1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Lefkoşa Genel Hastanesi’nde hayatı kurtarılan Kıbrıslıtürk’ü arıyoruz...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Lefkoşa Genel Hastanesi’nde hayatı kurtarılan Kıbrıslıtürk’ü arıyoruz...”

A+A-

BİR KIBRISLIRUM OKURUMUZDAN...

 

Bir Kıbrıslırum okurumuz bizimle şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:

***  Size anlatacağım öykü, 1963 yılında geçiyor.

***  Bir Kıbrıslırum subay, Kıbrıs Ordusu’nda birlikte çalıştığı bir Kıbrıslıtürk subayın hayatını kurtardıydı.

***  Olay şöyle olduydu: Kıbrıslırum subayın eşi, 18 Aralık 1963 tarihinde doğum yaptıydı. Subayın adı Yorgos Olimpios, eşinin adı Eleni idi. Bir kız çocuğu dünyaya getirmişti, Lefkoşa Genel Hastanesi’nde doğum yapmıştı.

***  Yorgos Olimpios, Kaymaklı bölgesine gönderilmişti. 26 Aralık 1963 tarihinde hastaneye gittiği zaman, eşinin bir başka bebeği emzirmekte olduğunu görmüştü. Eşine bunu sorduğu zaman, bebeğin bir Kıbrıslıtürk bebek olduğunu, meslektaşı Kıbrıslıtürk subayın bebeği olduğunu söylemişti eşi kendisine. Sözkonusu Kıbrıslıtürk subayın eşi de Lefkoşa Genel Hastanesi’nde yatmaktaydı fakat kadının sütü olmadığından, emzirmek üzere Bay Olimpios’un eşine vermişti bebeğini o an için.

***  Kıbrıslıtürk subay, eşinin yanındaydı genel hastanede...

***  Bay Yorgos Olimpios’un anlattığına göre, bazı Kıbrıslırumlar, sözkonusu Kıbrıslıtürk subayın hastanede olduğunu öğrenince, onu öldürmek istemişlerdi fakat Bay Olimpios buna engel olmuştu ve sözkonusu Kıbrıslıtürk subayı olası bir ölümden kurtarmıştı.

***  Bay Olimpios senelerdir bu subayı arıyor. Sizin yardımlarınızı istiyoruz, belki onu hayattaysa bulabiliriz ve Bay Olimpios ile aynı orduda görev yapmış bu Kıbrıslıtürk arkadaşı bir araya gelebilir.

Sözkonusu Kıbrıslırum okurumuza, paylaştığı bu bilgiler için teşekkür ediyoruz.

Konuyla ilgili olarak bilgi sahibi olabilecek olan okurlarımı, isimli veya isimsiz olarak 0542 853 8436 numaralı telefondan beni aramaya veya bana mesaj atmaya davet ediyorum...

 


KAZILARDA SON DURUM... KAZILARDA SON DURUM...

Askeri ve sivil bölgelerde kazılara devam...

Kayıplar Komitesi’nin Girne’de bir askeri bölge içerisinde yürüttüğü kazılarda herhangi bir ize rastlanmadığı ve kazının tamamlandığı öğrenildi. Ancak Kayıplar Komitesi’nin Girne yöresinde askeri bölge içerisindeki kazıları devam edecek – bugünden itibaren Templos’taki (Zeytinlik) bir askeri bölge içerisinde yeni bir kazıya başlanılacağı öğrenildi.

Kayıplar Komitesi’nin adamızda yürüttüğü kazılar, kuzeyde ve güneyde kesintisiz biçimde devam ediyor ve her iki toplumdan “kayıp” şahısların gömü yerleri aranıyor.

Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi Kazılar Koordinatörü Arkeolog Gülseren Baranhan’dan edindiğimiz bilgileri, okurlarımızla paylaşmak istiyoruz. Kayıplar Komitesi'nin yürttüğü kazılarda son durum şöyle:

***  Fota’da (Dağyolu) 1974 “kaybı” bir Kıbrıslırum’un köyde ekip-biçme yapılan tarlalarda gömülü olduğu bilgisi ile başlatılan kazı çalışmaları, devam ediyor.

***  Mehmetçik’te (Galatya) 1974 “kaybı” bir grup Kıbrıslırum’un Galatya göl bölgesinde gömülü olabileceği bilgisiyle başlatılan kazı çalışmaları sürüyor.

***  Zeytinlik’te (Templos), 1974 “kaybı” bir grup Kıbrıslırum’un harnıp ağaçlarının doğusunda gömülü olduğu bilgisiyle kazı çalışmalarına devam edilmektedir.

