“Kıbrıs’ta hiç kimse göç etmesin… Babam kayıp olunca bu memleketten göç ettiydik…”
Kayıp yakını Raif Toluk, “Kıbrıs’ta hiç kimse göç etmesin… Babam kayıp olunca bu memleketten göç ettiydik” dedi.
22 Aralık 1963’te CYTA’da telgraf memuru olarak gittiği işinden bir daha asla evine geri dönemeyen ve bu yüzden eşi ve evlatları büyük acılar çeken Mehmet Raif’in sevgili oğlu Raif Toluk, sosyal medya sayfasında kaleme aldığı yazıda, “Kıbrıs’ta hiç kimse göç etmesin… Babam kayıp olunca bu memleketten göç ettiydik” diye yazdı.
CYTA’daki işinde 22 Aralık 1963’te mesaisi bittikten sonra evine dönmek isteyen Mehmet Raif’in yine CYTA’da çalışan meslektaşı bazı Kıbrıslırumlar tarafından öldürülüp “kayıp” edildiği, bazı Kıbrıslırumlar tarafından bize anlatılmıştı ve biz de bu anlatılanları bu sayfalarda yıllar önce yayımlamıştık.
Barış aktivisti Andreas Fterakidis de, CYTA’da telgraf memuru olarak çalışırken Mehmet Raif’in meslektaşlarıyla birlikte çekilmiş fotoğraflarını paylamıştı…
RAİF TOLUK’UN YAZDIKLARI…
Raif Toluk, sosyal medya sayfasında şöyle yazdı:
“Önce hiç kimse göç etmesin. Ettirmemek için de birşeyler yapılması gerek. Şimdi biz, 1969 abnim, 1971 ben, 1973 annem ve küçük kardeşim bu memleketten göç ettik. Sebep de babam 1963’te kayıp edildi, şehit edildi, daha doğrusu işine gitti ve bir daha dönmedi.
Onun parasını veriyorlardı, bir ev kiraladıktı Marmara bölgesinde, iyiydik. Sonra ansızdan bilinmeyen bir sebeple anneme verilen para yarıya indirildi. Mecburen ev değiştirdik. Rahmetlik Cin Dayı’nın ahırının yanında garajı kendimize ev yaptık, daha ucuzdu diye. Hiç gocunmadık. Garajı üç oda yaptık, yatak odası 4 kişi, mutfak ve tuvalet, banyo. Ne ise sonra mecbur olduk, 16 yaşında mücahit oldum 8 lira alayım diye. Sonra okulu bıraktım, Avustralya’ya gideceğim diye, hem 15 lira alayım diye.
Ne ise göç ettik dünyanın bir ucuna. Bu yönetimlerin açgözlülüğünden dolayı… İki oğlum oldu dışarıda. Ve ben Kıbrısımı çok sevdiğimden buraya geri döndük. Çocuklar okula gittiler, üniversite bitirdiler, askerliklerini yaptılar, imtihanlara girdiler, geçtiler ve iş için müracaat ettiler. İkisine de iş yok. İkisi de İngilizce, Türkçe çok iyi biliyorlar ama yalvarmadık birilerine diye işe alınmadılar. 20 senedir ikisi de bet ofislerinde çalışıyorlar. Ben herhangi bir işe karşı değilim ama. Devlette hakları varken, haksız olanlar alındı. Şimdi siz çıkıp da oğlumun hakkı yok mu derseniz, biz de eskileri açarız. Ama elbette oğlunuzun da hakkı vardır, adil bir şekilde. Bu kadar…”

Mehmet Raif, kayıp edilmeden önce eşi ve evlatlarıyla...

Mehmet Raif ortada (gözlüklü) kayıp edilmeden önce CYTA'da. CYTA'da birlikte çalıştığı bazı Kıbrıslırumlarca öldürülüp kayıp edildiği söyleniyor. Foto A. Fterakidis arşivi...

Mehmet Raif, en sağda, CYTA'da telgraf memuru olarak işinin başında. Foto Andreas Fterakidis arşivinden...
*** KAZILARDA SON DURUM… KAZILARDA SON DURUM…
Kıbrıslırumlar’ın Noel tatili nedeniyle kazılara ara verildi…
Kayıplar Komitesi, Kıbrıslırumlar’ın Noel tatili nedeniyle kazılara ara verdi.
Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi Kazılar Koordinatörü Arkeolog Dr. Erge Yurtdaş’tan aldığımız bilgilere göre, kazılara 24-26 Aralık 2025 tarihleri arasında ara verildi.
Erge Yurtdaş bu konuda şu bilgileri verdi:
“Kıbrıslırum arkeologların Noel (Christmas) tatili nedeniyle, 24–26 Aralık 2025 tarihleri arasında kazı çalışmaları geçici olarak durdurulmuştur. Geçtiğimiz hafta sonu ve önceki günlerde etkili olan yoğun yağışlar sonucunda oluşan çamur nedeniyle, birçok arazi alanında çalışmalar güvenlik ve teknik gerekçelerle askıya alınmıştır.
Bu süre boyunca Komite’nin arazi birimi faaliyetleri tamamen durmamış; saha çalışmalarına ara verilmesine karşın, arkeolojik raporlama, veri değerlendirme ve gerçekleştirilen kazıların belgelendirilmesine yönelik çalışmalar kesintisiz olarak sürdürülmektedir.”
“Kafa ve kolun birliği: Politeknik eğitimle ‘yeni insan’ yaratmak…”
Kavel Alpaslan/EVRENSEL
Uzaya çıkan insan Yuri Gagarin’in hikayesini okuduğunuzda gözünüz birçok dikkat çekici ayrıntıya takılacaktır. Biyografisini değerlendirirken taraflı-tarafsız herkesin aklına ilk olarak “Soyvetlerin nasıl sıradan bir insandan kahraman yarattığı” düşüncesi şekillenecektir. Köylü bir ailede dünyaya gelen Gagarin, Sovyetlerin kurduğu sistem sayesinde yeteneklerini ve hayatta gönül verdiği ilgi alanlarını öne çıkartabilmiş ve nihayetinde daha önce hiçbir insanın dokunamadığı kapıları açarak uzaya yolculuk etmiştir.
İnsanın tüylerini diken diken eden bir gerçek bu. Fakat Gagarin bir istisna değil. Bunu anlamak için Sovyetler Birliği’nin mesleki eğitim sistemine bakmak gerekiyor.
Teori ile pratiğin Marksist bir perspektifle ele alındığı ‘politeknik’ yani ‘çok yönlü teknik ve beceri’ adı verilen eğitim sistemi Sovyet müfredatının çekirdeğidir. Örneğin Gagarin’in havacılığa adım atmadan önce Moskova yakınlarındaki bir çelik fabrikasında dökümcülük eğitimi aldığını biliyor muydunuz?
İlk bakışta Sovyet eğitim sistemindeki teknik-teorik temel, günümüzde alışkın olduğumuz ‘meslek okullarını’ andırıyor. Oysa köklerini Marksist teoriden alan politeknikle sermayenin ucuz emek sömürüsüne dayalı meslek okulları arasında dağlar kadar fark var.
Makineden insana
Politeknik eğitim sistemi, dünyada ilk kez Sovyetler Birliği’nde inşa edilmeye çalışılsa da kökleri Marksizmin ta kendisine gidiyor.
Sınıflı toplumlarda sadece varlıklı kesimler nitelikli eğitimden faydalandığı için, kaçınılmaz olarak eğitim modeli de egemen sınıfın perspektifiyle tasarlanır. Bilimsel sosyalizmin kurucuları Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından temellendirilen politeknik eğitim, 19. yüzyılın tek boyutlu eğitim sistemine karşı bir alternatif olarak ortaya çıkar.
Kapitalist üretim biçiminde bir işçinin anlamı makine parçası kadardır. İşçinin sadece belirli yeteneklerini geliştirmesine olanak tanınırken diğer yetenekleri ‘gereksiz’ görülerek köreltilir. Bireylerden tek bir çalışma istendiğinden, onların bedensel, düşünsel ve duygusal yönleri tek yanlı olarak geliştirilir.
Politeknik eğitim, diyalektik materyalizmin eğitime uygulanmasıdır. Politeknik eğitim anlayışında bedensel iş-zihinsel iş farkı ortadan kalkar. Çalıştıran-çalışan ayrımı yoktur. Birey hem teorik hem pratik alanlarda eğitimlerini tamamlar. Bu sayede bireylerin yaptıkları işe ve ürettikleri ürüne yabancılaşması en aza indirgenir.
Sorgulayan işçiyi yetiştirmek
Ekim Devrimi’yle birlikte ilk kez politeknik eğitim modeli sahada karşılık bulur. Üretim araçlarının kolektif mülkiyetiyle sosyalist bir toplum ve ‘yeni insan’ yaratma coşkusuyla başlayan Sovyet deneyiminde ücretsiz, ana dilinde ve bilimsel eğitim herkes için bir hak olarak tanınır.
Bu göz kamaştırıcı yenilikler içerisinde kendini pek göstermese de eski eğitim sisteminin omurgası Sovyet pedagoglar tarafından sökülerek yerine politeknik yerleştirilir.
Okullarda bilginin hareket noktasının pratik çalışmalar ve üretim olması amaçlanır. Teori ile pratik arasında kurulan bu köprünün harcı bireye kazandırılmak istenen sorgulama alışkanlığıdır. Bu sayede toplumun herhangi bir alanında çalışan kişi, işine bütünlüklü yaklaşabilecektir.
Genel çizgileri ile ifade etmek gerekirse,
• İlkokul çağına gelmiş öğrencilere, daha sonraki kuramsal ve pratik yöndeki üretim çalışmalarına hazırlayacak biçimde el işi dersleri verilmektedir.
• Ortaokul boyunca bütün öğrenciler, teknik resim gibi üretim içinde oldukça önemli bir yer tutan bilgileri almaktadırlar.
• Öğrenciler ilk ve orta öğrenimde atölye ve üretim işlerinde pratik çalışmalar yapmakta, her öğrenim yılı sonunda endüstriyel ve tarımsal işletmelerde yapılan çalışmalarla üretim içi deney kazanmaktadırlar.
• Ders programları her bölgenin yerel şartlarına göre hazırlanmakta, bunlar sık sık kontrol edilerek genel ilkelerle çelişki doğmaması sağlanmaktadır.
Politeknik neden meslek okulu değil?
Burada önemli bir parantez açarak üretimin ve pratiğin ön plana çıkmasının bir eğitim sistemini ‘Meslek okullarına indirgemediğini’ vurgulamalıyız. Politeknik eğitimin Sovyetler Birliği’nde şekillenmesine öncülük eden pedagoglardan Nadejda Krupskaya, kapitalist meslek okullarıyla aralarındaki farkı “Okul, gençlere elle veya makine ile eğirme veya dokumayı öğretmeyecek; ancak bir imalathanede çalışırken bilmeleri gereken birçok şeyi öğretecektir” sözleriyle açıklıyor ve bir örnek gösteriyor:
“İlk olarak öğrenciye, tekstil endüstrisinin dünya ve ülkemiz ekonomisindeki oynadığı rol tanıtılacaktır. Bu, ona tekstil endüstrimizin nasıl geliştiğini gösterecektir. Tekstil merkezlerimizin nerelerde olduğunu öğrenecektir vb. Sonra imalatta hangi ham maddenin kullanıldığını öğrenecektir. Öğrenciye ham maddelerin özellikleri ve yetiştirilişinin ve depolanmasının geliştirilmiş yöntemleri tanıtılacaktır. O, üretimin çeşitli dalları ve gerekli uzmanlıklarla üretimi ve onun atölyelerinin bilgisini alacaktır. Makinelerin nasıl kurulduğunu, bu makinelerin planlarının nasıl çizildiğini, tekstil üretiminin nasıl geliştiğini ve hangi geliştirmelerin etkili olabileceğini öğrenecektir. (...) Okul ona, zorunlu ve sağlıklı çalışma koşullarını yaratmayı öğretecek, emeğin korunmasının ve herhangi bir işletmede özellikle tekstil üretiminde endüstriyel güvenliğin temellerini tanıtacaktır. Son olarak, fabrika yetiştirme okulu onlara, yurttaki ve dünyadaki sendika hareketinin tarihini öğretecek ve işçilerin, özellikle tekstil işçilerinin, dünya çapında yürüttükleri savaşımı anlatacaktır. Bütün bunlar öğrenciye, yarın gereksizliği ispatlanabilecek dar bir meslek vermiyor, tersine geniş politeknik eğitim; fabrikaya deneyimsiz bir yardımcı ve engelleyici bir işçi olarak değil, olgun ve usta bir işçi olması için gereken çalışma alışkanlığını veriyor.”
Miras ve bugün
İşte bu yüzden politeknik eğitim modeli ‘güvencesiz ucuz emek sömürüsü’ ya da ‘sermaye çarklarında sömürülecek işçiler yaratma’ projesi değildir. Pratiğin deneyimlendiği alanlar bizzat devletin politeknik eğitim için altyapısını hazırladığı, kârı değil eğitimi ve iş güvenliğini önceleyen yerlerdir.
Sovyetler Birliği’nde politeknik eğitimin temelleri ta 1920’lerde atılır. Bu tarih çağının çok ötesinde devrimci bir metin olan Moskova Çocuk Hakları Bildirgesi’nin kaleme alındığı tarihin hemen sonrasıdır. Fakat düşük okur yazarlık oranları, savaşlar, tarıma dayalı ekonomi ve Çarlık Rusya’sının enkazı nedeniyle ancak 1950’lerden itibaren sistem yerine oturmaya başlar. Sonrasında diğer sosyalist ülkelerde de benzer bir model uygulanmaya çalışılır.
Tüm bu zorluklar nedeniyle ideal biçime ulaştığı söylenemez. Yine de bugünden çok daha geniş ufuk ve yaşanmış bir pratik sunarak büyük bir atılım olarak tarihe geçer.
O nedenle politeknik eğitimin gücünü aldığı damarlara yaklaşmaya hiç olmadığımız kadar ihtiyacımız var. Gagarin’in hikayesi bize gösterdi ki, enginlere uzanan yol, tesadüfler ve kurnazlıklarla değil; köy evinden ya da işçi ailesinden gelen her gence, yeteneklerini sivriltip kafası ve elleriyle çalışmayı öğreten bir sistemin yarattığı olanaklarla döşenmişti.
(EVRENSEL – Kavel ALPASLAN – 19.12.2025)







