Trump-Erdoğan diyaloğu: Sıra Kıbrıs’a gelir mi?
ABD-Türkiye ilişkileri çok ilginç bir seyir izliyor. Bu nedenle her an, her konuda sürpriz gelişmelerin olması beklenebilir. Buna, bölgesel konular, yani Gazze’deki durum, Suriye rejiminin geleceği ve Kuzeydoğu Suriye’deki Kürt otonom varlığı veya Türkiye-İsrail ilişkileri ve benzeri konular dahildir. Trump’ın, bu konuların tümünde mevcut durumu sarsacak adımlar attığını görüyoruz.
Son olarak, Tramp, eski islamcı terörist HTŞ’nin kontrol etmeye başladığı Suriye’yi hedef alan ambargoları kaldırdığını ilan etti. Zaten böyle bir gelişmenin olacağına dair emareler hızla belirginleşmekteydi. Ama Trump’ın, bu adımın içeriğinden ziyade, bu adımı atmasına sebep olan sityasi aktörler üzerinde odaklandığı ya da bunu ön plana aldığı dikkatlerden kaçmadı.
Trump, Suriye’ye dönük ambargoların tümünü, ‘Erdoğan ve Suudi Veliaht Prensi istediği için kaldırdıgini’ altını koyu renklerle çizerek ilan etti. Buna karşılık başkan Erdoğan da Trump’ın bu yaklaşımına olumlu tepki vererek, ikili arasında bir yakınlaşma daha da belirgin bir hal aldı. Şimdi artık en azından Türkiye cephesi için, Trump-Erdoğan ilişkileri başlıca konu oluverdi.
Uzun zamandan beri, İsrail’in baskılayıcı ve kontrolsüz şiddet kullanımına dayalı yaklaşımlarından muzdarip olan Türkiye gibi bölgesel aktörler Trump’ı neredeyse kurtarıcı gibi görmeye başladılar.
Biden’ın Türkiye’nin müttefiklikten doğan statüsünü pek anlamadığını ya da ‘özellikle Suriye’de Türkiye’nin güvenlik kaygılarını gözetmekten uzak bir dış politika izlediğini’ düşünen Türkiye hükümetinin destekçileri, son Amerikan seçimlerinde Trump’ın kazanmasının Türkiye’nin hayrına olacağını düşünüyorlardı.
Bu düşüncelerinden dolayı haklı olup olmadıklarının artık önemi kalmadı.
Trump kazandı ve kendisiyle birlikte önemli değişiklikler olacağını, Başkan Erdoğan’a da göz kırpmayı ihmal etmeden, kanıtlamak istiyor. Bu tutumu, ABD’nin hem küresel sistemle hem de bölgesel sorunlarla ilgili yaklaşımlarını etkiliyor.
Trump, başkan Erdoğan’la bir diyaloğun kapılarını açmak istediğini en kritik anlarda açığa vurmaktan kaçınmamıştı. Giderek gerilen ve bir çatışmaya dönüşmesine ramak kalan Türkiye-İsrail ilişkilerine atıfta bulunduğu her fırsatta, Trump, ‘başkan Erdoğan’la olan yakın işbirliği’nin önemini hatırlatmayı tercih ediyor. Türkiye kamuoyunda pek de hoş karşılanmasa da, Trump, Erdoğan’la olan yakın işbirliğini ifade etmek için rahip Brunson örneğini kullanıyor. Erdoğan’ın adres gösterildiği bu hatırlatmalarda, Trump aslında sadece Erdoğan’a övgüler yollamakla yetinmiyor. Ayni zamanda, beklentilerini de açıklamaktan çekinmiyor.
Trump ve Erdoğan’ın işbirliği yapmaya hazır oldukları, bu nedenle tarafların gerekirse kişisel insiyatif kullanarak risk almaktan kaçınmayacakları anlaşılıyor. Örneğin Erdoğan’ın, Kürt sorununda kendine has bir lisanı kullanarak, ‘terörsüz Türkiye’ hedefini işaret etmesi önemlidir. Erdoğan’ın, Kürt siyasal hareketine, henüz içeriği tam olarak açıklanmayan bir yol izlenerek meşruiyet kazandırmayı kabul ettiği anlaşılıyor.
Erdoğan’ın bu açılımı, Abdullah Öcalan’ın Türkiye siyasetinin yasal zemininde önemli bir aktör olarak ortaya çıkmasına doğru evriliyor.
Ayni şekilde, Suriye’deki Kürt siyasi hareketinin anayasal bir statüye kavuşması önündeki engellerin de ortadan kaldırılması ve Türkiye’nin SDG ve bağlantılı örgütleri bir tehdit olarak algılamaktan vazgeçmesi de gündeme gelmiştir.
Ama Türkiye-ABD ilişkileri açısından stratejik öneme sahip başka bir konu daha vardır. O da, İsrail’in güvenliği meselesidir. ABD’nin bu konuyu es geçmesini bekleyemeyiz. Bilindiği gibi Türkiye ve İsrail, Suriye topraklarında çatışmadan kaçınmanın yollarını arıyor. Bunun, bir ABD önerisi olduğunu düşünmek için yeterli nedenler vardır.
Yüzyüze yapılacak bir Erdoğan-Trump görüşmesinin asgari gündeminin yukarıdaki konuları içereceği rahatlıkla ileri sürülebilir. Öncelikle önemli olan konu, bu görüşmenin ne zaman yapılacağıdır. İki devlet arasındaki ilişkiler sadece liderlerin görüşmesiyle sınırlı değildir. Liderler arasında yapılacak planlanmış bir görüşme, konuları tartışıp çözüm üretmek için değil, detayları bile belirlenmiş bir mutabakatlar demetinin açıklanması amacıyla gerçekleştirilir.
