Kaş yapayım derken göz çıkaranlar!
Yani Ersin Tatar aslında hiçbir işe yaramıyor, orada süs olarak tutuluyor, kukla gibi oynatılıyor!
-*-*-
Bunları ben söylersem, “sen öylesin, sen böylesin, geçmişte Tatar’cıydın, ne oldu ya” gibi bir torba laf diyeceksiniz!
-*-*-
Ben söylemiyorum!
-*-*-
Bakın kimler söylüyor…
-*-*-
Ahmet Savaşan…
UBP’nin Genel Sekreteri…
Sevgili Savaşan diyor ki; “… Erhürman seçildikten sonra Türkiye Cumhuriyeti ile diyaloğunun devam edebilmesi mümkün değil. Bu ülkede kaos olur, yeni siyaset duvara toslar. Türkiye ile yakalanan hem iktisadi hem mali hem de siyasi uyumluluk sekteye uğrar."
-*-*-
Sevgili Savaşan da çok iyi biliyor ki Erhürman seçilecek!
Ve Türkiye ile diyalog sonlanmayacak!
-*-*-
Ama Savaşan’ın sözlerine dikkat edin…
Bu sözlerden çıkan en net sonuç, “Türkiye Kıbrıs’ta sadece ayakta durup gülümseyen bir konu mankeni istiyor” sonucudur!
Bence bu yorum, bir yandan Türkiye’ye hakarettir; öte yandan Kıbrıs Türk toplumunun iradesine saygısızlıktır!
Ama hepsinden önemlisi, “Ersin Tatar açıkça aşağılanmaktadır…”
-*-*-
Hasan Taçoy…
UBP’nin en UBP’lisi…
Önce ne dedi?
“Ersin isminin ilk harfi alfabede Tufan isminin ilk harfinden önce gelir, bu nedenle Ersin cumhurbaşkanı olmalı” dedi…
Sonra, “yok be canım şaka yaptım” diye düzeltmeye çalıştı ama aslında “şaka da olsa”, Ersin Tatar’ın, Tufan Erhürman’dan daha önde gelen tek özelliği ilk isimlerinin ilk harflerinin alfabedeki yerleriydi…
-*-*-
Taçoy, akabinde bir büyük gaf daha yaptı…
Veya belki de “bilerek ve isteyerek” yapıyordu; yani ortada gaf falan yoktu!
-*-*-
Taçoy, Tufan Erhürman’a “gel televizyonda karşıma çık” diyerek, aklı sıra meydan okurken; asıl yaptığı neydi peki?
Asıl yaptığı şuydu; “… Partimiz UBP’nin destekleme kararı aldığı Ersin Tatar, boştur, Tufan Hoca ile televizyon ekranında tartışabilecek biri değildir…”
-*-*-
Tatar’ı savunacağız yani “kaş yapacağız” derken, adamı yerden yere vuruyorlar, yani “göz çıkarıyorlar”…
-*-*-
Ortada bir yarış yoktur!
UBP, sadece namusu kurtarmak adına Ersin Tatar’ın ilk turda yüzde 35 bandında oy alması için uğraşmaktadır…
Atak!
İngilizce “attack” kelimesinden geliyor…
“Saldırı” demektir!
Atak yapmak, saldırmaktır!
-*-*-
“Atak kelimesi ile eş anlamlı başka İngilizce’de kelimeler de vardır…
Mesela “aggression”…
Saldırganlık demek!
-*-*-
Barrage…
Bu da yaylım ateşi, engelleme ateşi anlamında kullanılan “atak”la eş anlamlı ya da benzeşen bir kelime…
-*-*-
Charge...
Atak kelimesine en yakın anlamı “Suçlamak”tır…
-*-*-
Incursion…
Akın demektir…
Sonuna “s” koyar çoğul yaparsanız, “saldırılar” anlamı oluşur…
-*-*-
Intrusion…
Bu da “atak” kelimesiyle anlam bakımından yakın bir kelimedir ve en bast ifadeyle “tecavüz” demektir…
-*-*-
Invasion…
Hekesin malumudur, “istila “anlamını çıkarırsınız ki bununla da benzeşen “intervention, occupation, conquering, annexing, takeover arrogant” gibi kelimelerle ya aynı anlamdadır ya da çok yakın anlamlar taşır!
-*-*-
Yani, arkadaşların “ruhları”, “atak” kelimesine bayağı uygundur!
Hücuuuum!
Zorba the Cypriot!
Artık Kıbrıs’tayız…
Tatil çok güzel ama yolculuk çok zor…
Hele bizim gibi Hanya – Baf veya Baf – Hanya uçuyorsanız, aşırı insan kalabalığı içerisinde, tost olmaktan kurtulamazsınız…
Bizim şu andaki Ercan’a göre çok küçük hava limanlarında değil oturacak, ayakta duracak yer yok!
-*-*-
Neyse tatil bitti…
Pazartesi sabah itibarı ile tv programımıza geri döndük…
-*-*-
Tatille ilgili son bir şey yazayım…
-*-*-
Zorba the Greek…
Bu filmi izlemeyen yoktur sanırım…
Veya adını duymayan…
-*-*-
Film, ünlü yazar Nikos Kazantzakis’in kaleme aldığı romandan Mihalis Kakogiannis tarafından sinemaya uyarlandı…
-*-*-
Filmde, Anthony Quinn’in canlandırdığı Alexis Zorba; Alan Bates’in canlandırdığı Basil’e, hayatla ilgili her şeyi öğretiyor…
-*-*-
Bu filmde, Alexis Zorba’nın dans ettiği plaj veya sahil var ya; Girit tatilinin son gününde o plajı da görüp, ünlü dans sahnesinin çekildiği noktada biz de hatıra fotoğrafımızı çektik…
-*-*-
Filmin bir çok sahnesi zaten konakladığımız Hanya’da çekildi… Ancak filmin neredeyse tamamı, aynı bölgedeki Kokkino Chorio köyünde ve Akrotiri Yarımadası üzerindeki malum plajda tamamlandı…
-*-*-
Tabii ki film kadar, hatta filminden daha çok “müziği” efsaneleşmiştir…
Komünist müzik ustası Mikis Theodorakis’i de anmadan geçmeyelim…
-*-*-
Bu veya buna benzer filmler, “turizm ve tanıtım” açısından çok önemlidir…
-*-*-
Dünya çapında isimlerle, dünya çapında filmler çekersiniz ve o günden sonra, ne reklam istersiniz ne tanıtım masrafı!
-*-*-
Sadece Zorba the Greek değil; bir çok ünlü filmle, Dünya’da bir çok ülke ya da bölge ünlenmiştir…
-*-*-
Mesela Yeni Zelanda, Yüzüklerin Efendisi adlı filmle ününe ün katmıştır…
Son dönemde Hırvatistan, Game of Thrones dizisinin Dubrovnik'teki çekimleriyle popülaritesini artırmıştır… Veya Londra’da yaşarken ve “Notting Hill” filmini izledikten sonra bu bölgeye her gittiğimde, sanki o filmi yaşarmışım gibiydi…
-*-*-
Hani biraz toparlanalım, oturalım, konuşalım, çok büyük bütçeler oluşturalım, Dünya çapında marka olabilecek “iş”lere imza atalım diyecektim!
-*-*-
Yok yok gerek yok!
Kıbrıslı deyişiyle “biz böyle tamamık”…
Biz iş yapacak, yatırımlarını artıracak, ülkeye vergi verecek, istihdam sağlayacak insanları da istemiyoruz…
Olanları da sürekli kötülemekten başka bir şey yapmıyoruz!
-*-*-
Zaten iyi ki de yapmıyoruz!
Sahi, biz Zorba gibi bir film çekmeye kalksak, bir birimizi yiyeceğiz!
Zorba the Turk mü olsun, Zorba the Cypriot mu?
Yoksa Zorba the Turkish Cypriot mu?








