1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Hasan, Gadinu, Barış, İrini…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Hasan, Gadinu, Barış, İrini…”

A+A-

Sanat, savaşlar nedeniyle büyük travmalar yaşayan toplumlar arasında empati yaratarak barışa katkı yapması açısından çok önemli rol oynar. Sanatın barışa katkısı örneklerini dünyanın her yerinde görürüz. Geçmiş yazılarımdan bir örnek:

Gerçek ve Uzlaşı Komisyonları ırkçı Apertheid rejiminden sonra Güney Afrika’da toplumlar arası barışı sağlamak için kullanılan bir yöntemdi.Ünlü televizyon, film ve tiyatro Direktörü Michael Lessac, bir grup Güney Afrika'lı aktör ile 'Gerçek ve Uzlaşı' Komisyonlarının çalışmalarından esinlenerek bir seri tiyatro oyunu yönetmişti. Bu oyun Rwanda, Balkanlar, Kuzey İrlanda gibi uzun süre çatışma alanı olan ülkelerde 'Çevirideki Gerçekler' (Truth in Translation) başlığı ile sergilenmişti.

Savaşların neden olduğu acıları yaşayan her toplum gibi Kıbrıslılar da “düşman” olarak niteledikleri topluma karşı empati yapmayı öğrenmelidir. Bu unsur barışın olmazsa olmazıdır. Ne mutlu bize ki küçücük adamızda da yeteneklerini barışa katkı için adamış değerli film ve tiyatro sanatçılarımız, yazarlarımız, şairlerimiz, her dalda sanatçılarımız vardır.

“Sanat iyileştirir” sözünün doğruluğunu her sanat etkinliğinden sonra daha fazla anlıyorum. Geçtiğimiz hafta Kıbrıslılar Merkezi’nde Kıbrıslıların sunduğu “Afrodit’in Çocukları – Hasan’ınan Gadinu” oyununu izledikten sonra da kendimi iyi hissettim.

ncelikli-sayfa-17-hasan-ile-gadinu-oyunu-sergilenirken.jpg

Hasan ile Gadinu oyunu sergilenirken...

Kıbrıslıların acılarını dile getiren bir oyun elbette hüzün dolu bir oyun olacaktır. O yüzden bu oyundan sonra kendimi neden iyi hissettiğimi okurlarım sorgulayabilir. Anlatayım:

Birçoğu değerli dostlarım olan oyuncuların yer aldığı bu oyun umut vadetti. Kıbrıs toplumlarının çözüm ve barışa susamışlıklarını dile getirdi. Bu iki idealin gerçekleşmesi için toplumların neler yapabileceklerini, geçmişte ve bugün neler yaptıklarını biz izleyicilere hatırlattılar. Kısacası oyun bana gelecek için umut verdiği için kendimi iyi hissettim. Uzaklardan da olsak, Kıbrıs’ta barış çabalarına destek sağlamamızın önemini hatırlatarak izleyen bizleri teşvik etti bu değerli oyun.Kıbrıslılar olarak, birlikte barışa katkı yapmaya devam etmemiz konusunda motivasyonumuzu artırdı.

Özellikle tam da Kıbrıs konusunda bu sıralardaki olumsuz koşullar esnasında sergilendiği için oyunun çok büyük önemi vardır. Kimse bunu küçümsemesin.Oyunda yer alan gençlerin isimleri Barış ve İrini idi. İrini isminin anlamının barış olduğunu öğrendim. Bu da oyunun birçok anlamlı, olumlu unsurlarından biri.

Yıl 2003. Günlerden 23 Nisan. Ada toplumlarından birinin çocuk bayramı olarak kutladığı gün.O gün tüm adanın odaklandığı konu bambaşka idi ama. Uzun zamandan beri beklenen gün gelip çatmıştı. Barikatların karşılıklı ziyaretler için açılacağı tarihsel gün.Sonradan “Kapıların açıldığı gün” olarak bilinecek olan gün.

ncelikli-sayfa-17-hasan-ile-gadinu-oyunundan-bir-enstantane.jpg

Hasan ile Gadinu oyunundan bir enstantane...

15 Temmuz 1974 tarihinde faşist Yunan Cuntası’nın Cumhurbaşkanı Makarios’u devirmek için düzenlediği darbe ve 20 Temmuz tarihinde Türkiye’nin “Enosisi önlemek ve Kıbrıslıtürklerin güvenliğini sağlamak amacıyle müdahalesi” sonucu ada ikiye bölünmüştü. Bölünmüşlük hala devam etmekte.

23 Nisan 2003 tarihinde ada halkı 29 yıldan sonra ilk kez göç etmeye zorlandıkları köy ve kasabalarını, uzun yıllar yaşadıkları evlerini ziyaret etmeye hazırlanıyorlardı. “Afrodit’inÇocukları – Hasan’ınan Gadinu” tiyatro oyunu o günlerde yaşananları anlatıyor. Pembe gözlükler arkasından değil, gerçekçi, olumlu, olumsuz yanları ile. Genç Barış ve ailesi ile köyden göç etmeye zorlanan Panos olaya olumsuz bakan kişilerden. “Ben isdemem gavurları evimde” diye isyanını dile getiriyor Barış. Yaşlı çoban Süleyman ise şimdi oturduğu evin eskisahipleri gelip evlerini geri alacak korkusu ile ovaya kaçma planları yapıyor.

Hasan’ın kapısı çalınır. Onu görmeye gelen çok eski “arkadaşı” Gadinu. Sonradan bu ikili arasında yaşanan derin aşk su yüzüne çıkar ve izleyenlerin duygusallığı gözlerden süzülen yaşlara yansır.

Kıbrıslıların birlikte yazıp yönettiği “Afrodit’in Çocukları – Hasan’ınan Gadinu” oyunu gerçekci, samimi, tüm oyuncuların yaşayarak oynadıkları muhteşem bir oyundu. Özellikle siyaset yapmadan Kıbrıs dramının insancıl yönlerini öne çıkaran bu önemli oyunda oynayan, oyuna katkı sağlayan tüm kişilere sonsuz teşekkürler. Daha nice benzer sanatsal etkinliklerin düzenlenmesini temenni ederim.

(KIBRIS POSTASI – Ertanç HİDAYETTİN – 8.6.2025)


GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR DÜNYADAN YAZILAR…

“Anneannem Arek Zakarian’ın ‘Bekleyiş’ adlı tablosu ve onun hikayesi…”

SUSAN ARPAJIAN JOLLEY

Anneannem Arek Zakarian’ın, teyzem Mary tarafından yapılmış bu portresi üst kattaki çalışma odamda asılı. Abimle çok iyi hatırladığımız bir pozdur bu; çenesi hafif yukarda, ağırlaşmış göz kapakları ve dudaklarında hayatının büyük bölümünde dillendiremediği hüznüyle camdan dışarıya bakan yayamın duruşu. Yayamın resimde giymiş olduğu kıyafetler, bir keresinde abimin yazdığı gibi “duvarları kederle nefes alan” bir evin renklerinin yansımasıydı.

SIKIŞIP KALMIŞ BİR KADININ EVİ…

Yayamızın Philadelphia’daki eviydi burası; önünden otobüslerin geçtiği, insanların yürüdüğü, hayatın camın arkasındaki, uzak bir dünyanın kaçınılmaz anılarında ve hayatta kalmayı başardığı soykırımın izlerinde sıkışıp kalmış kadının evi. Bu portre Mary’nin annesini resmettiği pek çok resmin arasında en güçlüsü olmasa da belki de Arek’in, sekiz yıl boyunca iliklerine işleyen bir felaketin içinde savrulup nihayet 1923’de Amerika’da bir sığınak buluşunun öncesini ve sonrasını en iyi yansıtandır.

KAZADA TOPAL KALINCA NİŞANLISI TERKETMİŞTİ ONU…

Arek Khachikian, 1895’de “Haç Işığı” anlamına gelen Khachaluys köyünde, bugünkü Hınıs (Ermenicesiyle Hnus) kasabasında doğmuştu. Saygın bir aileden geliyordu ve köy okulunda oldukça başarılıydı. Genç kızken varlıklı bir ailenin oğluyla nişanlanmıştı. Kaderin cilvesi bu ya, geçirdiği talihsiz bir kaza onu topal bırakmış ve bu durum karşı tarafın nişanı bozmasına neden olmuştu. Neyse ki yoksul bir aileden gelen Sako onunla evlenmeyi kabul etmişti. Ancak, 1915’de jandarmalar Sako’yu ve Arek’in iki küçük oğlunu öldürmüştü.

Arek bu felaketin ayrıntılarından yıllar sonra yalnızca bir kere, Philadelphia’ya geldiğinde, benzer acılar yaşamış ve dolayısıyla onu anlayan akrabasına güvenip de bahsedebilmişti.

AMERİKA’YA GİTMEK…

Amerika’ya gelmek onun gerçekleşmesini beklediği mucizeydi. Bileklerine kadar kanlar içinde kaldığını, kendilerini ve bebeklerini nehre atan ve intihar etmeye çalışan kadınlar gördüğünü anlatmıştı Mary’e. Saçlarının üç kez tamamen döküldüğünü, iki yıl boyunca hiç Ermenice konuşmadığını söylemişti. Amerikalı çocukları Mary, annem Rose, teyzem Sosie ve dayım Paul, annelerinin kendilerini bu felaketin ortasında dünyaya getirdiğini düşünüyorlardı. Aslında onun Amerika’ya göç edebilmesi bile, çok acılar çekip birçoklarından daha uzun hayatta kalmayı başardıktan sonra mümkün olabilmişti.

ZEHİRLİ GAZ SALDIRISINA MARUZ KALAN ZAKAR…

Arek’in uzun zaman beklediği mucize, İstanbul’da aşçı olarak çalışırken, Khachaluys köyünden hemşerisi Zakar Zakarian’ın ona Amerika’ya gidebilmesi için kefil olması ve onunla evlenme sözü vermesiyle gerçekleşti. Gemiden bitkin ve hasta bir şekilde inmişti Arek fakat Zakar tarafından karşılanacaktı. Ancak Zakar, Khachaluys’dan hatırladığı o genç, güzel kızdan eser kalmadığını görünce Arek’e verdiği sözden dönmüştü.

Aslında, Zakar da I. Dünya Savaşı sırasında Amerikan ordusuna alınmış, Fransa’da zehirli gaz saldırısına maruz kalmıştı ve anlatılanlara göre, o günden sonra hiçbir zaman toparlanamamıştı. Kendi karanlığı ve travmasıyla, Arek’in yaşadıklarını kaldıracak gücü olmadığını biliyor olmalıydı. Böylece beklemişti Arek kuzeninin evinde, sessizliğini bozup ailesinin başına gelenleri ortaya döktüğü yerde. Ancak o felaketin ve yıllar önce Khachaluys’da dönülen sözün gölgesinde, başka tutulmamış bir sözle reddedilmenin üstesinden de gelmeyi bilmişti Arek.

ZAKAR’IN KUZENİ MOVSES ZAKARİAN’LA EVLENİYOR…

Bu sefer, topallığına rağmen Sako’nun onunla evlenmeyi kabul etmesi gibi, kibar bir adam çıkagelmişti. Bir göçmen işçi yani 'bantukhd' olan ve Philadelphia’dayken karısı ve dört oğlunun soykırımdan sağ kurtulamadığını öğrenen dedem, Zakar’ın kuzeni Movses Zakarian, kuzeni Zakar’ın yapamadığını yapmış ve kendi köylerinden olan bu talihsiz kadınla evlenmişti. Zakar ve Movses katliamı duymuştu, fakat bu yaşananı anlamış olmaları demek değildi.

AREK ÇOCUKLARI UYURKEN ONLARI İZLERDİ…

Yine de, eşlerini ve çocuklarını soykırımda kaybeden Arek ve Movses Philadelphia'da bir hayat kurmuşlardı. Yoksulluk, düzensiz iş ve kültür şokuna rağmen Amerikalı dört çocuk yetiştirmeyi başarmışlardı. Çocukları okulda son derece başarılı oldular, tıpkı ezilmiş halklardan gelen göçmen çocuklarının yaşamayı hak ettiklerini dünyaya kanıtlamak zorunda bırakılmaları gibi... Arek çocukları uyurken onları izlerdi; eğer yeterince tetikte olmazsa başlarına bir felaket geleceğinden korkardı. Bu çocukları koruyacaktı, çünkü eski ülkesindeki çocuklarını koruyamamıştı.

sayfa-16-arek-zakarianin-portresi.jpg

Arek Zakarian'ın portresi...

EVDEKİ SESSİZ HÜZÜN…

Amerikalı çocukları da annelerinin korumaya ihtiyacı olduğunu içten içe biliyorlardı. Annelerinin durumuyla ilgili ayrıntıları hiçbir zaman bilmediler, ama daha fazla yürek acısına katlanamayacağının da bilincindeydiler. Evlerindeki sessiz hüznün içinde annelerinin yanından ayrılmadılar, örnek çocuklar olabilmek için çok çaba harcadılar, akademik başarılar elde ettiler.

MOVSES’İN GÖNLÜNDEKİ MÜZİSYEN…

Movses terzilik yapsa da gönlünde gerçek bir müzisyen yatıyordu. Ev onun zurna ve duduğuyla çaldığı sevgili köyü Khachaluys’un geleneksel melodileriyle dolardı. Mary, babasının müziğinin annesinin hüznüne karşı bir denge oluşturduğunu söylemişti ki, bu ikilik, ileride kendi sanatına da yansıdı; hüzünle dolu portreler, natürmort çalışmalarındaki neşeli renkleriyle karıştı.

Çocukları, yetişkinliklerinde de annelerinin yanında oldu. Annelerine olan düşkünlükleri, 1963’te Movses öldüğünde kendini gösterdi. Arek’in dört çocuğu da onun cenazeye gitmesine izin vermedi. Bir cenazenin onun için fazlasıyla ağır olacağını anlamış olmalılardı. O zamanlar 9 ve 12 yaşlarında olan abim ve ben cenazeye gelenler eve dönene kadar yayamın yanında kalmıştık. Camdan dışarıyı izleyerek beklemişti Arek.

YAŞADIĞI TRAVMAYA RAĞMEN GÜLEBİLEN BİR BÜYÜKANNE…

Sevgi dolu bir anne ve büyükanneydi Arek. Asla kötü niyetli değildi, öfkelenmezdi, yargılamazdı. Torunlarını çok severdi. Yaşadığı travmaya rağmen gülebilirdi. Herkese yemek yedirir ama kendisi masaya hiç oturmazdı. Ne düşündüğünü anlayamazdık ama Mary’nin tablosundaki gibi, pencerenin önünde sessizce dışarıyı seyrederdi.

Ne beklediğini bilmezdik, ama kaybettiklerine dair içindeki özlemi tahmin edebiliyorduk. Sessizliği o kadar çok şey anlatıyordu ki; insanların birbirine neler yapabileceğini, hem en kötüsünü hem en iyisini, ve tüm bunlara rağmen nasıl ayakta kalabildiklerini… İşte Arek’in hikayesi ve pencere kenarında resmedilen portresi her ikisini de anlatır.

(AGOS – Susan Arpajian Jolley – 6.6.2025)

Bu yazı toplam 826 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar