarak budur: düşen yaşam standartları, derinleşen eşitsizlik ve göstermelik sosyal koruma politikalarıyla idare edilmeye çalışılan bir toplumsal kriz.
Resmi veriler bile gerçeği saklayamaz hale gelmiştir. 2014 –2021 arasında yoksulluk oranı %11,2’den %13,9’a, Gini katsayısı (gelir veya servet dağılımındaki eşitsizliği ölçmek için kullanılan istatistiksel gösterge) ise 34,4’ten 36,8’e yükselmiştir.
Yani pastanın hem kendisi küçülmüş, hem de dilimleri daha adaletsiz bölünmüştür. 2022 Hanehalkı Bütçe Anketi’ne göre mutlak yoksulluk oranı %25,6’dır. Bu, toplumun her dört hanesinden birinin temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı anlamına gelir. Eurostat’ın kullandığı medyan gelirin %60’ı esas alındığında ise “yoksulluk riski” daha da artmaktadır.
Ancak hükümetin tercih ettiği göreli yoksulluk tanımı—medyan gelirin %50’si—yoksulluğu bilinçli olarak düşük göstermektedir. Bu, teknik bir ayrıntı değil; siyasi bir manipülasyondur. Dünya Bankası’nın ve birçok Avrupa ülkesinin yaptığı gibi gerçekçi bir yoksulluk çizgisi kullanılsa, toplumun içine itildiği sefalet çok daha net görülecektir.
Yoksulluk özellikle düşük eğitimlilerde, yaşlılarda ve kentli hanelerde yoğunlaşmaktadır. Buna rağmen sosyal yardımlar kriz dönemlerinde “geçici pansumanlar” olarak kurgulanmış, maliye politikası ise yoksulları koruyan değil, onları görmezden gelen bir çizgide ilerlemiştir. Oysa Almanya’da “Bürgergeld”, İngiltere’de “in-work benefit”, İskandinav ülkelerinde çocuk temelli evrensel yardımlar, yoksulluğun kader olmadığını açıkça göstermektedir.
Sorun kaynak yetersizliği değil, öncelik yoksunluğudur. Yapılması gerekenler bellidir: Öncelikle Dünya Bankası metodolojisine uygun, güncel ve her yıl revize edilen resmi bir mutlak yoksulluk çizgisi kabul edilmelidir. Bu çizginin altında kalan hanelere yönelik, tek kapı – tek dosya sistemiyle işleyen ve “yoksulluk açığını” kapatmayı hedefleyen yoğun nakit destek programları uygulanmalıdır.
Çocuk başına destekler, düşük gelirli çalışanlar için çalışırken yoksulluğu azaltan mekanizmalar ve kuşaklar arası eşitsizliği kıracak sosyal transferler güçlendirilmeden hiçbir ekonomik büyüme toplumsal karşılık bulmaz. Vergi tarafında ise düşük gelirliyi ezen dolaylı vergiler sorgulanmalı; temel gıda, çocuk ve sağlık ürünlerinde sıfır KDV uygulanmalı, üst gelir grupları için artan oranlı vergi sistemi hayata geçirilmelidir. Fransa, İspanya ve Portekiz bu adımları atmış, eşitsizliği azaltmayı başarmıştır.
Bu politikalar uygulandığında mutlak yoksulluğun %25’lerden %15–18 bandına düşmesi, Gini katsayısının 2–3 puan gerilemesi mümkündür.
Bu sadece bir istatistik iyileşmesi değil; toplumsal gerilimin azalması, iç talebin canlanması ve sosyal bütünlüğün yeniden inşa edilmesi anlamına gelir.
Yoksulluğu rakamlarla gizlemek kolaydır. Zor olan, onunla siyasi cesaretle mücadele etmektir. Bugün yapılması gereken tam da budur.