***  Tuzla’da (Engomi)  1974 “kaybı” bir Kıbrıslırum’un zeytin ağaçları olan bir bahçenin bitişiğindeki tarlada gömülü olduğu bilgisi ile yürütülen kazı çalışmaları tamamlanmış, kazı kapatılmıştır.

***  Paşaköy’de (Aşşa), 1963 “kaybı” bir Kıbrıslıtürk’ün Paşaköy’deki efgalipto ağaçlarının güneyinde gömülü olduğu bilgisiyle kazı çalışmalarına tekrar başlandı.

***  Mora’da (Meriç), 1974 “kaybı” bir Kıbrıslırum’un  bir tarlada gömülü olduğu bilgisi ile başlatılan kazı sürüyor.

***  Girne’de 1974 “kaybı” bir grup Kıbrıslırum’un kalıntılarının bir dere yatağında görüldüğü bilgisi ile yürütülen askeri bölge içerisindeki kazı çalışmaları tamamlandı. Kazı 24 Eylül 2021 tarihinde kapatıldı. Bugünden itibaren yine askeri bölge içerisinde, Templos (Zeytinlik) yöresinde yeni bir kazıya başlanıyor.

***  Kıbrıs’ın güneyinde 1963 “kaybı” bir Kıbrıslıtürk’ün Pallaryodissa bölgesinde açık bir arazide gömülü olduğu bilgisi ile kazı çalışmalarına devam edilmektedir.

Biz de, kazı ekiplerinde bulunan tüm arkeologlarımıza, şirocularımıza ve diğer çalışanlara “Çok kolay gelsin” diyoruz.

 


Bir Kitap: “Küçük Asya'dan Türkiye'ye - Azınlıklar, Etnik-Milli Homojenleştirme, Diasporalar...”

“Girit adasının Türkleştirilen Rumları...”

kk-137.jpg

İLETİŞİM yayınları arasından 2018’de yayımlanan “Küçük Asya'dan Türkiye'ye - Azınlıklar, Etnik-Milli Homojenleştirme, Diasporalar...” başlıklı kitabın yazarı Michel Burneau. İletişim Yayınları’nda bu değerli çalışmayla ilgili olarak şöyle deniliyor:

“Michel Bruneau, bu kapsamlı çalışmasında Küçük Asya’nın yani Anadolu’nun kadim halklarının, dini ve etnik topluluklarının; Rumların, Ermenilerin, Kürtlerin, Türklerin ve Asuri-Keldanilerin yazgısına dair, tarihin eski dönemlerinden bugüne uzanan bir inceleme sunuyor.

Yazar, geniş bir Türk-İran coğrafyasını merkeze alan yaklaşımıyla, Antik Yunan şehir devletlerinden başlayıp günümüz Türkiyesi’ne kadar uzanan farklı devletleşme mantıklarını karşılaştırıyor, toprağın millileştirilmesini hedefleyen politikaları coğrafi-tarihsel bir bakış açısıyla sunuyor. Küçük Asya’dan Türkiye’ye, özellikle azınlıkların yaşamının bir parçası haline gelen baskı ve yerinden edilmeleri eleştirel bir yaklaşımla ele alan, tarihe şerh düşen bir çalışma...

Hem Avrupa hem de Asya ile temas halindeki Anadolu coğrafyası, özellikle emperyal geleneğe sahip iki halk arasında fetih ve savaşlara yol açan ihtirasların mekanı olmuştur. Yurtlarından koparılan ve atalarından kalma toprakları ellerinden alınan kurbanlar ‘kayıp vatanlarını’ unutmadılar ve maruz kalınan manevi ve maddi zararların tanınması taleplerini son zamanlarda artan bir ısrarla dile getiriyorlar.”

“Girit Adası'nın Türkleştirilen Rumları...”

Kitaptan bir bölümü de okurlarımızla paylaşalım: Girit Adası’nın Türkleştirilen Rumları... “Yüzleşme Atölyesi” sosyal medya sayfasında yayımlanan bu bölümde özetle şöyle deniliyor:

“Girit, Osmanlı Devleti tarafından çok geç bir tarihte, ancak 1645'te fethedilmiş ve ülke topraklarına katılmıştı. İslam'a kitlesel geçişler, tahminlere göre adalı Yunan nüfusunun üçte biri ile yarısını Müslümanlığı benimsemeye itmişti. Bu Müslümanlar 18. yüzyılda şehirlerde çoğunluk haline geldiler. Bütün 19. yüzyıl boyunca (1821-1829, 1858, 1866-1869, 1896-1897) Hıristiyan Yunanlıların yenilenen ayaklanmaları sonrasında yavaş yavaş egemen konumlarını kaybettiler. Kıyılardaki surlarla çevrili şehirlere sığınmak  ya da göç etmek üzere çoğunluğu kırsal bölgelerden ayrıldı; öyle ki giderek toplam nüfusun artık sadece dörtte birini temsil etme noktasında, azınlık haline geldiler. Giritli Türkler üç şehirde: Heraklion (İraklion - Kandiye), Resmo (Rethimno) ve Hanya şehirlerinde çoğunluk durumundaydılar.

