
KIBRIS'IN DEMOGRAFİK YAPISI BRÜKSEL'DE TARTIŞILDI
Kıbrıs Türk Demokrasi Derneği Genel Sekreteri Derman Saraçoğlu, 28 Mart 2012, Brüksel’de, gerçekleştirilen, “Kıbrıs’ta Demografik Yapı: Sorunlar ve Perspektifler” konulu panelde bir konuşma yaptı
Kıbrıs Türk Demokrasi Derneği Genel Sekreteri Derman Saraçoğlu, 28 Mart 2012, Brüksel’de, gerçekleştirilen, “Kıbrıs’ta Demografik Yapı: Sorunlar ve Perspektifler” konulu panelde bir konuşma yaptı.
Saraçoğlu’nun konuşmasının tam metni şöyle;
Öncelikle, bizlere Kıbrıs’taki demografik yapı ile ilgili sorunlarımızı Avrupa Parlamentosu çatısı altında tartışabilme olanağı yaratan GUE/NGL ve AKEL’e Kıbrıs Türk Demokrasi Derneği adına teşekkür ediyorum.
Doğal olarak gündemimizdeki sorunu irdelerken, karşımıza Kıbrıs sorununun kendi ve demografik yapı ile Kıbrıs sorununun karşılıklı etkileşimi çıkıyor. Özellikle, Kıbrıs Türk Toplumu’nun, ayrılıkçı siyasetler sonucu sürüklendiği açmaz çıkıyor karşımıza. Bu sorunun baş mimari Ankara çıkıyor. AB’nin, BM’nin , Kıbrıs’taki Demografik yapının T.C Devletince bu derece değişikliğe uğratılması karşısındaki tutumlarını sorgulamak durumuyla karşı karşıya kalıyoruz.
Bu noktada, konuşmamın sonunda sormam gereken iki soruyu baştan soracagim. Sizlere aktaracaklarım, bu soruların yanıtlanma gerekliliği ile birlikte algınanıp, her cümlemde sorgulanabilsin istiyorum. Çelişkili rakamsal verilerin, tarafınızdan bilindiğinden hareketle, ağırlıkla daha farklı ve özgün referanslar üzerinde durmak istiyorum.
Soru 1: T.C Devleti, Ankara, eğer gerçekten Kıbrıs’ta Federal bir çözümden yana ise, neden federal Kıbrıs’ın iki temel ayağindan birini oluşturacak olan Kıbrıs Türk Toplumu’nu yok ediyor?
Soru 2: Avrupa Birliği sınırları içinde bulunan Kıbrıs’ın kuzeyini, Kıbrıs sorununu çözümsüz kılarak , fiilen kolonize etmeye çalışan, bunu gerçekleştirirken de, AB vatandaşı Kıbrıslı Türklerin toplumsal yapısını, tüm değerleri ile yok etmekte olan Ankara’nın siyaseti karşısında , AB’nin bugünkü tutumu tatmin edici midir?
Her şeyden önce, Kıbrıs’taki Demografik yapı ve sorunlarını tartışırken, normal bir ülkenin demografik sorunlarını tartışmadığımızı bileceğiz. 1974’ün ardından , 38 yıldır geçen süreç herkese göstermiştir ki, Türkiye’nin egemenleri 1974 20 Temmuzunda, Kıbrıslı Türkleri çok sevdikleri için değil, kendi stratejik çıkarları için ordularını Kıbrıs’a göndermişlerdir. Önce asker, top, tüfek, tank, ardından da bilinçli ve sistematik olarak sivil yığınlar Ada’ya taşınmaya başlanmistir. Anadolu’nun köyleri kaldırılıp Kıbrıs’ın kuzeyine taşınmıştır. O donemde ayrıca 170 bin kadar Kıbrıslı Rum Ada’nın güneyine sürülmüş, 55-60 bin Kıbrıslı Türk de, güneyden kuzeye yerleşmişlerdir.
O günlerde kuzeyde kurulan ayrılıkçı, talan ve ganimet düzeninin üzerine, Türkiye, kenarlarından 43 bin askerin tuttuğu ağır bir kamuflaj örtü çekmiştir. Kıbrıslı Türkler, bugün hala, bu örtünün ağırlığı altında yaşıyorlar. Bu kamuflaj örtünün altında, Ankara’nın ayrılıkcı ve yokedici saldırılarına direnmeye çalışıyorlar. Türkiye’den Kıbrıs’a nüfus taşınması 1974’ten bu yana, sürdürülmüş ve özellikle 1983 “KKTC” ilanı ardından çeşitli teşvikler ve uygulamalarla, daha da hız kazanarak bir devlet politikası halinde hiç şaşmadan devam edegelmiştir.
1974 sonrası .Türkiye’den Kıbrıs’a yerleştirilen sivillere, 34 .000 “Koçan” verildiği ve bunun da Kıbrıs’ın kuzeyindeki toprakların yarısından fazlası olduğu yönünde bilgiler vardır. Türkiye’den Kıbrıs’ın kuzeyine taşınan nüfusla ilgili hiçbir zaman doğru, güvenilir statistiki bilgi verilmedi. Kıbrıs’ın, bugün hala devam eden bölünmüşlüğünün baş mimarlarından Rauf Raif Denktaş, 1993 yılında şöyle der: “Eğer bu bilgileri açıklarsak, kimin nereden geldiği ortaya çıkar..!” (Yenidüzen, 23 Temmuz 1993). Tam
da bu nedenle, Kıbrıs’ın kuzeyinde oluşturulmuş işbirlikci rejim daima, bu yöndeki bilgileri gizlemiş ya da çarpıtmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri is yerleşikler konusunda hiç söz etmemektedirler. Çünkü, bir askeri işgal harekatı ardından, bu harekatı gerçekleştiren ülkenin, ele geçirdiği topraklara, sivil nüfus aktarmasının veya bunu teşvik etmesinin 4. Uluslararası Cenevre Konvansiyonu’nun 49 (6) bendine göre savaş suçu sayıldığını çok iyi biliyorlar.
Kimileri, Kıbrıs’ta Kıbrıslı Türklerin, Ankara tarafından bilerek ve isteyerek toplumsal yokoluş sürecine sürüklendiklerine inanmak istemiyor. Ada’nin kuzeyindeki gelişmelerin rastlantısal olduğunu ve bazı uygulama hatalarından kaynaklandığını düşünüyorlar. Oysa durum öyle değildir. Ne 1974’te öyleydi, ne de şimdilerde.
1974 sonrasında, örneğin Türkiye’nin yaptığı ilk iş, Kıbrıslı Türklere, soyadı alma zorunluluğu getirmesi olmuştur. Bunu neden yapmıştır? O güne kadar var olan isimlerimizle karışmamıstık da 1974’ten sonra mı karışacaktık?
Türkiye’nin Kıbrıslı Türklere yaptığı bu dayatma, o günlerden demografik yapıya müdahalesini kolaylaştırıcı bir adımdı. Ada’ ya taşınan ve taşınacak yerleşiklerle Kıbrıslı Türklerin, dıştan ve uzaktan bakıldığında, ayırt edilmesi istenmiyordu. Soyadı kendilerince bu işi çözecekti.
Sonra kimlikler dağıtıldı. 1976 yılında, Lefke’de elinde yeni kimlik kartıyla, üzerinde doğum yeri diye yazılmış Karadağ’ı arayan bir yerleşikle rastlaştım. Bana da Karadağ’ın yerini soruyordu. Baktım, elindeki kimlik kartında doğum yeri olarak Karadağ yazıyor. Adam, Anadolu’dan getirilmiş ve Kıbrıs’ta sahte “doğum yerini” aramaktaydı..!
Bu konuda yaşananlar bununla da sinirli değildi.
Bir dönem, Kıbrıs’ın kuzeyinde moda olmuştu. Bazı üst düzey yöneticiler, Türkiye’den bağlantı kurdukları anlı- şanlı insanlara, Onlar Kıbrıs’a hiç ayak basmadan, hiçbir başvuruda da bulunmadan, ilgili daireden “KKTC” Kimliği hazırlatıyorlar ve götürüp hediye niyetine veriyorlardı.
Demek ki, Bugün Derviş Eroğlu, Dimitris Hristofias’a tüm “KKTC” vatandaşları için Federal Kıbrıs vatandaşlığı teklifini götürür ve “Ben “KKTC” vatandaşları arasında ayırım yapmam.”derken, Sayın Eroğlu’na şunu da sormak gerekiyor; Türkiye’de yaşamakta olan ve zaten hileli olan nufus sayımlarında da görünmeyen kaç Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının “KKTC” kimliği vardır? Peki, ya yıllarca Türkiye’den Kıbrıs’ın kuzeyine gelip, “KKTC” pasaportu ve kimliği alarak Avrupa’ya iltica etmiş yerleşiklerin sayısı ne kadardır? Biliniyor mu dersiniz?
Kıbrıs’ın kuzeyinde Türkiye’den gelme nüfusun artışına paralel, en başta, Eroğlu ve UBP Hükümeti olmak üzere, yerli işbirlikciler aracılığı ile uygulanan siyasetler sonucu , Kıbrıs Türk Toplumuna, Kıbrıslı Türklere yönelik saldırılar , yaşamın her alanında tırmandırılmaktadır. Ankara, Kıbrıs’ın kuzeyinde artırdığı kendi nüfusunu , Ada üzerindeki olası yeni maceralarının en büyük gücü ve dayanağı olarak görmeye başlamıştır.