O nedenle tarafların esas konularda mutabakata varmış olmaları, Erdoğan-Trump zirvesi için başlıca koşul olarak ortada durmaktadır.
Peki, Kıbrıs sorunu, ABD-Türkiye ilişkileri açısından ne kadar önemlidir? Trump ve Erdoğan’ın görüşme hazırlıklarında Kıbrıs sorununun önemine dair çok belirgin bir görüntü yoktur. Ama aşağıdaki nedenlerden ötürü, Kıbrıs’ın her iki lider tarafından unutulabilecek bir konu olmadığı söylenebilir:
1. İsrail’in güvenliği
ABD’nin Ortadoğu politikalarının belkemiğini oluşturan başlıca unsur, İsrail devletinin güvenliğidir. Hem ABD hem de İsrail siyasetinde bu yönde ortak bir bilinç oluşmuştur. Bu ortak bilinç nedeniyle, Trump kendini siyonist olarak ilan etmekte, onunla yarışan Biden ise, Gazze krizinin ilk günlerinde, tam desteğini açıklamak amacıyla İsraili ziyaret etmektedir. Aslında, İsrail’in güvenliğinin, ayni zamanda ABD’nin güvenliği anlamına geldiğini söylemek pek de yanlış sayılamaz. Kıbrıs adası mevcut jeopolitik konumu nedeniyle İsrail’in burnunun dibindedir ve bu açıdan dikkat çekmektedir. Başka bir deyişle, İsrail’in, kendi güvenliği açısından kabul edemeyeceği şey, Kıbrıs adasından kaynaklanacak bir tehdittir. Bu nedenden ötürü son dönemlerde İsrail’in Kıbrıs’a olan ilgisi artmıştır. Son yıllarda ada üzerinde artan, İsrail ordusu ve KıbrıslıRum silahlı kuvvetlerinin ortak tatbikatı ve benzeri askeri boyut içeren faaliyetler, Israil’in bu tehdit algısını yansıtmaktadır. Kıbrıs Rum tarafının, bu durumu kendi güvenlik perspektifiyle ilişkilendirdiği de oldukça açıktır. Benzer bir tehdit algısına Türkiye’nin de sahip olduğu unutulmamalıdır. AB üyesi olmuş bir Kıbrıs devletinin artık kendi iç sorunlarını çözerek istikrara kavuşması, İsrail’in güvenliğini pusula edinmiş olan ABD için de önemlidir. Bu nedenle, Kıbrıs sorununun ABD başkanının ajandasında olması şaşırtıcı değildir.
2. ABD’nin Kıbrıs’a ilgisi
ABD’nin Kıbrıs adasına ilgisi yeni değildir. Bu ilgi, 1960’lı, 70’li ve 80’li yıllarda, sol hareketin etkinliği bahane edildiği için, yıkıcı bir etkiye dönüşmüştü. Kıbrıs’ın Akdeniz’in muhtemel Küba’sı olarak değerlendirilmesine yol açan ve çoğunlukla abartılı bir tehdit algısına dayanan bu ilgi, soğuk savaşın sona ermesiyle nitelik değiştirmeye başlamıştır. 1990’lı yıllara kadar Kıbrıs’ta devam ettirilen ve mimarisi ABD kaynaklı olduğu anlaşılan ‘kontrollü fiili bölünme’ siyaseti, Kıbrıs’ın AB’ye tam üyelik başvurusu yapmasıyla yıkılmıştır.
Liberal demokratik dünyanın içinde yer alan Kıbrıs’ın toprak bütünlüğünü, egemenliğini ve federal bir çatı altında yeniden bütünleşmesini savunmak, şimdi ABD’nin başlıca dış politika yönelimidir.
İsrail’in güvenliğinin yanında, ABD, kendi çıkarlarına karşı düşmanca tavırlar içinde olan devletlerin Kıbrıs üzerinde herhangi bir etkinliğe sahip olmaması yönünde politika oluşturmaktadır. Bu amaçla adanın Rus kara parasının aklandığı yer olmaktan çıkarılması için proglamlar uygulanmıştır. Ayni şekilde, Kıbrıs topraklarının, askeri amaçlarla Batı karşıtı güçler tarafından kullanılmasına engel olmak amacıyla, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ‘stratejik ortak’ ünvanı verilmiştir. Kapsamı ve derinliği, kamuoyunda tam olarak bilinmeyen askeri işbirliği adımları, Kıbrıs’ın muhtemel NATO üyeliği için zeminin hazırlanması anlamına geliyor.
Aslında, tüm bu konular, sadece ABD için değil, Erdoğan için de büyük önem taşıyor.
Trump-Erdoğan ikilisi arasında, ilişkilerin bahar döneminin yaşandığı bir ortamda, Kıbrıs’ın unutulması mümkün görünmüyor. Zaten Erdoğan da, Cenevre Zirvesi’nin toplanması gibi, attığı kimi adımlar sayesinde, ABD’le olan ilişkileri alabora edecek bir sorun yaşamayı tercih etmeyeceği sinyalini vermiştir. Erdoğan için bu konu, Türkiye kamuoyunun değişime hazırlanmasını gerektirmektedir. Aynen, Suriye, Kürt meselesi ve İsrail’in güvenliği gibi konularda olduğu gibi!