![Jenan Selçuk’un[i] ŞEYTANRI kitabı üzerine söyleşi…](https://d.yeniduzen.com/news/1.jpg)
Jenan Selçuk’un[i] 'ŞEYTANRI' kitabı üzerine söyleşi…
Halil Karapaşaoğlu. “Kaza” isimli şiir kitabında spesifik bir temadan bahsetmek zor. Ancak “Haz” da epikurusçuluktan, “Şeytanrı”da da astroloji, tanrı, insan gibi daha spesifik temalardan bahsedebiliriz. Şiirsel mesele
Halil Karapaşaoğlu. “Kaza” isimli şiir kitabında spesifik bir temadan bahsetmek zor. Ancak “Haz” da epikurusçuluktan, “Şeytanrı”da da astroloji, tanrı, insan gibi daha spesifik temalardan bahsedebiliriz. Şiirsel meselen neden ve nasıl belirli temalar üstünde yoğunlaşmaya doğru gidiyor?
Jenan Selçuk. İlk kitabımla ilgili öne sürdüğün ‘spesifik bir temadan bahsetmek zor’ görüşüne pek katıldığımı söyleyemeyeceğim. Aşk/insan, mitoloji/tanrı-ça/ritüel, yolculuk/fiziksel/zihinsel, doğa, ölüm gibi (üç kitap boyunca da izlerini sürmekten kendimi alamadığım), genel veya spesifik, çeşitli izleklere göndermelerde bulunan, o dönem sürdürdüğüm yaşayışla örtüştüğünü düşündüğüm şiirler, ilk kitabımda da mevcut. Keza, ‘HAZ’da da epikurusçuluğun yanı sıra astrolojiyle, mitolojiyle ve psikanalizle kurlaşan şiirlere rastlanabileceği gibi, ‘ŞEYTANRI’da yer alan şiirlerin satır aralarında da, epikurusçulukla stoacılığa atfedilebilecek unsurlar da yok değil.
Soruna verebileceğim yanıtsa: Aradan zaman geçince, insanın algıla(dık)rı değişime, dönüşüme uğrayabiliyor. Algılarındaki bu güncelleme de, doğal olarak görüşlerine, yaklaşımlarına yansıyabiliyor. Doğa’daki değişim ve döngüsellik gereği, dönem dönem bazı meseleler, temalar, izlekler öne çıkıp daha bir göz alıcı şekilde parıldarken, diğerleri karanlığa çekilebiliyor, bir süreliğine de olsa, önemini yitirebiliyor. Karanlığa çekilmiş olmaları, orada olmadıkları, bir daha asla görünmeyecekleri anlamına gelmez.
H.K. İlk iki şiir kitabına baktığımız zaman, “ISBN” numaralarının olmadığını görüyoruz. Poetikasını anarşizm üstüne kuran bir şair olarak bu tavrını “Şeytanrı”da göremiyoruz. Şiirinde ve yaşam felsefende değişen ne oldu?
J.S. Şeytanrı’ya uydum.
H.K. “Şeytan”la, “Tanrı”yı birleştirerek yeni bir kelime yaratıyorsun. Bu yeni kelime “Şeytanrı” oluyor. Aynı zamanda Tanrı’yı da “şeyleştirip” kutsallığını nesneleştirdiğin için mistikliğini, gizemini ve büyüklüğünü elinden alıyorsun. Ama diğer taraftan da tanrının yalnızlığıyla şiirlerinde kendi yalnızlığını birleştiriyorsun. Tanrıyla olan ilişkin çelişkili değil mi? Sanki Onunla ilgili ikilemde kalıyorsun?
J.S. Sorunda değindiğin gibi, Tanrı’nın var olduğu, var olması yetmezmiş gibi, bir de tek ve yalnız olduğu, ve daha da önemlisi iyilik’le ilintili unsurları temsil ettiği varsayımlarından yola çıkacak olursak, Tanrı’yla olan (veya olmayan) ilişkimizin çelişkilerle ve ikilemlerle dolu olmasının beni pek endişelendirdiğini söyleyemeyeceğim. Beni esas düşündüren, insanoğlunun Şeytan’la, ve onun (bizlere benimsetilen) simgeledikleriyle olan ilişkisi. Tanrı’yla olan ilişkimin çelişkilerle ve ikilemlerle dolu olmasını yadırgatıcı bulabiliyorken, Şeytan’la olabilecek ilişkimi merak bile etmeyişin, sorgulama gereği duymayışın, sence de tuhaf değil mi?
H.K. İçindekiler bölümünde, şiirlerini dört bölüme ayırdın. “Yavaşlık”, “Denge”, “Uyum”, ve “Döngü”. Sanırım bu dört kelime üzerinden hem yaşamını hem de şiirini kuruyorsun. Şiirlerinde bu kavramların felsefesini görmek mümkün. Peki kendi hayatında durum nasıl? Şiirlerinde savunusunu yaptığın, “idealleştirdiğin” hayatı yaşayabiliyor musun?
J.S. Şiirlerimde yalnızca bu kavramların felsefesini değil, karşıtlarını, hatta daha başka kavramları da görmek mümkün. Yani, herhangi bir yaşam biçimini idealleştirdiğim falan yok. Herhangi bir yaşam biçiminin savunusunu yapmak gibi bir kaygım da olmadı hiçbir zaman. Sadece yaşıyorum, ve yazıyorum.
H.K. “Tükendi dermanı… Kestirememişti
bu denli talepkar olabileceğini
yaratmaya yeltendiklerinin
…
Henüz rahatını kaçıracak canlıları
başlamamıştı kurgulamaya”
“Managül” isimli şiirindeki bu dizelerde insan ve Tanrı arasındaki ilişkiyi irdelerken, tanrının tarafında olduğunu anlıyoruz. Buna ek olarakta “Sana Kaldırıyorum” isimli şiirinde, bu düşünce pekiştiriliyor. Hatta “Kızgınlığım seninkiyle kıyaslanamasada, yansıyor yalnızlığıma.” dizesiyle bir soyutlanma hali içine giriyorsun. 21. yy’da hangi koşullar seni yalnızlığa itiyor? Işık Kitap Evinin son fuarında Gürgenç’in sunduğu bildiride, genç şairlerin toplumsal sorumluluklarını yerine getirmediğine dair eleştirisi vardı. Bu eleştiriyle ilgili ne düşündüğünü bilmiyorum ama sanırım bu yalnızlık hali hayatın içinde nesneleşip, bu eleştiriyle birlikte düşündüğümüzde seni tepkisizleştirmiyor mu?
J.S. Şu ana kadar verdiğim yanıtlardan da anlaşılacağı gibi, eğer vereceğim yanıt, sözkonusu şiirle ilgili açıklamalarda bulunmamı gereketiriyorsa, bunu yapmayacağımı anlamış olmalısın. Bir kere ‘MANAGÜL’ şiirinde eril, yok etmeye meyilli bir Tanrı yok, dişil, yaratmayı ve yaşatmayı benimsemiş bir Tanrıça var. ‘SÜRGÜNDEKİ’NE’ şiirinde, ve daha başka şiirlerde de olduğu gibi. İnsanların tarafında olmadığım konusunda haklısın ancak, bahsettiğin doğrultuda bir taraf tutma olduğunu da düşünmüyorum. ‘SANA KALDIRIYORUM’ şiirindeyse hitap edilen Tanrı değil, Doğa. Bu ayırımları gözden kaçırmış olmana şaşırdım doğrusu.
Yalnızlık, yalnızlık. “Hep yalnızlık var sonunda, yalnızlık ömür boyu!”.
Sorunun Gürgenç’in eleştirisiyle ilgili kısmına gelecek olursak, insanların/toplumun uzağına düşmüş birisi olarak, onlara/topluma karşı çok fazla bir sorumluluk duyduğum, daha iyiye, daha güzele doğru değişeceklerine dair, herhangi bir inanç beslediğim söylenemez. Şiir’e duyduğum inanç dahil, karşılaştığı her türlü kavramı/olguyu defalarca sorgulamış birisi olarak, Barış, Özgürlük, Bağımsızlık, Eşitlik gibi kavramlar da, beni eskisi kadar heyecanlandırmıyordur belki de. Sonuçta tümü insanların ürettiği ve bana kalırsa çoktan tükettiği kavramlar. Bildiğin gibi Doğa’da kavramlar yok, güdüler, dürtüler var. Varolan enerjimi Doğa’yla ilgili daha somut uğraşlar uğruna harcamayı tercih ediyorum diyelim.
Ancak yine de itiraf etmeliyim ki, hala daha inanabileceği ve inandığı yetmezmiş gibi bir de uğruna mücadele edilecek kadar yüce olduklarını düşündüğü değerler bulabilen insanlara karşı bir hayranlık beslemiyor değilim. Ben bu yetiye sahip değilim anlaşılan. Ayrıca, herkesin mücadelesini aynı yöntemlerle sürdürmek zorunda olduğu görüşüne de katılmıyorum. Bu bir yaklaşım meselesi. Birinin diğerine üstün tutulabileceğini de sanmıyorum.
H.K. “Kutlanması Gereken Bir Şeydir Yağmur”
“…
başkaları gibi başvuruda bulunmak
yerleştirme sınavlarına devletin
utanmak şöyle dursun
gurur duyuyoruzdur, olmayışından
düzenli sayılabilecek gelirlerimizin”
Her üç şiir kitabında da ısrarla memur olmayı eleştiriyorsun. Farklı bir yaşam biçiminin çağrısını yapıyorsun. Devletle, memur olmakla ilgili sorunun nedir?
J.S. Devlete çalışan, veya devletle işbirliği içerisinde olan herkes, benim gözümde, onun suç ortağıdır. Aldığı ücret karşılığında, suça yataklık etmektedir. Bu kişiler, daha başka aktörlerin yanı sıra, devletlerin benimsedikleri politikalar neticesinde kurulmuş bu adaletsizliklerle dolu sistemin ürünü savaşlar, soykırımlar, açlık ve çevre kirliliği gibi insanlığı tehdit eden küresel sorunlarlarla ilgili herhangi bir yükümlülükleri olmadığını düşünebilir. Benim gözümde, eğer bir kurumdan para alıyorsanız, o kurumun sebep olduğu bütün kötülüklerden de sorumlusunuzdur. Kölelik kalkmadı, maaşlı hale getirildi.
H.K. “Sonuncu On” isimli şiirinde “benimse intiharım, aşk’tı!” “Kırık” isimli şiirinde ise “Kırıldı dişlerim, çiğneyeceğim diye aşkını.” diyorsun. Bildiğim kadarıyla uzun zamandır evlisin, aşk intiharsa, evlilik nedir?
J.S. Soykırım.
H.K. “Mesafe” isimli şiirinde bencillik kavramını farklı bir konsepte irdeliyorsun. Bencilliğin artmasını Tanrı’dan uzaklaşma olarak betimliyorsun. Ancak “Tanrı” ve “kul” arasındaki “kutsal” sayılan bu ilişkiyi kişi zaten sadece kendi beninde yaşadığı için bencilce zaten. Bu anlamda çelişkili değil mi?
J.S. Biraz daha dikkatli okursan, bencilliğin artmasını Tanrı’dan uzaklaşma olarak betimlemediğimi göreceksin.
H.K. “Şeytanrı”da defalarca “Tanrı” sözcüğüyle karşılaşmak mümkün. Allah kelimesini hiç kullanmamışsın. Tanrı ve Allah sözcüklerinin senin için farkı nedir?
J.S. İslami bir coğrafyada yaşadığım için Allah sözcüğüne karşı bir tepki oluşmuş olabilir. Hrıstiyanların çoğunlukta olduğu bir ülkede yaşıyor olsaydım, bu sefer de Tanrı yerine Allah sözcüğünü kullanırdım, kim bilir. Ayrıca, nedendir bilmem, çağrışımsal olarak Allah sözcüğü tek’lik, baskı ve mutlak otoriteyle ilgili hisler uyandırırken, Tanrı sözcüğü daha bir çoğulcu, daha az rahatsız edici ve daha az dayatmacı bir his uyandırıyor, en azından benim algılayışımda.
H.K. “Kıyamet I” isimli şiirinin ilk dizelerinde dinsel mesajlara gönderme yaparken, son dizede de “Zaman geri kusacak/ yuttuklarını” diyerek tarihin tekrar etmesinin kıyametin kendisi olacağını iddia ediyorsun. Tarih ve kıyamet arasındaki ilişkiyi biraz daha açar mısın?
J.S. Zaman’ın yuttuklarını geri kusmasından sen Tarih’in tekrar etmesini anlıyorsan, bir şey diyemem.
H.K. “Issız”da intiharın yüzünün olmadığını söylüyorsun. “Yüz” sözcüğünün farklı çağrışımları var. Bunlardan bazıları karakter, renk, bakışla ilgili olabilir. Sence intiharın bir karakteri, rengi dolayısıyla bir görünüşü yok mu?
J.S. ‘Oyuklar açardı, sizlerden habersiz/ görünmeyen yüzünde intiharın.’
Bir şeyin görünmüyor olması, o şeyin var olmadığı anlamına gelmez. Kaldı ki, eğer -Ay’ın karanlık yüzü gibi- görünmeyen bir yüzü varsa, görünen bir yüzü olması da gayet mümkündür. Yani bu dizenin, intiharın bir yüzünün -dolayısıyla bir görünüşünün- olmadığını söylediğini düşünmüyorum.
H.K. “Sözüm Vardı Maviye ”de, “Ölünce ancak/vazgeçebilirdiniz ölmekten” diyorsun. İnsanın ölüme olan bağlılığı ya da ölme arzusu neden ancak ölümle biter? Bu arzuyu bitme değil tam tersi istenilene ulaşıp, bir türlü arınma olarak değerlendiremez miyiz?
J.S. Ölmekle ne biter ne başlar, bir fikrim yok. Değerlendirebilirsiniz. Bir insan, sürdürdüğü yaşayışla ölümü hakkedebilmişse eğer, bir çeşit arınma olarak da görülebilir sanırım.
H.K. Kaya Çanca ile ilgili “Şeytanrı”da iki şiir var. “İntihar, ölüm, yalnızlık” kitap boyunca sık sık karşımıza çıkıyor. Çanca’nın üzerindeki etkisini biraz açar mısın?
J.S. Şifalı bitkilerle ilgili deneyler yaptığım bir gece, sanırım ölüm yıldönümüydü, Kaya ziyaretime geldi. Şiirden, aşktan, yalnızlıktan, intihardan ve daha başka şeylerden bahsettik. Onun kafası da fena sayılmazdı. Hayattayken ağzına içki koymadığını, ölmekle de sıkıntıdan kurtulamayacağını anlayınca, denemediği ne varsa hepsini denemeye karar verdiğini söyledi. Giderken o bırakmış olacak bu şiirleri. Ben de geçirdiğimiz o gecenin anısına, onları kitaba aldım.
H.K. “S(U)S” da insanın doğanın bir parçası değil kendisi olması gerektiğinin savunusunu yapıyorsun. Doğanın kendi felsefesini de içselleştiriyorsun. “su gibi kullanılmalı/ harcanmadan/ idareli” dizeleriyle şiir bitiyor. Açıkça yaşadığımız dünyanın tüketici olmasını eleştiriyorsun. İnsanın doğaya dönmesi nasıl gerçekleşecek?
J.S. ‘doğadan çıkmalı/dönmeli doğaya’ yı sen eğer Doğa’nın bir parçası olmaması olarak okuyorsan, eyvallah. Ayrıca, bu şiirin merkezindeki olgunun ‘İnsan’ olmadığını da söylemek zorundayım. Yine de insan’mış gibi de okunabilir, benim için bir sakıncası yok. Bir başkası da başka bir şeymiş gibi algılayabilir. Doğal olan ve olması gereken de bu zaten. İnsanın Doğa’ya dönmesi nasıl gerçekleşir sorusuna yanıtımsa, yok olarak.
[i] “Jenan Selçuk: 1974 yılında, Stavrogonno/Baf, Kıbrıs’ta doğdu. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi ile Doğu Akdeniz Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği’ni yarıda bıraktıktan sonra, DAÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu (2001). Fethiye, Marmaris, Hamburg ve Manchester’de yaşadı. Barmenlik, çevirmenlik, solistlik gibi işlerle uğraştı. Bilinçaltı Örgütü’nün öteki üyeleriyle birlikte, yeraltı edebiyat ve sanat dergisi Isırgan’ı çıkarıyor.
Kitapları: Kaza (2003, şiir), Haz (2007, şiir).”

