Kendi yurtlarında azınlığa düşürülen Kıbrıslı Türkler, yerli işbirlikçiler, onlar yetersiz kalırsa, gayri resmi bir valiliğe dönüştürülmüş T.C Büyükelçiliği aracılıği ile, ya da direk Ankara’dan yapılan açıklamalarla tehdit edilmektedirler.
Emek, barış ve demokrasi güçlerine yönelik saldırılar son dönemde yeniden artmıştır. Özelleştirme kisvesi altında, Türkiye’nin Kıbrıs Türk Toplumu’nun tüm değerleri gasp edilmektedir. Kıbrıslı Türklerin yaşam alanlarına birer birer el konulmaktadır. Kıbrıslı Türkler bu yolla göçe zorlanırken, yerleri Dünya’dan bakınca ayırt edilemeyecek biçimde yerleşikler tarafından dolduruluyor. Ankara ve işbirlikçileri ise Ada’nın kuzeyinde yaratılmış kalabalığın toplamını, Dünya kamuoyuna, Kıbrıs Türk Toplumu olarak Kabul ettirme gayreti içine girmişlerdir.
Bu yolla Ankara, Kıbrıs’ın kuzeyini, Kıbrıslı Rumlardan sonra şimdi de Kıbrıslı Türklerden arınmış, tam bir koloni coğrafyasına dönüştürüyor. Kıbrıs’ın kuzeyine yığdığı kendi nüfus varlığından aldığı güçle, Kıbrıslı Türklere sorma gereği bile duymadan, Kıbrıs Türk Toplumu için, Kıbrıs için, bölge için yeni tehditler içeren maceralardan söz eder olmuştur.
Bu durum bizler için Kabul edilir olmadığı gibi, AB için de, BM için de Kabul edilir, ya da hafife alınir olmamalıdır. Kıbrıs Türk Toplumu’nun inanç dünyasına kadar, Ankara’nın kaba müdahalesi ile karşı karşıya bırakılması ve sonra da yüzbinlerce
taşıma nüfus gözlerden saklanmaya çalışılarak, yapılanların yerli toplumun talebiymiş gibi sunulması Kabul edilemezdir. Ankara’nın yerli işbirlikçileri ile oynadığı bu çirkin oyun artık anlaşılmalıdır. Yapılan, Kıbrıs Türk Toplumu’nun kimlik detayları kullanılarak Ada üzerindeki geleceğinin çalınması, yok edilmeye çalışılmasıdır.
Kıbrıs Türk Toplumu’nun varoluşu ve geleceğinin Birleşik Federal Kıbrıs’ta olduğunu çok iyi bildiğimiz gibi, Federal Kıbrıs’ın oluşup sürdürülebilmesi için de Kıbrıs Türk Toplumu’nun varlığının önemli ve şart olduğunun bilincindeyiz.
Ankara kısacası, Kıbrıs Türk Toplumu’na, Marmara’nın İmroz Adası Rumlarına yaptığını yapıyor…Yok ediyor. Bakınız Türkiye’de yayınlanmış bir raporda, İmroz Adası ile ilgili ne bulgular yer alıyor. Kıbrıs’ta yapılmakta olanlarla benzerliği sizleri hayretler içinde bırakacaktır;
"Türkleştirmeye dayalı nüfus ve iskân politikaları daha ziyade İmroz ’u hedef almış, devlet 1946’dan itibaren bu adanın nüfusunun Türkleştirilmesi için büyük gayret sarf etmiştir. Karadeniz Bölgesi’nden getirilen yaklaşık on hane, adaya devletçe yerleştirilen ilk Müslüman grup olmuştur. 1973’te Trabzon’dan, 1984’te Muğla, Isparta ve Burdur’dan, 2000’de ise Çanakkale ve Biga’dan köyler bütün olarak İmroz’a yerleştirilmiş, ayrıca adaya gönüllü yerleşimci çekmek amacıyla tarımda ayni yardım ve özel kredi olanakları gibi teşvikler sağlanmıştır.
İskân ve nüfus politikaları kısa sürede meyve vermiş, Gayrimüslimlerin ada nüfusuna oranında büyük bir düşüş meydana gelmiştir. 1950 senesinde adada 6,125 Rum’a karşılık 200 Türk yaşarken, 1970’de bu oran 2,576 Rum’a karşı 4,029 olmuş, 1985’te denge 472’ye 7,138 iken, nihayet 2000 senesinde 300 Rum’a karşılık 7,200 Türk olmuştur.
Görüldüğü üzere, düşen sadece Rumların Türklere, daha doğrusu Gayrimüslimlerin Müslümanlara oranı değil, aynı zamanda adada yaşayan Rumların sayısıdır da. Bu düşüşte, özellikle 1960 askeri darbesinden sonra izlenen ve 1974’te Kıbrıs’a yapılan harekât ile büyük bir ivme kazanan Rumlara dönük hak ihlalleri, baskı politikaları ve ayrımcılık da etkili olmuştur. 1964’te Rumlara ait en verimli topraklar kamulaştırılarak üzerlerinde bir askeri üs ile havaalanı inşa edilmiş; çevrenin korunması gerekçe gösterilerek balıkçılık, kamu sağlığı gerekçe gösterilerek ise et ihracı yasaklanmış; böylece tarım, hayvancılık ve balıkçılık ile geçinen ada halkı göç etmek zorunda bırakılmıştır.
1965’te adada açık bir cezaevi kurularak cinayet, hırsızlık ve tecavüz gibi adli suçlardan hükümlü kişilerin adada serbestçe dolaşmaları sağlanmış, ada halkı bu kişilerin işledikleri suçlar karşısında korumasız bırakılmış, kendilerini güvende hissetmeyen birçok adalı Rum göç etmek zorunda bırakılmıştır.
29 Temmuz 1970 tarihli bir kararname ile adanın ismi “Gökçeada” olarak değiştirilmiş, adadaki Rumca köy ve yer isimleri de Türkçeleştirilmiştir. Yunanistan’ın Kıbrıs’ta gerçekleştirdiği askeri darbeye yanıt olarak Türkiye’nin adaya çıkarma yaptığı 1974 senesi ise, İmroz ’daki Rum nüfus açısından bir dönüm noktası olmuş, hükümetin adada aldığı ‘güvenlik tedbirleri’ ile adalı Rumlara yönelik saldırılar sonucunda Rumların büyük çoğunluğu adayı terk etmiştir.
Bütün bu baskıcı ve ayrımcı politikaların sonucu olarak, İmroz ’da Rum nüfus neredeyse yok olmuştur. Adadaki açık hava cezaevi 1991’de kapatıldıysa da, bu tarihte Rumların büyük çoğunluğu adayı terk etmiş bulunuyordu.
1993’te İmroz ’a gitmek isteyenlerden istenen özel vize uygulamasına son verilmiş, adada turizmin gelişmesi için kamu kaynakları tahsis edilmeye başlanmıştır." (Bir Yabancılaştırma Hikayesi Türkiyede Gayrımüslim Cemaatlerin Vakıf ve Taşınmaz Mülkiyet Sorunu Raporundan)
Sayın Avrupa Parlamentosu Üyeleri;
1992 yılında, Spanyol parlamenter Alfons Cuco’nun Kıbrıs’taki demografik yapı ile ilgili raporunda yer alan şu bilgi çok önemlidir, ve belki de tek başına, durumun Kıbrıs Türk Toplumu’nun, Kıbrıs’ın geleceği açısından vehametini sizlere anlatabilir. 1974 ve 1990 yılları arasında nüfus, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kontrolundaki bölgede sadece 13.70% artarken, T.C devleti’nin kolonileştirmekte olduğu Ada’nın kuzeyinde, bu sürede nufus artışı 48.35% olmuştur. Böyle birşey normal koşullar altında olabilir mi? Elbette ki hayır.
Değerli Parlamento Üyeleri, AB Yetkilileri;
AB sınırları içinde, kendi yurdumuzda, göz göre göre tüketilişimize seyirci kalmayınız. Bu insan hakkı ihlalini, bu savaş suçunu görmemezlikten gelmeyiniz.
Sizlerden talebimiz, daha fazla geç kalmadan, 1992 tarihli Cuco ve 2003 tarihli Jaakko Laakso Kıbrıs demografik raporlarının Avrupa Parlamentosunda yeniden gündeme getirilmesi ve AB içinde yer alan bir coğrafyaya ait bir toplumun yok edilmesinin önüne geçilmesi yönünde adımlar atılmasıdır.
Kıbrıs Türk Demokrasi Derneği, tüm dost örgütler ve kurumlarla birlikte bu yönde çalışmaya ve katkı koymaya hazırdır.
Kıbrıs’ta, Kıbrıs’lı Türklere uygulanan, bir tür etnik temizlik halini alan bu sorunun, her ilgili uluslararasi platforma taşınması yönünde uğraşlarımızı ve talebimizi sürdürmeye devam edeceğiz.

















