Yam Yam Fare Metodu
Yaz ayının kendini iyice hissettirdiği günleri yaşıyoruz. Deniz sezonu aylar öncesinden açıldı. Güzel adamızın halka bırakılan sahillerinde yazın keyfini çıkarıyoruz. Biraz sıcak olsa da biz buna alışık bir toplumuz.
Hazır deniz demişken bir ingiliz denizcilik hikayesi ile devam edelim, 1800’lü yıllarda ingiliz kargo gemilerinde fareler ile baş edemeyen denizciler, gemiden birkaç fare yakalayıp bir sandığa koyarlarmış. Günlerce aç ve susuz bırakılan fareler kısa süre sonra bir birlerini yer, sonunda da tek bir tanesi hayatta kalırmış. Bu fareye “yam yam fare” derlermiş ve bu fareyi gemiye serbest bırakırlarmış. Diğer fareleri yiyerek hayatta kalan bu canlı gemideki fareleri de yemeye başlarmış, gemideki fareler ya kendi cinsleri tarafından tüketilerek veya korkudan gemiden kaçarak kurtulurlarmış. Bu yöntem ile de gemiciler, gemideki fare nüfusunu kontrol altına alırlarmış.
Bu hikayedeki farelerin yerine, bugün Kıbrıslı Türklerin siyasal ve toplumsal yapısı için kurgulamak , fazla çaba gerektirmeyen bir durum aslında.
Çünkü bizler zaten o sandığın içindeyiz.
Kısıtlı bir coğrafyada, sınırlı kaynaklarla, üretimi unutmuş bir toplum ve parçalanmış siyasal bir yapının içinde yaşarken, birbirimizle yarışmaktan, birbirimizi tüketmekten başka bir refleks geliştiremez olduk.
Meclis 40 yılda neredeyse 30 başbakan gördü.
Koalisyonlar halka güven vermiyor.
Bakanlar değişiyor, politikalar değişmiyor.
Planlar, projeler açıklanıyor ama kimse neye göre planlandığını bilmiyor.
Çünkü ülkemizde nüfus belli değil.
Bu ülkede, nüfus sayısı bilinmeden ekonomik programlar yapılıyor, mecliste bütçeler geçiriliyor.
Yıllık ithalat rakamları ile tüketim hesapları bir birini karşılamıyor.
Eğitim sistemi, kaç öğrenciye göre düzenlendiği bilinmiyor.
Sağlık sistemi, kaç kişiye yetişeceğini bilmiyor.
Belediyeler hangi nüfusa hizmet verdiğini bilmiyor.
Ve her gün yeni vatandaşlıklar veriliyor.
Kontrolsüz, siyasi amaçlı, seçimlere odaklı bir vatandaşlık sistemi, bu toplumu adeta aç farelerle dolu bir sandığa çeviriyor.
Kaynaklar aynı kalıyor, ihtiyaçlar büyüyor.
Okullar aynı, hastaneler aynı, yollar aynı ama kullananlar artıyor.
Ve biz içeride birbirimizi suçlayarak, ötekileştirerek, yaşamaya çalışıyoruz.
Bu “yam yam fareleşme” hali, sadece bireyler arasında değil, kurumlar arasında da görülüyor.
Sivil toplum kendi içinde bölünüyor.
Partiler içeride bir birlerini yiyor.
Kamu, liyakatten değil, siyasi partiye sadakatten besleniyor.
Ve bu resmin tam ortasında gençler var.
Olan biteni seyrediyorlar.
Anlamlandırmaya çalışıyorlar.
Sonra bavullarını hazırlıyorlar.
Çünkü bu düzende var olmak, çoğu zaman başka birini ezerek yukarı çıkmak anlamına geliyor.
Bu da onların hayal ettiği yaşam standardı değil.
Cumhurbaşkanlığı seçiminden hemen sonra genel seçimler var.
Bu iki seçim, sadece seçim değil.
Bu seçimler, aynı zamanda bir sistemin devam edip etmeyeceğine karar vereceğimiz de bir sınav.
Her seçim öncesi dağıtılan vatandaşlıklarla, yapılan nüfus mühendisliğiyle yürüyemeyiz.
Çünkü artık bu sistem toplumumuzun taşıyabileceği sınırları çoktan aştı.
Ve bu düzende kalanlar birbirlerini yemeye mahkum.
Tıpkı o sandıktaki fareler gibi.
Şimdi sormamız gerek.
Bu sandığı bu kez sistemi değiştirecek şekilde güçlendirebilecek miyiz?
Yoksa her seferinde içeriden yalnız bir yam yam daha mı çıkaracağız?
Ya yeni bir siyasal ve toplumsal akıl üreteceğiz.
Ya da birbirimizi yiyerek hayatta kalmaya devam edeceğiz.
Ama unutmayalım.
Yamyamlık, bir süre hayatta bırakır.
Ama en sonunda hepimizi yok eder.
Daha güzel bir Kıbrıs mümkün.