
“Halkın gücü karşısında hiçbir kudret yoktur”
CTP Genel Sekreteri Erkut Şahali, halkla birlikte mevcut yapıyı bir an önce sonlandırmak için uğraşmaya devam ettiklerini söyledi...
Ödül AŞIK ÜLKER
CTP Genel Sekreteri Erkut Şahali, CTP’nin kendisini, Cumhurbaşkanlığına veya hükümete taşıyan iradeye ne söylediğini bileceğini, o iradenin de CTP’nin sözlerinden neşet ettiğini hiç unutmayacağını kaydederek, “CTP’den seçmen iradesine rağmen davranış beklentisi asla olmamalı” dedi.
Mevcut hükümetin makamlarda kalmak uğruna her şeye “eyvallah” dediğini kaydeden Erhürman, halk kimliğine, benliğine sıkı sıkı sarılmışken, buna karşı ve halkın kararlılığı hilafına hareket eden bir hükümetin koltuğuna yapışmış vaziyette olduğunu belirtti.
“Halkın gücü karşısında hiçbir kudret yoktur” diyen Şahali, “Biz halka güveniyoruz. Halkla birlikte bu yapıyı bir an önce sonlandırmak için uğraşmaya devam ediyoruz” dedi.
Erkut Şahali, “CTP kendisini, Cumhurbaşkanlığına veya hükümete taşıyan iradeye ne söylediğini bilecek, o iradenin de CTP’nin sözlerinden neşet ettiğini hiç unutmayacak. Dolayısıyla, CTP’den seçmen iradesine rağmen davranış beklentisi asla olmamalı” diye konuştu.
CTP’nin Türkiye’den gelen her şeye “eyvallah” deyip, ona göre hareket eden bir tutum içerisinde hiç olmadığını anlatan Şahali, CTP’nin makamlardan gitmeyi göze alarak hareket ettiğini geçmişte defalarca ispatladığını anlattı.
Şahali şu ifadeleri kullandı:
“Bizim bir görevimiz, kendi irademiz çerçevesinde Türkiye’nin bize her zamanki desteğini sağlamasını başarmaktır. Hem Cumhurbaşkanı sıfatıyla Tufan Erhürman’ı, hem de CTP’yi bağlayan şey, Kıbrıs Türk halkının iradesinden başkaca bir şey olamaz.”
Türkiye’nin bugünkü duruşunu Kıbrıs Türk Halkı’nın iradesine bağlı olarak gözden geçireceğine inanmak istediğini vurgulayan Şahali, mevcut durumun hem Türkiye, hem de Kıbrıs Türk halkı açısından herhangi bir fayda üretmediğini ve üretmesinin mümkün olmadığını anlatmak gibi bir sorumlulukları olduğunun da altını çizdi.
“Yaşam tarzımıza yapılmaya çalışılan müdahaleye karşı bir kararlılık göstergesi”
Soru: Sendikalar hükümete, liselerde başörtüsü kullanımını serbest bırakan düzenlemeyi geri alması için 28 Nisan’a (bugüne) kadar zaman verdi. Hükümet bu konuda umursamaz davranıyor. Sendikalar 2 Mayıs’ta grev kararı aldı. Bundan sonra bizi nasıl bir süreç bekliyor?
Şahali: Bu, tamamen yapay bir gündemdir. Bu sorunun toplumsal zemini yoktur. Tarihin hiçbir döneminde, Kıbrıs Türk halkı böyle bir ikilem yaşamadı. 74 öncesinde de böyle bir sıkıntısı yoktu, demografik değişim yaşandığı halde, 74 sonrasında da... 75’ten 80li yıllara kadar, tarımsal işgücü adı altında, Kıbrıs’ın kuzeyine planlı bir nüfus aktarımı oldu. Buraya taşınanlar, Türkiye’nin en yoksul, en muhafazakar kesimleriydi. Ardında hiçbir şey bırakma kaygısı yaşamayan insanlardı. O insanlarla Kıbrıslı Türkler arasında, dini temelde herhangi bir ikilem yaşanmadı. O insanlar, toplu yerleştirildiler, buradaki halkın arasına karıştırılmadılar ama kurallar neyse ona göre yaşadılar. Şu anda da, hükümetin de söylediği gibi, münferit talepler var, “iki okulda, iki öğrenci”, daha büyük bir kitleden bahsetmiyoruz. Böylesine tuhaf bir gündemle, bizi özden uzaklaştırma gayretiyle hareket ediyorlar. İçeride ekonomik sıkıntılar halkı ezim ezim ezerken, dış politika bağlamında tam bir duvara toslama yaşanırken, hiç olmayan bir gündem, ansızın toplumun önüne temel gündemmiş gibi atıldı ve biz bunun doğal olmayan bir kriz olduğunu anlıyoruz. Şu anki toplumsal reaksiyon, sadece politik bir tavır değildir. Yaşam tarzımıza yapılmaya çalışılan müdahaleye karşı bir kararlılık gösterisidir. Bu tüzük mutlaka geri çekilmelidir.
“Hükümetin tavrına karşı tam bir toplumsal mutabakat var”
Hükümet bu konuda çok isteksiz davranıyor ama ya çekecekler ya da çekmek zorunda kalacaklar. Hükümetin tavrına karşı tam bir toplumsal mutabakat var. Bu son derece umut vericidir. Hükümet, birazcık olsun demokrasiden yana bilinç taşıyorsa, yapması gereken çok bellidir, bu yapay gündemi bir an önce sonlandırmak. Toplumsal zemini olmayan bir talep, üstelik anayasada da, yasalarda da dışlanmış bir uygulama, her halükarda çökmeye mahkumdur. Bir tarafta hükümet, halkın bütünü de diğer tarafta gibi bir manzara var.
“Zamanlama rastlantısal değildir”
Soru: Zamanlamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şahali: Cumhurbaşkanlığı seçimi arifesinde, toplumu, 2020 deneyiminden yola çıkarak, kamplaştırma bağlamında bir dönem tercih edildi. Bu, illa ki şimdi mi olmalıydı? Daha sonra da olabilirdi. Süreç içerisinde yaşanacaklar, telafi edilmesi mümkün olan veya olmayan diye ayrılacak sonuçlar doğurabilirdi. Ama bu zamanlama rastlantısal değildir. Okullar açıkken, bilerek ve isteyerek toplumu kamplara ayırma deneyimi yaşatılmak istendi. Toplum bir tarafta, hükümet bir taraftadır, oluşan kamplar bu şekildedir.
“Herkes, bulunduğu pozisyonu korumak kaydıyla, bir tavır belirliyor”
Soru: Hükümet kendi içinde de kamplara bölünmüş durumda...
Şahali: Hükümet, her halükarda birbirine muhtaç unsurlardan oluşuyor. Hükümet dediğimiz yapı, uyumlu ve bir arada hareket edebilme kabiliyeti olmayan bir yapı. Ama birbirlerine, aynı zamanda hükümette olma hali nedeniyle muhtaçtırlar. Bunu sadece bakanlar için söylemiyorum, milletvekilleri de aynı durumda. Belli başlı olaylar karşısında bazı bireysel reaksiyonlar geliyor ama hükümetin ihtiyaç duyduğu 26 sayısının altına da kolay kolay düşülmüyor. Dolayısıyla herkes, bulunduğu pozisyonu korumak kaydıyla, bir tavır belirliyor. Ben, hükümetin, milletvekilleriyle birlikte bütün yapısını bir çıkar ortaklığı diye niteliyorum. Örneğin Ersin Bey’in eşi bu konuda, eşine kıyasla, çok marjinal bir duruş sergilemiş gibi görülüyor. Bu, onların içerisinde bir krize sebebiyet vermiş gibi bir hava oluşuyor ama, günün sonunda mecliste ihtiyaç duyulan mutlak 26 sayısının altına düşecek bir sonuç üretmiyor. Dolayısıyla, toplumsal reaksiyona uygun görüş belirten vekillerin de aslında, günün karından pay kapma arayışı içinde olduğunu söyleyebilirim.
“Emrah Bey’in dokunulmazlığının kaldırılması lazım”
Soru: Bu süreçte iki dokunulmazlık konusu gündeme geldi. Hasan Tosunoğlu istifa etti ama dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili süreç ilerletilmeye çalışılıyor. Diğer taraftan Emrah Yeşilırmak’ın dokunulmazlığı konusu komitede, UBPli vekillerin ret verdiği konuşuluyor...
Şahali: Komite çalışmaları gizlilik kararı çerçevesinde sürdürülüyor. İfşaat, Sayın Taçoy’un ötücü kuşluğa özenmiş olmasıyla geldi, en azından bunca yıllık deneyimini hesaba kattığımda, Taçoy’un yaptığını tam bir acemilik örneği, ucuz kahramanlık gösterisi olarak niteliyorum. Hasan Taçoy, çok iyi bilmelidir ki, gizlilik kararıyla çalışan komitelerin, ancak genel kurula gelen raporlarıyla gizlilik kararı ortadan kalkar. Ona uyulmamış olması, yadırganması ve hiçbir şekilde kabullenilmemesi gereken bir durumdur. Emrah Bey’in dokunulmazlığının kaldırılması lazım. Emrah Bey, toplumu derinden sarsan, son derece fahiş toplumsal zararlara yol açan bir meseleye methaldar olmuş durumda. Emrah Bey, geçersiz diploma meselesiyle ilgili devam eden yargı sürecinin önemli bir unsurudur. Toplumun bu konuda bir cevaba ve rahatlamaya ihtiyacı vardır. Geçersiz diploma vakalarıyla birlikte, topyekün yüksek öğrenim alanı tehdit altındadır. İddia, kamu yönetiminde, çok önemli kilit noktaların, bu geçersiz diplomalarla elde edilmiş olduğuna dairdir. Bütçe görüşmeleri sırasında Polis Genel Müdürü’nün verdiği bilgiye göre, tek bir üniversiteden elde edilmiş yaklaşık 650 civarında geçersiz diplomadan söz ediliyor. Dolayısıyla, bu konunun süratle temize havale edilmesi, sorumlularının bunun hesabını vermesi lazım. Her kim ki tedarik etmişse, bunun bedelini ödemeli ve yüksek öğrenim alanının bu şaibeden bir an önce kurtarılması sağlanmalıdır.
“Mecliste havaya kalkacak el hesabı yapılması, kamu vicdanında şimdiden mahkumdur”
Hasan Tosunoğlu vakası ise bambaşka. Bunu salt bir dokunulmazlığın kaldırılması meselesi olarak görmemek gerekir. Başsavcılık dokunulmazlığın kaldırılmasını ve milletvekilinin yargılanmasını talep ederken, Hasan Tosunoğlu milletvekilliğinden istifa ettiğini meclise beyan etti. Hükümet ortakları bu konuyu savsaklamaya çalışıyor. Yapılması gereken bellidir. Öyle komite kurup da, bizi aynı sonuca götürecek bir mesai israfına gerek yoktur. İstifa gerekçesiyle dokunulmazlığın kaldırılması talebinin gerekçesi aynıdır ve bu yargı sürecinin ilerleyebilmesine olanak sağlamaktır. Meclisin görevi en kısa yoldan bu sonuca ulaşmaktır. Böylesi bir durumda, mecliste havaya kalkacak el hesabı yapılması, kamu vicdanında şimdiden mahkumdur. Umarım Hasan Bey’e, onun iradesi hilafına, bu mahcubiyeti yaşatmazlar.
“Bu hükümeti oluşturan kudreti düşündüğümüzde, halk iradesi ve UBP iradesi sonuç üretemedi”
Soru: Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Başdanışmanı’nın, Ünal Üstel’e yönelik “boşbakan” ve “Kıbrıs’ı bir türlü Rumluktan kurtaramadık” dedi. Türkiye’den Kıbrıslı Türklere veya hükümete yönelik bu tür açıklamalar zaman zaman oluyor. Bunlara karşı hükümetin tutumunu nasıl değerlendirirsiniz?
Şahali: Hükümetin bir tutumu var mı? Hükümet bu yaşananlar karşısında tamamen tavla teslim vaziyette. Keşke öyle olmasaydı ama hükümet makamlarında bulunanlar, Türkiye’den esen rüzgara göre o makamlara kondular. Ben söylemiyorum, kendileri ifade ediyor. En son genel seçimin galibi UBP’ydi, başında da Faiz Sucuoğlu vardı. Sucuoğlu, en son gerçek UBP kurultayının %65 oyla seçilmiş genel başkanıydı. Doğal olarak, ülkenin birinci partisinin başındaki kişinin başbakan olması gerekirdi. Bu görev, iki kez kendisine verildiği halde, hükümeti kuramadı. Neden? Tahsin Bey’den anlıyoruz ki, “Türkiye, Faiz beyle çalışmak istemiyor”. Hem Kıbrıs Türk halkının iradesi, hem de UBPlilerin iradesi Faiz Bey’in başbakan olması yönündeyken, bu iradenin ötesinde bir irade, bu ülkede sonuç doğuran, hükümet kuran, hükümet bozan bir kudretle iş başındaysa, o zaman bu hükümetin gerçek bir hükümet olmadığını söylemek şarttır. Bu hükümeti oluşturan kudreti düşündüğümüzde, halk iradesi ve UBP iradesi sonuç üretemedi. Bizim esas mücadele etmemiz gereken budur. Bu ülkede demokrasinin mutlak hakimiyetine inanıyorsak, demokratik süreçlerin sonunda oluşacak yapıların mutlaklığını peşinen kabul etmemiz gerekir. Eğer bu yapılara, Türkiye’den veya başka bir yerden çok farklı saiklerle müdahale edilir ve yapılar bozulur, yeni yapılar kurulursa, biz o zaman, bu ülkedeki demokrasinin iş yapmayan, sonuç üretmeyen bir demokrasi olduğunu düşünürüz.
“Halk iradesinin ötesinde bir irade, bu ülkede hiçbir şekilde rol oynamayacak”
“Halkın gücü karşısında hiçbir kudret yoktur”
CTP olarak, bu konuda geçmişte rüştümüzü pek çok kez kanıtladığımız gibi, geleceğe dair de son derece net bir kararlılıkla ifade ederiz ki, halk iradesinin ötesinde bir irade, bu ülkede hiçbir şekilde rol oynamayacak ve sonuç üretmeyecek. Şu anki yapı, bu bağlamda gerçekçi bir yapı değildir. Dolayısıyla, kendini oluşturan iradeye tabi olan bu hükümet ve başındaki Ünal Üstel, haklarında yapılan hoyrat nitelemeler karşısında, süklüm püklümdür. Ünal Bey uçağa bindi gitti, ne yaptığını kimse bilmedi. Sonra paralı davulcularla, paralı şakşakçılarla karşılandı ve meselenin unutulması için zemin sağladığını zannetti. Biz unuttuk mu? Unutmadık. Boşbakan diyen kişi hala görevinin başındaymış. Ünal Bey sahiplenilmeyi hak etmiyor aslında. Çünkü Ünal Bey, bu ve benzer durumların yaşanmasına zemin sağlamış kişidir. Kendi partilisinin iradesine rağmen, yarıştığı kurultayın sonuncusu geldiği halde, o kurultayın birincisinin yerine göz koymuş ve bu hedefe arka kapıdan ulaşmıştır. Elbette bunun bir maliyeti vardır. Keşke maliyet sadece Ünal Bey’e, sadece UBP’ye olsaydı. Bu maliyet maalesef, KKTC’ye ve Kıbrıs Türk halkına ödetiliyor. Buna bir an önce son vermek lazım. Zaten biz o nedenle ilk günden itibaren erken seçim çağrısı yapıyoruz. Gerçekleşmedi, çünkü yaşam destek ünitesine bağlı bir hükümet hala görev başında. Artık gecikmiş seçimin bir an önce yapılmasına dair bir çaba söz konusu. Bu konuda ihtiraslar, gerçeklerin önüne geçmiş durumda, makamlarda kalmak uğruna her şeye “eyvallah” diyen bir hükümet var. Halka rağmen bir duruş söz konusu. “Geçit yok” eylemleri de bunun bir sonucudur aslında. Laik düzenden ödün vermeme kararlılığı olan bir halk, anayasasından kaynaklanan sebeplerle, laik düzenden ödün verilmesi mümkün olmadığı halde tehdit ediliyor. Halk kimliğine, benliğine sıkı sıkı sarılmışken, buna karşı ve halkın kararlılığı hilafına hareket eden bir hükümet koltuğuna yapışmış vaziyette. Halkın gücü karşısında hiçbir kudret yoktur. Biz halka güveniyoruz. Halkla birlikte bu yapıyı bir an önce sonlandırmak için uğraşmaya devam ediyoruz.
“Temastan kaçmayız ve gereken tepkiyi sakınmadan ortaya koyarız”
Soru: CTP, Erdoğan’ın “sıkılamaya gelme” açıklamasına dair ses çıkarmadığı için eleştiriliyor...
Şahali: Türkiye’de, sadece Türkiye gazetesinde yer almış, son derece küçük bir haber. Onun gerçek olup olmadığını anlamak mümkün değil ama Sayın Erdoğan’ın geçmişteki beyanlarına bakarak, bunu söyleme ihtimalini de yok saymıyoruz. Dolayısıyla bir yerde çıkan, doğrulatılmamış bir ifade karşısında hemen reaksiyon vermiş olmayı tercih etmedik. Sonuçta, Sayın Erdoğan bir kaç gün sonra burada olacak. Eğer o ifadeler kendisine aitse, benzer ifadeleri ve belki de fazlasını zaten duyacağız. Emin olabilirsiniz ki, eğer durum bu olursa, Kıbrıs Türk Halkı’nın onuruna dokunacak her söz ya da eylem bağlamında, muhataplarımızla her düzeyde iletişimden ya da temastan kaçmayız ve gereken tepkiyi sakınmadan ortaya koyarız.
“Söz göze söylenir”
Soru: Yalanlanmadı da...
Şahali: Türkiye’de ne kadar dikkat çektiğinin farkında değilim. Tam da İstanbul’daki depreme denk geldi, belki de herhangi bir niyet varsaydı da, icra imkanı söz konusu olmadı. Dolayısıyla biz, “söz göze söylenir” gerçeğinden hareketle, önümüzdeki hafta, yüz yüze bakarken bunun nasıl bir şey olduğunu hep birlikte göreceğiz.
Soru: Erdoğan ile temasınız olacak mı?
Şahali: Şu an için herhangi bir resmi program bildirilmedi. Geleceğine dair bir bilgi var ama halen teyit edilmedi. Geldiğinde ne yapacağına dair program da henüz hazırlanmış değil. Ne meclis düzeyinde, ne de protokol makamları düzeyinde teyit edilmiş bilgi henüz yok. Zannediyoruz ki, TEKNOFEST de bahane gösterilerek, bir heyetle birlikte burada olunacak, yeni meclis binasının ve yeni Cumhurbaşkanlığı binasının da açılışı gerçekleştirilecek.
“Yasama faaliyetinin yapılacağı mekanı gerekçe göstererek, CTP mecliste bulunma halini sonlandırmayacaktır”
Soru: CTP’nin bu konudaki tavrı ne olacak?
Şahali: Bizim bu konuda tavrımız çok nettir. Talebimiz, bizim mevzuatımızın gerektirdiği kurallar çerçevesinde ve bizim sorumlu makamlarımızın, yani Dışişleri Protokol Dairesi, Meclis Protokol Müdürlüğü ve Cumhurbaşkanlığı protokol görevlilerinin, bildiğimiz usul ve yöntemlerle yapacağı bir törendir. Bu çerçevede yapılacak olan bir törene mutlak uyum sağlayacağız ama yadırgayacağımız, mevzuatımızda yer almayan ve teamüllerimizle bağdaşmayan biçimde icra edilecek bir törenin belli noktalarına veya bütününe uyum sağlayamayacağımız bilinmelidir. CTP, en son seçimde bu halkın %32sinin, en son halk oylamaları olan hem yerel seçimde hem de ara milletvekilliği seçimlerinde %40ının desteğini almış bir parti olarak, yasama faaliyeti her nerede yapılıyorsa orada yer alacaktır. Yasama faaliyetinin yapılacağı mekanı gerekçe göstererek, CTP mecliste bulunma halini sonlandırmayacaktır. Bu çok net bir pozisyondur. Dolayısıyla, madem ki biz bu devletin, bulunabildiğimiz her noktasında bulunmaya devam ediyoruz, yapılacak olan açılış törenlerinde de yer alacağız.
“Bu halkın çok daha önemli ve acil ihtiyaçları vardı. Keşke onlar öncellenmiş olsaydı”
Pandeminin hemen ardına denk gelen, hastane sıkıntımızın çok daha üst boyuta çıktığı, eğitimle ilgili ihtiyaçlarımızın 6 Şubat depremi sonrasında çok daha ciddi olduğunun ortaya çıktığı bir dönemde, memleketin en sorunu parlamento binasındaki veya Cumhurbaşkanlığı sarayındaki yetersizlik değildi. Şu anda yaklaşık 800-1000 ilave hasta yatağına ihtiyacımız vardır. Ama yeni Lefkoşa Hastanesi’nde 380’e düşülmüş bir kapasite söz konusu. Dolayısıyla, bizim acilen yeni hastaneye ihtiyacımız var. Tüm bu ihtiyaçlar ortada dururken, dört dörtlük, 5 yıldızlı bir Cumhurbaşkanlığı sarayına sahip olmasak da olurdu. “İlk seçimi kazanacağız ve eski Meclis binasına döneceğiz” gibi bir tavır içerisinde değiliz. Ama ısrarla söylüyoruz, bu halkın çok daha önemli ve acil ihtiyaçları vardı. Keşke onlar öncellenmiş olsaydı.
“CTP’den seçmen iradesine rağmen davranış beklentisi asla olmamalı”
Soru: Toplumun bir kısmının kim gelirse gelsin bir şey değişmeyeceğine dair, “hepsi aynıdır” yönünde bir algısı var. CTP hükümete gelecek, Erhürman cumhurbaşkanı olacak, ne değişecek?
Şahali: CTP kendisini, Cumhurbaşkanlığına veya hükümete taşıyan iradeye ne söylediğini bilecek, o iradenin de CTP’nin sözlerinden neşet ettiğini hiç unutmayacak. Dolayısıyla, CTP’den seçmen iradesine rağmen davranış beklentisi asla olmamalı. Geçmişe dönük üç örnekle bunu anlatacağım. Birincisi, CTP 2013 seçimlerini %38lik oyla kazanmıştı. Hem UBP, hem de DP bize koalisyon ortağı olabilecek durumdaydı. CTP, hükümeti kurma görevini aldıktan sonra düzenlediği Parti Meclisi toplantısı sırasında bir telefon almıştı. Bu, “Alo Beşir” olayıydı. O dönem TC’nin Kıbrıs İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı sıfatıyla Sayın Beşir Atalay, Sayın Genel Başkanımız ve Başbakan namzetimiz Özkan Yorgancıoğlu’nu aramış ve kendilerinin talebinin, hükümetin UBP ile birlikte kurulmasından yana olduğunu ifade etmişti. Ama Özkan Bey ve CTP, Beşir Bey’in söylediklerine göre değil, kendi iradesine göre karar verdi ve o koalisyon hükümetini DP ile kurdu.
“Kendi otoritemizi ve aslında suya dair egemenliğimizi koruyarak başardık”
İkincisi, 2010 yılında, İrsen Küçük hükümeti döneminde, Türkiye ile borularla su getirilmesine ilişkin bir anlaşma imzalanmıştı. Türkiye’den suyu taşıyacak borular da, baraj da, barajdan evlerimize suyu ulaştıracak tüm hatlar da TC tarafından yapılacak, TC’nin mülkü olacak ve o sistemin işletilmesi TC eliyle sağlanacaktı. 2010 yılında inşaat başladı, 2015’te inşaat bitti ve Geçitköy barajına su akmaya başladı. O noktada CTP hükümetteydi. Geçitköy barajından, iç şebekemize suyun aktarılmasına ilişkin anlaşmanın imzalanması döneminde müzakere, “Kıbrıs Türk makamlarının yetkili otorite olması gerekir” şeklinde başladı. Çok sancılı bir dönemdi, hatta CTP içinde de sancıya sebebiyet vermişti. Devleti yönetme sorumluluğu üstlenen CTP’nin görüşleri ile yerel yönetimlerdeki CTP’nin görüşleri arasında bile farklılık meydana gelmişti. Devlet, bu konuyu, Su Dairesi eliyle yürütme konusunda bir tavır belirlemişken, belediyelerimiz kendilerinin oluşturacağı bir yapının bu süreci idare etmesi gerektiğine ilişkin inanç taşıyordu. Hem kendi içimizdeki değerlendirme, hem de TC makamlarıyla yürüttüğümüz müzakereler sonucunda, 3 Mart 2016’da suyun şebekeye verilmesine ilişkin anlaşmayı, CTPli Başbakan Ömer Kalyoncu imzaladı. TC’nin tavrı çok netti. “Bizim sahip olduğumuz sistem, bizim öngördüğümüz şekilde çalıştırılacak” dediler. Biz de “biz devletiz, bu konuda yetkili otorite Su Dairemizdir. Su Dairesi sorumluluğunda bu süreç ilerletilecek” dedik. Şu anda Geçitköy barajına gelen su, evlerimize kadar ulaşıyor. TC Devlet Su İşleri, baraj çıkışı noktasından itibaren suyu Su İşleri Dairesi’ne devrediyor. Gelen su, Su İşleri Dairesi’nin sorumluluğunda belediye depolarına ulaştırılıyor. Belediye depolarından, şehir ve yerleşim birimlerinin şebekelerine de, belediyeler marifetiyle su gidiyor. Yani ilk gün imzalanan antlaşmayla su da, suya ilişkin tüm yatırımlar da Türkiye’nin malı ve sorumluluğu altında olacakken, bugün Türkiye’den su ithal eden ve bunu kendi şebekemizle ve kendi makamlarımızla dağıtan, parasını da Türkiye’ye bir tamam ödeyen bir pozisyona geldik. Kendi otoritemizi ve aslında suya dair egemenliğimizi koruyarak bunu başardık. Bu CTP’nin ortaya çıkardığı bir durumdur.
“‘Hepsi aynıdır’ söylemi balon, çok yapay ve belki de maksatlı bir söylem”
Diğer bir konu, 2016 yılında UBP ile koalisyon ortağıydık ve devam eden bir ekonomik protokol müzakeresi söz konusuydu. Biz o müzakerelerde, Kıbrıs Türk halkının öncelikleri garanti edilinceye kadar müzakereyi sürdürme niyetiyle hareket ediyorduk. UBP, bir sabah ansızın hükümeti bozdu ve “biz bu anlaşmayı noktasına virgülüne dokunmadan imzalamaya hazırız” dedi. DP’yi de yanına aldı, koalisyon hükümetini kurdu ve anlaşmayı hiç müzakere etmeden imzaladı. Aslında yaşadığımız gerçekler bize, “hepsi aynıdır” söyleminin balon, çok yapay ve belki de maksatlı bir söylem olduğunu gösterir. Biz ondan sonra tekrar hükümete geldik. 2019 yılında, Başbakan Sayın Erhürman’dı, İktisadi ve Mali İşbirliği Anlaşması’yla ilgili müzakereler devam ederken ve o müzakereler Kıbrıs Türk halkının öncelikleri gözetilerek sonuçlandırılabilecek noktadayken, dört partiden oluşan koalisyon hükümetinin ikinci büyük partisi, başka heveslerle hükümeti bozdu. Dolayısıyla biz, Türkiye’den gelen her şeye “eyvallah” deyip, ona göre hareket eden bir tutum içerisinde hiç olmadık. UBP hem bizim ihtiyaçlarımızı, hem de önceliklerimizi hiçbir şekilde hesaba katmayan yığınla icraata imza atıyor. Tek gerekçe, makamlarda kalabilmek. Oysa biz makamlardan gitmeyi göze alarak hareket ettik ve bu defalarca ispatlanmıştır.
“Geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, uluslararası gerçekleri peşinen kabul ederek hareket edilecek”
Cumhurbaşkanlığı’na gelince, geçmiş deneyimlerden de yola çıkarak uluslararası gerçekleri de peşinen kabul ederek hareket edilecek. Uluslararası gerçekler, Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin, yıllar içerisinde, karşılıklı kabuller sonucu oluşmuş BM parametreleridir. Bunların en önemlisi, Kıbrıs’ta bir çözüm, federal ilkeler çerçevesinde bir federasyonla sağlanacak. İki bölgeli, iki toplumlu, toplumların siyasi eşitliğine dayalı bir yapı federasyon olarak isimlendirilecek ve bu federasyonun hem Kıbrıslı Türk tarafı, hem Kıbrıslı Rum tarafı olacak. Bu iki taraf kendi iç meselelerini, kendi otoriteleri çerçevesinde ele alacaklar. Ama ortaklığı gerektiren konularda da federal hükümet söz konusu olacak, yine etkili katılım çerçevesinde oluşacak… Kıbrıs Sorunu müzakere tarihinde iki kez eşikten döndük. Annan Panı en kapsamlı çözüm planıydı, çuvalladık. Geçtiğimiz gün 21. yıldönümünü yaşadık. Diğeri 2017 Crans Montana süreciydi. Her ikisinde de nihai çözüme ulaşma konusunda sahadan kaçan Kıbrıslı Rumlar oldu. Referandumda “hayır” dediler, 2017’de, hiç ummadığımız bir yerden, Crans Montana sürecini çökerttiler. Ummadığımız şey, siyasi eşitliğin müzakere edilmesine dair talepleriydi. Halbuki, BM Genel Sekreteri Guterres, Güvenlik Konseyi’nin 1991 yılında aldığı 716 sayılı kararına atıf yaparak “siyasi eşitliğin ne olduğu temize havale edilmiştir” demektedir. Sayın Erhürman, geçmiş deneyimlerden de yola çıkarak, “eğer yeniden müzakereler başlayacaksa, başlamalıdır, belli başlı ön kabullere ihtiyaç var” diyor. Görüşmeler takvime bağlı olmalı, ucu açık kalmamalıdır. Müzakerede sonuç odaklılık esas olmalıdır. Siyasi eşitlik konusu müzakereye kapalı olmalı ve süreç Kıbrıslı Rumlar nedeniyle hezimete uğrarsa bugünkü statükoya geri dönüş söz konusu olmamalı, Kıbrıslı Türkler, dünyadan yalıtılmış halde yoluna devam etmek zorunda kalmamalıdır. Yaşadığımız süreçler bizi çok istikrarsız ve son derece kırılgan bir duruma sokuyor. Ersin Tatar’ın geride bıraktığı 4.5 yıllık sürede, çok başka bir formülü konuşuyormuş gibi davranıp aslında çözümsüzlüğü müzakere etmek istediğini ifade eden bir yaklaşımdan başka bir tavrı olmadı.
“Türkiye’nin bugünkü duruşunu Kıbrıs Türk Halkı’nın iradesine bağlı olarak gözden geçireceğine inanmak istiyorum”
Soru: Türkiye ile nasıl bir ilişki kurulacak? Türkiye’nin pozisyonu ne olur?
Şahali: Bizim bir görevimiz, kendi irademiz çerçevesinde Türkiye’nin bize her zamanki desteğini sağlamasını başarmaktır. Hem Cumhurbaşkanı sıfatıyla Tufan Erhürman’ı, hem de CTP’yi bağlayan şey, Kıbrıs Türk halkının iradesinden başkaca bir şey olamaz. Sayın Erhürman Cumhurbaşkanlığı kampanyasında ne diyorsa, Cumhurbaşkanı olduğunda o dediklerini gerçekleştirme kararlılığıyla hareket edecek. Bundan daha doğal bir şey olabilir mi? Aynı şekilde CTP’den, hükümete gelirken söyledikleri hilafına bir şey yapmasını beklemek akılcı değildir. Bu çerçevede, Türkiye’nin bugünkü duruşunu Kıbrıs Türk Halkı’nın iradesine bağlı olarak gözden geçireceğine inanmak istiyorum. Geçtiğimiz gün Norveç Dışişleri Bakanı ile birlikte düzenlediği basın toplantısında, Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Kıbrıs Türk Halkı’nın iradesine saygı duyduklarını söylemesini önemsiyor ve not ediyorum. Mevcut durumun hem Türkiye, hem de Kıbrıs Türk halkı açısından herhangi bir fayda üretmediğini ve üretmesinin mümkün olmadığını anlatmak gibi bir sorumluluğumuz var. Biz, Kıbrıs sorunun çözümüyle birlikte, Türkiye’nin de uluslararası ilişkilerinde çok daha avantajlı bir noktaya geçebileceğini Türkiye’ye izah edebiliriz. Kaldı ki, özellikle son genel seçimden sonra, TC’nin AB ile ilişkilerini yeniden geliştirmeye dair motivasyonu, Kıbrıs’ta bir çözümsüzlükten sorumlu tutulurken ya da çözümü Türk tarafının engellediğine dair izlenim vererek ilerletilebilecek bir süreç değildir. Kıbrıs, AB’nin bir üyesi olarak, Türkiye’nin AB sürecine takoz koyabilecek durumdadır. Türkiye’nin, bu konuda yeniden değerlendirme ihtiyacı olduğu ortadadır. Biz sadece kendi kaderimizi belirlemek bağlamında değil, aslında Türkiye’ye de yardımcı olmak konusunda kendimizi görevli sayacağız. Çünkü, Kıbrıs’ın AB üyeliği, Türkiye’ye rağmen gerçekleşmiş gibi gösterilirken, gerçekte durum tam terstir. Bu gözden kaçırılmaya çalışılıyor. Gerek 2003’te Helsinki zirvesinde Türkiye tam üyelik müzakerelerine başlarken, gerekse ondan önce Türkiye gümrük birliği avantajını elde ederken, hem Kıbrıs’ın müzakerelere başlamasına, hem de Kıbrıs’ın çözümden önce AB’ye girişine onay vermişti. Bunlar hiç yokmuş gibi davranmak ve AB’nin çözüm olmadan Kıbrıs’ı bünyesine almış olmasına yüklenmek, gerçekleri yansıtan bir yaklaşım değildir. Bizim ve Türkiye’nin, yıllar içinde meydana gelen gelişmeleri ve bunlarla ilgili ortaya konan tutumu gerçekçi biçimde ele alarak yeniden acilen BM zeminine dönmemiz ve sonuca odaklanarak muhataplarımızı müzakere masasına çağırmamız şarttır.