Büyük güçlerin baskısıyla, Sultan'ın egemenliği altında özerk bir Girit devleti 1898'de kurulurken, 40.000'in üzerinde  Giritli Türk 1881 ve 1900 arasında Girit'i terk etti; bu özerlik statüsü, adanın Yunanistan'a bağlandığı tarih olan  1912'ye kadar sürdü. Giritli Türkler artık Girit nüfusunun %11'ini temsil ediyorlardı. "Küçük Asya Felaketi" ve  zorunlu nüfus mübadelesini  kurumsallaştıran 30 Ocak 1923 tarihli Lozan Antlaşması sonrası,  1923-1924'te Girit'i kesin olarak terk etmek zorunda kaldılar. Akdeniz kıyıları boyunca yerleştiler: Ayvalık, Edremit Körfezi (Cunda), İzmir, Çeşme, Urla, Foça, Pamfilya ovası, Ayrıca Marmara  Denizi'nin güney kıyısında ve İstanbul'da bulunurlar. Bu topluluk, 1965 nüfus sayımında Rumca konuştuğunu beyan eden, 44 köy ve şehre dağılmış 3.500 kişi olarak kayıt altına alınmıştır.

Ayvalık ve Midilli Adası yakınlarındaki Cunda adını alan Moshonisi örneğini düşünelim: 1925'te 4.500 Giritli Türk (Kritiki) Edremit Körfezi'ne ayak bastı; aralarında büyük kısmı Cunda'ya yerleşti. Yerel doğal ortam, daha soğuk geçen kışlar haricinde Girit'inkinden çok farklı değildi. Ayrıca  zeytincilik, koyun ve keçi yetiştiriciliği iki adada da mevcuttu. Moshonisi Adası'nın eski Hıristiyan Rum burjuvazisinin ayrılışı, Ayvalık ve Yunanistan arasındaki ekonomik alışveriş ağlarının düzenini tamemen bozmuştu. Bir Yunan lehçesi konuşan Giritli Türklerin  uzmanlık bilgileri ve yetenekleri, onlara bunları kendi çıkarlarına tekrar teşkil etme imkanı sağladı. Girit'te zeytinyağı üreticisi ve tüccarı olanlar Moshonisi'de (Cunda) de bunları yapabildiler, daha yoksullar ise balıkçı oldular... Bunlar balıklarının büyük kısmını kaçak olarak Midilli'ye ve oradan tekrar İtalya'ya ihraç edildiği Selanik'e satıyorlardı ve bu durum günümüze kadar devam etmiştir.

Başlangıçta Yunanistan'da Türkçe konuşan mültecilerin “Türk tohumu” şeklinde muamele görmesine benzer şekilde, bu Rumca konuşan Kritikiler, kendilerine “gavur fidanı” diyen yerli Türkler tarafından yabancı muamelesi gördüler, çünkü onların dilini konuşuyorlardı. Bu kalıtımsal engel, Türkçe konuşan Rumlar gibi, Sünni  İslam içindeki dini kimliklerinin ifadesini güçlendirerek ve aralarında bazıları Bektaşi ya da Alevi inanç pratiklerini terk ederek giderdiler. Diğer taraftan Rumca bilmeleri Türk-Giritli mültecilere ve onların soylarına Türkiye'de 1980'li yıllardan itibaren gelişen Yunan turizminde kolayca iş bulma imkanı sağladı. Dolayısıyla iki devlet arasındaki sınıra bağlı olarak  ve çokluk kimliklerinden (Türk, Giritli, Cundalı) yararlanarak birçok faaliyet yürütebildiler. Kabul edildikleri bölgeye entegrasyonları ve dahil edilmeleri, Küçük Asyalı Türkçe dilli Rum mültecilerin entegrasyonlarından daha kolay oldu.

Kozmopolit Smirna-İzmir  liman şehri, Küçük Asya ve Ege Takımadaları arasında olduğu gibi Akdeniz ve Avrupa'nın da ötesine kadar uzanan işlevleriyle İstanbul'a benzer şekilde gerçek bir sipans rolü oynadı...”

(İLETİŞİM YAYINLARI/YÜZLEŞME ATÖLYESİ).

 

 

Bu yazı toplam 961 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar