1. YAZARLAR

  2. Aslı Murat

  3. Ölümden kaçarken ölüme koşmak mı ?!
Aslı Murat

Aslı Murat

Ölümden kaçarken ölüme koşmak mı ?!

A+A-

Savaş ve zulümden kaçıp ülkemize sığınan bir mülteci kadın, gözetim altına alındığı “Barış, Sinir ve Ruh Hastalıkları Hastanesi”nde intihar etti. Bir kimsenin kendi hayatına son vermesi, belki de önüne geçilemeyecek bir durumdur. Ama bunun tespitini yapabilmek o kadar da kolay değildir. Çünkü yaşamdan vazgeçme kararı oldukça karmaşık ve bir o kadar da bilinmezlikle doludur. Eğer söz konusu olay, kadının evinde veya benzer bir mekanda gerçekleşseydi durumu farklı bir noktadan ele alıp değerlendirebilirdik. Mevzubahis yer, devletin denetim ve kontrolü altındaki bir hastane olduğunda, sorumluluğun devletteki görevli öznelere kayabilmesi mümkün.

Gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde, gerek KKTC Anayasası’nda yaşam hakkı koruma altına alınmıştır. Devletin, bu hakka saygı göstermek yanında (yani insan öldürmemek), hakkın etkin bir şekilde güvence altına alınması diye tarif edilebilecek pozitif bir yükümlülüğü de vardır. İkinci sorumluluğunu yerine getirirken, insan yaşamını korumak için gerekli tüm tedbirleri alması, diğer bir ifade ile “özen yükümlülüğünü” yerine getirmesi gerekir. Aksi takdirde gerçekleşen bir ölüm karşısında hesap vermek zorunda kalır, ihmali mevcutsa cezalandırılır. Bu durum diğer bir hayata son vermeyi tercih etme durumu olan “ötenazi” konusunda çeşitli tartışmalara neden olur ki çoğu ülke bugün ötenaziyi bir hak olarak kabul etmez. Yasal düzenlemeleri içerisinde yer verenler de sıkı kural ve şartlara bağlarlar.

***

Tabi ki her durumda ihmalden bahsetmek mümkün değildir. Ama bunun ortaya çıkarılması için, devletin diğer bir yapması gereken, yaşanan olayın aydınlatılması için etkin soruşturma yürütmektir. Bizim hukuk sistemimizde adli ölüm tahkikatı dediğimiz uygulama bu sebeple gerçekleştirilir. Çoğu zaman eksikliklerin varlığından adalet yerini bulmayabilir. O sebeple böyle bir durumda hayatını kaybeden bir şahsın yakınlarının bir avukat vasıtasıyla süreci yakınen takip etmesi ve sürece dahil olması yararlı olacaktır.

Sadece akıl hastanesinde değil, aslında “kapatılma mekanı” diye tarif edilen cezaevi, polis karakolları, zorunlu askerlik hizmeti verilen birlikler gibi yerlerde de devletin sorumluluğu ortadadır. Ki hatırlayacaksınız, birçok kez polis karakollarında, askeri birliklerde intihar olduğu iddia edilen olaylar yaşandı. Belki öyleydi belki değildi ama devlet birebir birini öldürmüş olmasa bile, gerekli özeni göstermediği – ihmali olduğu noktada, gerek ceza yasası gerekse haksız fiiller yasası kapsamında yükümlülükleri mevcuttur.

Bahsi geçen kurumlarda çalışan kişiler, duyarlı ve dikkatli olmalı – hatta her türlü davranışa şüphe ile yaklaşmalıdırlar. Özellikle akıl hastanesinde bakım altına alınan bir kimsenin (hele de kendini öldürmekten bahsediyorsa) yaşamına son verme tehlikesine karşı önleyici tedbirlerin alınmaması büyük zafiyettir.

***

Haberin basın organlarında yayınlanması ve sosyal medyaya taşınmasının ardından yazılan kimi yorumlar karşısında kanım dondu. Devletin sorumluluğunu hatırlattığınız anda, kimilerinin “intihar edenin hiç mi suçu yok” diye akıl almaz cümleler kurabildiklerini okudum. Malesef 2020 Mart ayına kadar, Fasıl 154 Ceza Yasası’nda intihara teşebbüs etmek suç kapsamındaydı. Bu düzenleme koloni döneminin anlayışını yansıtıyordu. Nihayet yürürlükten kaldırıldı ve aslında bir ayıptan kurtulduk.  Yazının başında da söylediğim gibi, eğer ölüm devletin gözetimi altında olunan bir yerde gerçekleşmeseydi, konuyu farklı bir perspektiften değerlendirmek mümkün olabilirdi ki o zaman bile sorumluluğu hayatını kaybeden insana yüklemek insani manada kabul edilmezdir.

AİHM benzer davalarda, yetkililerin kişinin yaşamına dönük gelecek ve yakın bir tehlikenin var olduğunu bilmeleri veya olayın gidişatına göre biliyor olmaları gerektiği hususlarının saptanması halinde, sorumlu tutulacaklarını söyler. Tabi ki makul tedbirlerin alınmamış olması gerekir. Bu noktada tüm bu durumu ispat edecek olan da devlet yetkilileridir. Kadının yaşamına son vereceğini bilmediklerini, bilebilecek durumda olmadıklarını ve aslında tüm tedbirleri aldıklarını. Mesela odada kendini öldürebileceği herhangi bir eşyanın olmamasını, sürekli gözetim altında tutulduğunu falan. Soruşturma neticesinde varılacak sonucu hep birlikte göreceğiz. Ya da umrumuzda bile olmayacak ve unutup gideceğiz.

Tüm bunlar yanında, ölümden kaçarken ölüme koşmanın kendi içindeki çelişkilerini ve aslında buz dağının altından akan gerçekleri de konuşmak ve tartışmak gerekiyor. Ülke olarak mültecilerin yaşamlarına ne kadar dokunuyoruz? Hayat koşulları, maruz kaldıkları hak ihlalleri ne kadar umurumuzda? Gereken ve yeterli insani özeni onlara gösterebiliyor muyuz? Yoksa bizim “insan” tanımımız, Kıbrıslı Türk kimliği ile mi sınırlı? İşte tüm bunları cevaplayarak işe başlayabiliriz.

Bu yazı toplam 1651 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar