Girne Botanik Bahçesi’nde ve Voni askeri bölgesinde yeni kazılar…
Kayıplar Komitesi’nin Girne Botanik Bahçesi’nde ve Voni (Gökhan) askeri bölgesi içerisinde yeni kazılara başladığı öğrenildi.
Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi Kazılar Koordinatör Yardımcısı Arkeolog Çınar Karal’dan aldığımız bilgilere göre, Voni’de askeri bölge içerisinde yürütülen kazılar, bir şahidimizin geçmiş yıllarda vermiş olduğu bilgiler çerçevesinde başlatıldı.
GİRNE BOTANİK BAHÇESİ, BİR “İNFAZ” ALANIYDI…
Girne Botanik Bahçesi’yle ilgili olarak bu sayfamızın okurları da, geçmiş yıllarda bu bölgeye çok sayıda ziyaret gerçekleştirdiğimizi, bu konuda geniş araştırmalar yürüttüğümüzü ve bu bölgeye yapılan gömülerle ve boşaltma işlemleriyle ilgili olarak görgü şahidi okurlarımızı o günlerin Kayıplar Komitesi yetkilileriyle bir araya getirmiş olduğumuz yönündeki yazılarımızı anımsayacaktır. Girne Botanik Bahçesi, bir “infaz” bölgesiydi ve çok sayıda Kıbrıslırum, 1974’te bu bölgede infaz edilerek toplu mezarlara gömülmüştü. Zaman içerisinde yağan yağmurlar ve akan dereler, bazı insan kemiklerinin bölgede açığa çıkmasına yol açmıştı. Bu bölgede kurşuna dizilmesine karşın yaralı olarak hayatta kalan bir Kıbrıslırum görgü tanığı da bize ve Kayıplar Komitesi yetkililerine 20 yıldan da fazla bir süre önce konuşarak bu bölgede yaşananları aktarmıştı. Bu bölgede savaş esiri olarak alınan Kıbrıslırumlar’ı kurşuna dizerek infaz eden bazı Kıbrıslıtürkleri durdurmak üzere 1974’te üç Kıbrıslıtürk insani biçimde davranarak komutanlarına gitmişler ve “Ya bu infazları durdurursunuz, ya da biz durduracağız” demişlerdi… Böylece bu gelişigüzel infazlar durdurulmuştu.
Yıllar sonra yürütülen kazılarda Girne Botanik Bahçesi’nde kazılar yürütülmüş ve 38 “kayıp” Kıbrıslırum’dan geride kalanlara ulaşılmıştı. Daha sonraki yıllarda da görgü tanıklarının ifadeleri doğrultusunda Kayıplar Komitesi bu alanda bazı kazılar yürütmüştü…
Bu alana kamyonlar dolusu moloz yığılmış ve sonradan bunlar kaldırılmıştı ve kalıdırılırken de bazı insan kemiklerinin de bu molozlar arasında olduğu ileri sürülmekteydi…
VONİ KAZISI…
Voni’de askeri bölge içerisinde ise (şimdiki adı Gökhan) bir diğer kazı başlatıldı. Bu bölgeyle ilgili olarak görgü şahidimizle Kayıplar Komitesi araştırma görevlilerini ve yetkililerini birkaç kez buluşturmuş, onun vermiş olduğu bilgileri ayrıntılı biçimde bu sayfalarda kaleme almıştık. Şu anda hayatta olmayan bu şahidimiz, Gökhan (Voni) çevresine topraktan setler yapılırken bazı “kayıp”ların kemiklerinin de bu topraklarla birlikte alınmış olabileceği yönünde bildiklerini Kayıplar Komitesi’yle son derece ayrıntılı biçimde paylaşmıştı… Kayıplar Komitesi’ne ayrıca, başka okurlarımızın Voni (Gökhan) köyünde gömülü olan bazı “kayıplar”la ilgili araştırmalarımızda elde ettiğimiz bilgileri de vermiştik…
KAZILARDA SON DURUM…
Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi Kazılar Koordinatör Yardımcısı Arkeolog Çınar Karal’dan aldığımız bilgilere göre, kazılarda son durum şöyle:
*** Akçiçek/Siskilipos/Siskilip: 1974 kaybı bir grup Kıbrıslırum'un yamaçlık bir alanda gömülü olduğu bilgisi üzerine başlatılan kazı çalışmaları şu anda yamaç kısımlara geçilerek tüm hızıyla devam etmektedir.
*** Düzova/Exometochi/Eksomedoş: 1974 kaybı bir grup Kıbrıslırum’un bölgede bulunan dere yatağı içerisine gömülü olabileceği bilgisi üzerine kazı çalışmaları başlatılmıştır.
*** Akdeniz/Agia Eirini/Ayirini: 1963-64 kaybı bir grup Kıbrıslıtürk’ün Akdeniz köyünde kumluk bir araziye gömülmüş olabileceği yönündeki bilgi üzerine başlatılan kazı çalışmaları halen sürmektedir. Kazı öncesinde alanda GPR ve ERT gibi jeofizik yöntemleri uygulanmış, elde edilen veriler doğrultusunda anomali tespit edilen bölgeler öncelikli olarak kazılmış; ardından geri kalan alanlarda çalışmalara tüm hızıyla devam edilmektedir.
*** Gönyeli/Kioneli: 1974 yılından kayıp bir Kıbrıslırum’un gömü yerinin arandığı kazı, belirlenen alanda gömülü olabileceği bilgisi üzerine başlatılmıştır. Kazı çalışmaları sistematik bir şekilde tüm hızıyla devam etmektedir.
*** Petra /Taşköy (Askeri Bölge): 1974 yılından “kayıp” bir Kıbrıslırum’un dere yatağının bulunduğu bölgede gömülü olabileceği bilgisi üzerine yapılan kazı çalışmaları sona ermiştir.
*** Gökhan/Voni (Askeri Bölge): 1974 kaybı bir Kıbrıslırum’un daha önceki yıllarda komitenin yapmış olduğu kuyu kazısında kalıntılarına ulaşılmıştı. Bu bağlamda toplanan bilgiler ışığında, kuyuya yakın zeytin ağacının etrafında gömülü olabileceği bilgisi üzerine kazı çalışmaları yeniden başlatılmıştır.
*** Zümrütköy/Katakopia/Gadagopya: 1974 yılından kayıp iki Kıbrıslırum’un köy içerisinde, araştırma ekibinin topladığı bilgiler ışığında kazısı belirlenen alanda evlerin olduğu ve bu evlerin olduğu alandaki bahçe içerisinde gömülü olabileceği bilgisi üzerine, geçmiş yıllara ait harita ve fotoğraflar incelendi, evlerin olduğu bu alanlar tespit edilip günümüz teknolojisinde kullanılan GNSS ölçüm aleti ile tüm evlerin sınırları ve bahçeleri belirlenip sürdürülen kazı çalışmaları sona ermiştir.
*** Girne/Keryneia: 1974 yılından kayıp bir grup Kıbrıslırum'un, geçmişte 38 kişinin açığa çıkarıldığı Girne'deki Botanik Bahçe olarak adlandırılan alanın devamında gömülü olabileceği bilgisi üzerine kazı çalışmaları başlatılmıştır.
*** Büyükkaymaklı/Kaymakli: 1997 yılında bu bölgede yapılan bodrum inşaat çalışması sırasında kemik görüldüğü bilgisi üzerine komiteye bilgi verildi. Verilen bilgi doğrultusunda bahsi geçen alanda kazı çalışmaları başlatılmıştır. Kazı çalışması sırasında arkeolojik konteks içerisinde kemiklere rastlanılmıştır ve konunun KŞK kapsamında olmadığına kanaat getirilmiş ve kazı son bulmuştur.
Biz de kazı ekiplerindeki tüm arkeologlarımıza, şirocularımıza ve diğer çalışanlara “Çok kolay gelsin” diyoruz…
Düzova'daki kazılar sürüyor..
Girne Botanik Bahçesi'ndeki kazılardan görünüm..
*** BASINDAN GÜNCEL…
“İsrail’in yeni silahları: Su, gıda ve tıbbi malzeme yokluğu…”
Prof. Dr. Onur HAMZAOĞLU/BİANET
İsrail, 2023 sonbaharında başlattığı Filistinlilere yönelik katliamlarını, dünyanın gözünün içine baka baka yakın zamana kadar ateşli silahlarla sürdürdü. Bu dönemde, İsrail silahlı kuvvetleri, ilk kez 17 Ekim 2023 gününün gecesinde, Gazze’deki el-Ehli Baptist Hastanesi’ni doğrudan hedef alarak bombaladı. İsrail Hükümeti, uluslararası hukukun hüküm ve kurallarına göre savaş-silahlı çatışma koşullarında “güvenli” olduğu kabul edilerek, bu hastaneye yerleştirilen çoğu çocuk 500’den fazla kişiyi, hastaları, sağlık emekçilerini ve yardım gönüllülerini bilerek ve isteyerek doğrudan hedef aldı ve öldürdü. Bununla da yetinmeyerek ertesi gün, 18 Ekim’de iki hastanenin yakınlarında güdümlü top mermileri patlatarak “mesaj vermeye” devam etti.
İsrail silahlı kuvvetleri bu dönemde yine ilk kez, 3 Kasım 2023’te yaralı taşıyan ambulans konvoyunu bombaladı, doğrudan hedef alarak yaralıları ve sağlık emekçilerini öldürdü. Oysa, savaş-silahlı çatışma sırasında sağlık hizmeti sunulan birimlere saldırmak, sağlık emekçilerini ve sivilleri öldürmek yasak. Bunları yapan kişi(ler) ve devlet(ler) uluslararası hukuka göre ‘savaş suçlusu’ kabul ediliyor. İsrail Hükümeti, ilklerinin bildiğimiz tarihini paylaştığımız uluslararası hukuk kapsamındaki tanımıyla savaş suçlarını, 2023 yılından bugüne kadar işlemeye devam ediyor.
Yüz kızartıcı “yeni” silahlar
Ancak, görünen o ki İsrail Hükümeti bu katliam biçimleriyle yetinmiyor. Birleşmiş Milletler, Dünya Gıda Örgütü, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Uluslararası Kızılhaç vb. uluslararası kuruluşların paylaştığı bilgiler, yeni bir vahşeti ortaya koyuyor. İsrail, bir süredir bebekleri, gebeleri, kadınları, yaşlıları, hastaları, yaralıları; ezcümle o coğrafyada özellikle Gazze’de yaşamakta olan insanları ve hayvanları susuzluğa, açlığa ve tıbbi müdahalesizliğe mahkûm ederek öldürmeye başladı.
Kısa süreli yokluğu yaşamı zorlaştıran, değişebilir olsa da bir süre sonra yokluğu ölüme neden olan su, gıda, ilaç vb. yaşam için zorunlu maddelerin yokluğu İsrail Hükümeti tarafından sistematik bir biçimde silah olarak kullanılıyor. Uluslararası yardım kuruluşlarının, bu temel ihtiyaç malzemelerini bölgeye ulaştırması kısıtlanıyor, çoğu zaman da fiilen engelleniyor. Yardım yüklü araçlar sınırda bekletiliyor. Gazze’ye girişlerine müsaade edilmiyor. İsrail Hükümeti, 21. yüzyılın birinci çeyreğinin sonunu yaşamakta olduğumuz bu günlerde bir yandan “yerleşimci sömürgecilik” uygulamasını yaygınlaştırıyor, diğer yandan katliamlarını ateşli silahların dışında “yeni araçlarla” gerçekleştirmeye çalışıyor, gerçekleştiriyor.
İsrail, ABD, Türkiye ve diğer hükümetler
İsrail Hükümeti, dünyanın gözü önünde hatta dünyanın gözüne soka soka iki yıla yakın bir süredir Filistin’de savaş suçları işlemeye devam ediyor. Tek başına, yalnız olabilmesi tabii ki mümkün değil. O nedenle, başta ABD olmak üzere emperyalist ülkelerin teşviki, koruması hatta doğrudan yardımıyla. Türkiye gibi her türlü ticarete doğrudan ve dolaylı yollardan devam edip iç politika için “esip, gürleyenleri” de saymazsak yaşananlara doğrudan ve “gerçekten” karşı çıkan ülkelerin sayısı iki elin parmakları kadar bile değil.
Filistin’de, Gazze’de yaşananlar her geçen gün insanlığımızı çürütüyor, kokuşturuyor. Ancak, nafile. Sözün bittiği yerde, uçurumun kenarında “insanlığımız”. Yaşanmakta olan katliam, uzun zamandan beri yapanlara, yaşayanlara bırakılacak, terk edilebilecek bir sorun olmanın çok ötesinde bir boyuta ulaştı. Buna karşın, henüz, sessiz çığlıkların ötesinde neredeyse örgütlü ve uluslararası düzeyde herhangi bir tutum alabilenimiz yok. DSÖ yetkilileri, bu işgal ve katliam boyunca, Mayıs 2025’e kadar, henüz beşinci doğum gününü göremeyen 4 bin 980 bebek ve çocuğun hayatını kaybettiğini, Gazze Şeridi’ndeki 36 hastaneden 34’ünün hasar gördüğünü ya da yıkıldığını, yalnızca 19’unun çok sınırlı olarak hizmet sunabildiğini açıkladı. Aynı yetkililer, bu hastanelerde de toplam yatak sayısının en fazla 2 bin kadar olduğu bildirildi. Yanı sıra, Gazze’de “yaşamakta” olan 2 milyondan fazla insanın “yakın ölüm riski” altında olduğunu da.
Savaş hukuku
Savaş hukuku kurallarını belirlemek üzere, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren konunun farklı boyutlarını ele alan pek çok sözleşme hazırlanmış ve ülkeler tarafından uygulanmak üzere, kabul edilmiş bulunuyor. Bu sözleşmeler genel olarak üç gruba ayrılabilir. La Haye tipi sözleşmeler; silahlı çatışmaların sevk ve idaresi ile işgal ve tarafsızlık kurallarına ilişkin olup, askerî operasyonların yönetiminde savaşanların hak ve yükümlülüklerini belirlemesinin yanında, düşmana zarar verme yöntemlerini de sınırlandırmaktadır.
İkincisi, savaşa katılmayan veya savaş dışı kalmış askerî personel ve siviller gibi savaşa aktif olarak katılmayan kişileri korumak için oluşturulmuş olan Cenevre tipi sözleşmelerdir. Bu grup sözleşmelerle; silahlı çatışmalar nedeniyle savaş̧ esirleri, yaralı ve deniz kazazedeleri, ölüler, sağlık ve din personeli gibi savaş̧ mağdurlarıyla ilgili konular düzenlenmiştir. Birbirini tamamlayan dört ayrı metin olarak 12 Ağustos 1949 tarihinde yayımlanan Cenevre Sözleşmelerine ek olarak, 8 Haziran 1977 tarihinde yayımlanan I sayılı Uluslararası Silahlı Çatışmalarda Mağdurların Korunması Protokolü ve II sayılı Uluslararası Olmayan Silahlı Çatışmalarda Mağdurların Korunması Protokolleri de genel olarak bu sözleşmelerin bir parçası olarak kabul edilmektedir. Bu protokol ile birçok düzenlemenin yanında, bu ortamlarda gerçekleştirilen fiillerden “ağır ihlal” olarak kabul edilenler de belirlenmiştir. Buna göre, Protokol’ün 44, 45 ve 73. maddesi ile korunan kişilere karşı yahut bu protokol ile korunan hasım tarafın yaralı, hasta ve kazazedelerine karşı yahut bu Protokol ile korunan ve hasım tarafın kontrolü altında bulunan sağlık ya da din alanında çalışanlara, sağlık ünitelerine ya da sağlıkla ilgili ulaşıma (nakletmeye) karşı işlendiği takdirde söz konusu fiiller “ağır ihlal” olarak kabul edilmektedir.
Savaş hukuku sözleşme gruplarının üçüncüsü ise New York tipi sözleşmeler olarak adlandırılan karışık tip sözleşmelerdir. Bunlar, Birleşmiş Milletler Antlaşması ve Birleşmiş Milletler Teşkilatı kapsamında kabul edilen sözleşmelerdir.
İnsanlığa karşı işlenen suç
ABD ve batılı ülke hükümetlerinin desteğiyle Filistin halkına karşı ağır ihlalleri dur durak bilmeyen İsrail Hükümeti’nin yaptıklarıyla Filistin halkına soykırım uygulamak niyetinde olduklarını dahi ifade etmek maalesef mümkün hale geldi. Son olarak, İkinci Dünya Savaşı’ndan çıkartılan derslerle geliştirilip somutlaşan ve doğrudan tarafı oldukları uluslararası hukuk kapsamında var olan sözleşmeleri ihlal etmek bir yana, adeta “yok sayarak” birlikte savaş suçu işliyorlar. İsrail Hükümeti’nin doğrudan hedef alarak öldürmek için yaptığı saldırılarda sıra hekimlere kadar geldi. Sağlık hizmetlerini aksatabilmek için hekimleri evlerinde öldürmeye yönelik olarak güdümlü mermilerle saldırılar da başlatıldı. Filistin Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, geçtiğimiz günlerde Gazze Şeridi’nin güneyindeki Han Yunus şehrindeki Nasır Hastanesi’nde çalışan Filistinli kadın hekimin evine düzenlenen saldırıda dokuz çocuğu ve eşinin öldürüldüğü bildirildi.
İki yıla yakın süre içinde Filistinlilere yaşatılanları tanımlamada “savaş suçu” yetersiz kalıyor. Tabii ki en ince ayrıntısıyla planlanarak gerçekleştirilen bu katliam amaçlı saldırıları ve sonuçlarını yalnızca hukuk alanında tanımlamak ve değerlendirmek de yeterli değil. İsrail Hükümeti tarafından işlenen bu suçların her biri “insanlığa karşı işlenmiş suçlar” olarak da kabul edilmeli ve anılmalıdır.
Yanı sıra, insanlığımızı öldürmeyi hedeflediklerini görerek tutum alınması da gerekiyor. Dünya halkları hükümetlerden, devletlerden bağımsız olarak kararlı ve ısrarlı bir biçimde “dur” diyebilmelidir. Aksi takdirde, yüz binlerce yılda var olan “insanlığımızı” yitireceğiz. Ve “yeni insanlığın” normu ‘insan onuru ve yaşam hakkı’ başta olmak üzere, tüm değerleri yok sayarak yeniden oluşturulacak.
Elbette, henüz her şey bitmiş değil. Ancak bir an kadar da yakın. Yaşatılanlara birlikte karşı çıkış birinci önceliğimiz olamazsa ve başlatılmış eylemlilikler yaygınlaştırılıp büyütülemezse maalesef geç, çok geç olacak. Bu suça sessizliğimizle, eylemsizliğimizle de olsa ortak olmamalıyız. Filistin’den başlayarak, Türkiye’de, Ortadoğu’da ve bütün dünyada barışın tesisine katkı sunabilmeliyiz. Barışı tesis edebilmeliyiz. Edebilmeliyiz ki “büyük insanlık” bu defa da 21. yüzyılın haydutlaşan devletlerine, hükümetlerine ve patronlarına rağmen kazanabilmeli…
(BİANET.ORG – Prof. Dr. Onur HAMZAOĞLU – 28.5.2025)