Gandi ve Metehan’dan geçiş!
Geçişler tam bir işkenceye dönüştü!
Neden?
Çünkü geçebilen, öteki tarafa geçmekte kararlı!
İnsanlar usanmıyor, bıkmıyor, 3 buçuk saat o kuyrukta bekleyip geçiyor!
Vallahi bardon!
-*-*-
Ama haksız da değiller!
O taraf, rengarenk ışıklarla döşenmiş!
Çok çekici bir Noel hazırlığı söz konusu!
Çok üzgünüm ama mağazalar çok çekici; fiyatlar daha çekici!
Ayrıca “moda” ya da “inat” da geçişleri artırma sebepleri arasında!
-*-*-
Bir kere, 58 yaşındaki ben, bir hadi bilemediniz tedbirliysem iki saat ancak “tuvaletsiz” kalabilirim!
Üzerime mi işeyeyim yoksa kuyrukta beklerken şişeye mi?
-*-*-
Ayrıca, ayıptır, günahtır, Tahsin abim da kızacak ama insan kendi memleketinin bir yarısından öteki yarısına işkence çekerek mi geçmeli?
-*-*-
Peki ne yapılabilir?
Ya hiç “geçmeyeceksiniz”…
Ki bunu kabul etmiyorum!
Bu ülkenin her yanı benimdir ve her yanına gidebilmeliyim!
-*-*-
Ya da kapılardaki geçişlerin çok hızlı olması hatta tamamen kaldırılmaları için “eylem yapacaksınız!”…
Tamamen iptal mümkün değil mi diyorsunuz?
O zaman hızlandırın kardeşim!
Bir şeyler yapın!
-*-*-
Eylemleri nasıl yapacağız?
Nasıl örgütleneceğiz?
-*-*-
Akıl vermek gibi olmasın ama geçtiğimiz günlerde Gandi filmini bir kez daha inceledim…
“Bize bir Mahatma Gandi” lazım!
Bunu demiyorum ama bize Gandi’nin sessiz ve barışçıl eylemleri şart!
Üstelik şu anda sosyal medya aracılığı ile örgütlenmek sanki daha kolay!
-*-*-
Katılımcı bulamaz mıyız?
Bulamazsak o zaman kuyrucuklarımızı malum yerimize sokar, araç kuyruğunda üç saat bekleriz!
-*-*-
Gandi, şiddetsizlik (Ahimsa) derdi…
Ve Gandi’nin eylemleri “hakikate dayalı direniş (Satyagraha)” felsefesiydi…
-*-*-
Gandi için bir karşı taraf vardı; İngilizler…
Gandi’nin amacı, İngilizleri yenmek değildi…
Gandi’ye göre, zor kullanmak – şiddete başvurmak doğru değildi; ahlaki açıdan “karşı tarafı ikna” gerekmekteydi!
-*-*-
Bizde “karşı taraf” kimdir?
Statüko!
Sadece Türk tarafının değil, Rum tarafının da “statükosu”…
Birbirlerini besleyen statükocular!
Bir yanda ELAM mesela, öte yandan Tahsingiller!
-*-*-
Asla şiddete başvurulmayacak, haksız bekletmelere itaatsizlik olabilir…
Mesela, yürüyerek, kimlik göstermeden, toplu geçiş denemeleri…
Aynı anda tüm kapılardan en az 500 kişi!
-*-*-
Sabırla, kararlı bir şekilde…
-*-*-
Gandi’nin sessizlik orucu vardı…
Gece 500 kişi bir kapı yanında toplanacak, ateşler yakılacak ve o 500 kişi, sabaha kadar tek kelime konuşmadan oturacak; kitap okuyacak, telefonuyla uğraşacak, ne bileyim sarılıp uzanacak, oturup kahve içecek!
-*-*-
Gandi, bazı durumlarda ortaya çıkan şiddeti durdurmak ve duyarlı insanların vicdanlarına seslenmek için açlık grevleri de yapmıştı…
-*-*-
Yine Gandi, İngilizlerin tuz üzerindeki doymak bilmez tavrını protesto etmek için yüzlerce kilometrelik barışçıl yürüyüş düzenlemişti… Tamamen sessiz… Hiç konuşmadan, “Kıbrıs’ta barış engellenemez” diye slogan atmadan, tüm Dünya’nın dikkatini çekebilecek bir yürüyüş…
Baf’tan Lefkoşa’ya, Lefkoşa’dan Karpaz’a! Dört bir yana, binlerle birlikte!
İş birliği yaparak…
Rum – Türk ayırmadan…
-*-*-
Bağırmadan, vurup kırmadan…
Bilemiyorum!
Ya da bırakalım, bizi essinler, kendileri de iktidarlarını, koltuklarını korusunlar!
Hem yazık hem günah!
Doktor, bu duruma düşmemeli!
Elbette kişinin “hasta” olma hakkı da vardır, “hasta” olma durumu da!
Ama Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği Başkanı’nın dediği gibi, “önemli” iki kişinin mahkemeye sundukları sağlık raporları, araştırılmalıdır!
-*-*-
Neden?
Çünkü “kimse gerçek olduğuna inanmıyor” da ondan!
-*-*-
Neden kimse inanmıyor?
Çünkü bütün ilişkilerimizi kötüleşti; dedikodu had safhaya ulaştı ve bunun önüne geçmek de ancak hükümetin istifası ile mümkündür!
-*-*-
Rüşvet ispatlanabilir bir şey değildir!
Ama gözle görülen bazı “maddi değişiklikler” söz konusuysa, “kişi bunu maaşla yapamaz”lardaysa; yakın bir zamanda bir miras söz konusu değilse; e nedir?
-*-*-
Sahte diploma!
Sahte diploma, sahte diplomadır!
Ne ispatı gerekir, ne de ispat külfeti!
-*-*-
Efendim kullandıydım, kullanmadıydım, istemediydim da verdilerdi!
Bilemem!
-*-*-
Ellincidir yazıyorum, yüzüncüyü de yazacağım belki ama mevcut hükümet bu ülkeyi yaşanmaz hale sokmuştur!
Sadece ekonomik yıkım değil, ahlaki yıkım da söz konusudur!
-*-*-
Bir tek anlamadığım, Türkiye’yi yönetenlerin buna açık ve de seçik bir şekilde destek veriyor olmasıdır!
Yazık!
-*-*-
Sahi, 1974’ü hatırlatmak gerekir mi?
Çok yazık, çok!
Hem de günah yani!
Şap!
Yapay zekaya da sordum: “Şaplı hayvanın eti tüketilebilir mi?”
İşte yanıt:
Şap hastalığı (Foot-and-Mouth Disease) hayvandan hayvana çok bulaşıcıdır; insanlara bulaşması ise son derece nadirdir. Bu nedenle hastalığın kendisi açısından etin insan sağlığına doğrudan büyük bir riski yoktur. Ancak uygulamada dikkat edilmesi gereken noktalar vardır:
Et ne zaman tüketilebilir?
Hayvan resmi veteriner kontrolünden geçmişse…
Kesim, hastalığın akut (ateşli) döneminden sonra yapılmışsa…
Et uygun şekilde dinlendirilmiş (olgunlaştırılmış) ve soğuk zincir korunmuşsa…
İyi pişirilmişse…
-*-*-
Bu şartlar sağlanıyorsa et insan tüketimi açısından genellikle güvenli kabul edilir.
-*-*-
Ne zaman tüketilmemeli?
Hayvan yüksek ateşli, yeni enfekte veya çok zayıf durumda iken kesilmişse…
Kaçak kesim yapılmışsa…
Ette kötü koku, anormal renk veya doku bozukluğu varsa…
Resmi denetim olmadan piyasaya sürülmüşse…
Bu durumlarda kesinlikle tüketilmemelidir…
-*-*-
Önemli bir uyarı
Şaplı hayvanların eti insanlar için genelde tehlikeli olmasa da, virüs et ve kemik iliğiyle başka hayvanlara taşınabilir. Bu yüzden:
Böyle etler başka hayvanlara verilmemeli…
Kesim ve taşıma resmi kurallara uygun yapılmalıdır…
-*-*-
Gel de KKTC’de et ye şimdi!
-*-*-
Vaaay Serhat hayvancımızı zora sokuyor!
Sevgili hayvan üreticileri, sizi zora sokan mevcut hükümettir, istifa etmelerinden başka da çıkar yol yoktur!
Bu sıkıntının da bundan öncekilerin de sorumlusu onlardır!








