1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Tufan Erhürman ve Kıbrıslıtürkler’in gerçek çıkarları…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Tufan Erhürman ve Kıbrıslıtürkler’in gerçek çıkarları…”

A+A-

Dionisis DİONİSSİU/POLİTİS

(POLİTİS gazetesinin en kıdemli yöneticisi, gazeteci-yazar Dionissis Dionissiu, “Tufan Erhürman ve Kıbrıslıtürkler’in gerçek çıkarları” konusunda yazmış… Yazısını PENNA Türkçeleştirdi… Biz de iktibas ediyoruz. S.U.)

 

Türkiye, Doğu Akdeniz’deki politikalarıyla Kıbrıslı Türklerin meşru çıkarlarını destekliyor mu, yoksa baltalıyor mu? Peki nasıl?

Tufan Erhürman, iki ülkenin münhasır ekonomik bölgelerini sınırlayan Kıbrıs-Lübnan anlaşmasına itiraz ederken, “Kıbrıslırum liderliği, Kıbrıslıtürklerin rızası olmadan tüm ada adına anlaşmalar imzalamaya devam edemez” iddiasıyla ne kadar haklıdır? Nikos Hristodulidis’in Kıbrıs’ın münhasır ekonomik bölgesini Lübnan ile sınırlayan anlaşmayı imzalarken Dışişleri Bakanlığı’nın temel hedefi, yani bu türden her anlaşmanın küçük bir zafer olduğu ve 1974’ten beri Türkiye tarafından her türlü yöntem ve araçla sorgulanan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devlet olarak varlığını güçlendirdiği düşüncesini gözettiğinden kimse şüphe duymuyor. Bu bağlamda, Kıbrıs’ın AB’ye katılımı da benzer bir yaklaşımla ele alındı, ancak üzerinde anlaşılan başka bir şeydi. Fikir, Kıbrıs’ın AB üyeliğinin, Kıbrıslıtürklerin Kıbrıs devletine geri dönmesiyle çözüm için bir katalizör görevi göreceği idi. Aynı prensiple bu politika, özellikle enerji sektöründe aşırı vurgulanmasına rağmen, sondaj, East Med gibi gaz boru hatları ve hatta elektrik iletim kablolarının döşenmesi gibi her türlü işbirliğinden Türkiye ve dolayısıyla Kıbrıslıtürkleri dışlamayı amaçlamaktadır. Kıbrıslıtürkler de, Kıbrıs Cumhurbaşkanı Ankara’yı doğrudan görüşmelere her davet ettiğinde, bu girişimin Kıbrıslıtürk toplumunu siyasi anlamda kenara ittiğini çok iyi bildiğinden haklı olarak şüphe duymaktadır.

 

Arzular ve gerçekçilik

Öte yandan, Erhürman, Türkiye’ye bağımlı olan ve kendisinin liderlik ettiği yönetimin, Kıbrıs sorunu çözülmeden bu tür anlaşmaların imzalanmasına katılabileceğine inanıyor. Kıbrıs’ın 1960 yılında devleti birlikte kurdukları için eşit egemenlik haklarına sahip iki eşit ortağı olduğu ve Kıbrıs Türklerinin iradesinin dışlanmaması gerektiği konusunda kimse prensipte onunla çatışmıyor. Ancak bu özel durumda, bir çözüm ve hükümete katılım olmadan, Lübnan ile yakın zamanda imzalanan anlaşmada ve daha önce İsrail ve Mısır ile imzalanan benzer anlaşmalarda nasıl söz sahibi olabilirler?

Erhürman’ın şu anda gerçekçi olarak düşünmesi gereken şey, Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından imzalanan anlaşmaların kendi çıkarlarına da uygun olup olmadığıdır.

Kısacası, Kıbrıs ile Mısır, İsrail ve Lübnan arasında münhasır ekonomik bölge paylaşımına ilişkin 50:50 anlaşmaları Kıbrıslıtürklerin çıkarlarına zarar veriyor mu? Cevap kesinlikle hayır, çünkü bu anlaşmalar Kıbrıs Cumhuriyeti ve tüm sakinlerinin, yani hem Kıbrıslırumların hem de Kıbrıslıtürklerin çıkarlarına hizmet ediyor. 25 trilyon fit küpün üzerinde olduğu tahmin edilen Kıbrıs doğal gazı, inşa edilebilecek boru hatları, kablolar ve terminaller, daha ucuz elektriğe erişim, hidrokarbon işletmesinden ortak hazineye yıllık milyonlarca euro’nun akışı veya ülkeyi enerji temelli bir inovasyon merkezi haline getirme yoluyla Kıbrıs’ın tüm sakinlerine fayda sağlayacaktır.

 

Türkiye

Buna karşılık Türkiye şu anda, faaliyetleriyle Kıbrıslıtürklerin iyi bilinen çıkarlarına aykırı bir şekilde hareket etmektedir. Nasıl mı?

*Kıbrıslıtürkleri, kuzeyde 70:30 oranında kendi lehine bir münhasır ekonomik bölge paylaşımı anlaşmasını imzalamaya zorlarken, Kıbrıs Cumhuriyeti tüm komşularıyla 50:50 oranında anlaşmalar imzalamaktadır.

*Mısır’a adaların münhasır ekonomik bölgeye sahip olmadığı ve Doğu Akdeniz’deki deniz alanının Kıbrıs hariç Ankara ve Kahire tarafından tanımlanması gerektiğini iddia ederek, Kıbrıs ile münhasır ekonomik bölge anlaşmasını feshetmesi için defalarca çağrıda bulunmuştur.

*İsrail’i Kıbrıs ile sınırlandırma anlaşmasını kabul etmemesi için zorlamış, hatta “Afrodit” bloğunun Kıbrıs’a, yani Rum ve Türk Kıbrıslılara değil, İsrail’e ait olduğunu iddia etmiştir.

*Lübnan’ın Kıbrıs’a hak ettiğinden çok daha fazla deniz alanı tanıdığını iddia ederek, Kıbrıs-Lübnan anlaşmasına olumsuz tepki göstermiştir. Son 18 yıldır, Lübnan parlamentosunda Hizbullah’ın etkisini kullanarak, Kıbrıs ile imzalanan sınırlandırma anlaşmasının onaylanmasını engellemiştir.

*2011 yılında Kıbrıs’ın ilk büyük gaz sahası keşfedildiğinden beri, Kıbrıs bloklarının sınırlarını tartışarak veya deniz kuvvetlerini kullanarak sondaj platformlarını ve özel kablo döşeme gemilerini bölgeden uzaklaştırarak Kıbrıs’ın doğal gazının çıkarılmasını her türlü engellemeye çalışmış ve büyük ölçüde başarılı olmuştur.

 

Temel Çekirdek

Türkiye bunları bölgedeki Kıbrıslıtürklerin çıkarlarını korumak için yapmıyor. Türkiye için Kıbrıslıtürkler, Doğu Akdeniz’de şahane bir politika izlemek için bir araçtır. Türkiye için mesele sadece münhasır ekonomik bölge sınırlarının teknik sınırları değil, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki Türk politikasının temel çekirdeğidir. Bölgesel politikasını daha yakından inceleyelim.

*Ankara’nın temel tutumu on yıllardır değişmemiştir. Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımamakta ve Kıbrıslıtürklerin “1960’ın eşit kurucularından” biri olarak deniz bölgeleri üzerinde tam egemenlik haklarına sahip olduğunu iddia etmektedir. Bu bakış açısıyla, Lefkoşa tarafından imzalanan herhangi bir sınırlandırma anlaşması ‘yasadışı’ ve ‘tek taraflı’ olarak kabul edilmektedir. Ankara, Kıbrıslıtürklerin her anlaşmada yer almaları veya Kıbrıs sorununun çözülmesinin öncelikli olması gerektiğini ısrarla savunmaktadır. Ancak, aslan payını kendisi için talep ederek Ankara, Kıbrıslıtürklerin, taleplerini gerçekleştirmek için sadece bir bahane ve araç olduğunu göstermektedir; zira bu politika sadece Kıbrıslırumları değil, Kıbrıslıtürkleri de zarara uğratmaktadır.

*Ankara, adaların tam bir münhasır ekonomik bölgeye sahip olduğunu tanımamaktadır. Ada devletlerine tam haklar tanıyan Deniz Hukuku’nun aksine, UNCLOS’u imzalamamış olan Türkiye, adaların büyük bir kara kütlesinin kıta sahanlığında yer aldıkları takdirde ‘azaltılmış’ hatta ‘sıfır’ etkiye sahip olduklarını iddia etmektedir. Bu nedenle Kıbrıs’ın Mısır, İsrail ve Lübnan ile deniz sınırlarını belirleyemeyeceğini çünkü bu bölgelerin çoğunun Türkiye’nin kıta sahanlığı içinde yer aldığını düşünmektedir.

* “Mavi Vatan” stratejisi. Ankara’nın güçlü muhalefeti, Libya ve Ege’den Kıbrıs’a kadar Doğu Akdeniz’de geniş bir himayeyi hedefleyen ‘Mavi Vatan’ doktrininin de bir parçasıdır. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Mısır (2003), İsrail (2010) ve Lübnan (2025) ile imzaladığı anlaşmalar, Türkiye’nin stratejisini sınırlayan güney deniz bölgeleri yayını oluşturmaktadır. Bu nedenle Türkiye, Kıbrıs’ın denizler üzerindeki iddialarını pekiştiren her türlü eylemi siyasi ve operasyonel olarak engellemeye çalışmaktadır.

*Bölgesel enerji mimarisi üzerinde çatışma. Kıbrıs’ın anlaşmaları, hem hidrokarbonlar hem de elektrik bağlantısı konusunda Mısır ve İsrail ile işbirliği için bir eşik görevi görmektedir. Bu işbirliği ağı, yanlış da olsa, Türkiye’yi Doğu Akdeniz enerji mimarisinden dışlamaktadır. Bu dışlanmayı ortadan kaldırabilecek tek ülke, tüm bölgede bir merkez oluşturan Kıbrıs’tır. Ancak, Kıbrıs sorunu çözülmeden, Lefkoşa kaçınılmaz olarak İsrail ile aynı çizgide yer alacaktır.

 

İşler çok daha kolay olurdu

Türkiye, Kıbrıs gibi küçük bir adayı tehdit olarak görme saçmalığını bıraksa işler çok daha kolay olurdu. Bir çözüm ve adanın yeniden birleşmesi yoluyla Kıbrıslıtürkler, Lefkoşa’nın Ankara’ya karşı tutumunu dengeleme rolünü yeniden kazanırsa, işler çok daha basit hale gelirdi. Belki o zaman Kıbrıslırumlar, Türkiye’nin gündelik zorbalığının yarattığı güvensizlik ve korku olmadan, bu komşu ülkeyle ekonomik ilişkilerin herkes için son derece yararlı olduğunu kabul edebilirler. Kıbrıs sorunu çözülürse, ekonomi ve toplum harekete geçebilir ve 1974 darbesiyle askeri işgalin yarattığı demir perde ortadan kalkabilir. Ne de olsa bu darbe ve işgal, sorunları çözmek bir yana, daha da fazla sorun yaratmış oldu.

(POLİTİS’te 30.11.2025’te yayımlanan Dionissis DİONİSSİU’nun yazısı, PENNA tarafından Türkçeleştirildi…)

sayfa-17-resim-031.jpg


***  BASINDAN GÜNCEL…

Hristalla Hacıdimitriu, FİLELEFTHEROS’taki yazılarına son verdi: “Bir veda borcu…”

Hristalla HACIDİMİTRİU/FİLELEFTHEROS

Bugünkü köşe yazısı, günlük karşılaşmalarımızın sonunu işaret ediyor. Kimse beni zorlamadı — kendi istek ve tercihimle önce Alitheia, sonra da Fileleftheros grubunda 35 yıl boyunca yazdığım yazıların ardından sessizliğe çekilme kararını aldım.

Her gün, her yıl kendinizden bir parça paylaşmak—görüşleriniz, dünyayı algılama biçiminiz, sizi neyin harekete geçirdiği, neyin size mutluluk verdiği, neyin sizi öfkelendirdiği—neredeyse dayanılmaz hale gelen bir bedeldir. Odisseus Elitis, “Maria Nefele” şiirinde bunu daha iyi ifade etmiştir: “Görüyorsunuz, kaotik zamanlarımızda konuşmak için silahlara ihtiyaç var/ve biz de sözde ‘ulusal idealler’e uymak zorundayız/Neden bana bakıyorsun, yazar, sen ki hiç asker üniforması giymedin/para kazanma sanatı da askeri bir niteliktir/Uykusuz geceler geçirebilirsin—binlerce hüzünlü satır yazarak/ya da duvarları devrimci sloganlarla kaplayarak/Diğer insanlar seni her zaman bir entelektüel olarak göreceklerdir,/ve sadece seni seven ben: hayallerimin esiri olarak.”

İşte böyle: yazmak da askeri bir niteliktir. Özellikle de kamusal söylemin tamamen farklı boyutlar kazandığı günümüzde.

Bu yılın Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Macar László Krasznahorkai, “Direnişin Melankolisi” adlı kitabında, dünyevi meselelerden uzaktaki evine çekilen bir kahraman sunuyor. Kendini izole etmek için değil, içsel düşünce ve şüphelerin kurtarıcı lütfuna kavuşmak için pencerelerini tahta ile kapatır. Kendini dış dünyadan soyutlayarak, insanlığın “acınası aptallığı karşısında stratejik geri çekilme” olarak adlandırdığı sürece odaklanır ve tek amacı varoluşun temel ilkelerini yeniden tanımlamaktır.

61 yaşında, hayatımın bu aşamasında aradığım şey tam da budur. Sükûnetin getirdiği basit mutluluk. İnsanlar bana ne yapacağımı, planımın ne olduğunu soruyorlar ama doğrusunu isterseniz bir planım yok. Son zamanlarda ise, artan bir sıklıkla, hiçbir şey söylemek istemediğimi fark ediyorum. Farklı koşullarda yorum yapmaya değer her türlü konuyu fark etsem de, bunlarla uğraşmak istemiyorum. Bunun nedeni, bu çabanın boşuna olduğunu düşünmem ya da kayıtsızlığım olabilir.

Ancak Elitis’in aynı şiirinde de söylediği gibi, “Bir elim parayı buruştururken, diğer elim onu düzeltir”; bu köşe ise, yarın bu ülkenin kamusal yaşamında 70. yılını kutlayacak olan Fileleftheros gazetesinin kültür bölümünde, bir süre daha her pazar yayınlanmaya devam edecek.

(FİLELEFTHEROS’ta 8.12.2025’te yayımlanan Hristalla HACIDİMİTRİU’nun yazısı, PENNA tarafından Türkçeleştirildi…)

sayfa-16-resm-017.jpg


“Yeryüzü Güvercinleri: Çocukların barışa olan inancı…”

Melek TURGAY/BİANET

BİA Çocuk Kitaplığı bu hafta Çiğdem Sezer imzalı Yeryüzü Güvercinleri isimli kitabı kütüphanelerinize konuk ediyor. Yeryüzü Güvercinleri, Samar ile Leyla’nın gözünden savaşın gerçekliğini ve barış umudunu anlatıyor.

Yeryüzü Güvercinleri: Çocukların barışa olan inancı…

“Biz kanatlarımız olduğunu hayal ederken, gökyüzünden ölü güvercinler düştü üstümüze.”

Leyla’nın sözleri bunlar. En yakın arkadaşı Samar ile birbirinden renkli hayaller kurup, oyunlar oynarken bir gün savaşın soğuk yüzüyle karşılaşan çocuk Leyla’nın sözleri…

Usta yazar Çiğdem Sezer, çocukların gözünden savaşın üzerimizde bıraktığı izleri etkileyici bir kurguyla Yeryüzü Güvercinleri’nde bize anlatıyor. Çiğdem Hanım bence çok iyi bir anlatıcı. Onun çocuklar için yazdığı hikâyeleri okurken yarattığı dünyanın içine girmek, anlattığı sokaklarda, evlerde ve hislerde dolaşmak hiç de zor olmuyor. Bu yüzden de bir çırpıda ve merakla okunuyor yazıları.

Yeryüzü Güvercinleri’ni okurken ben de sanki anlatıcımız Leyla’nın hemen yanındaydım. Leyla’nın gözünden Feramuş Dede’nin şeker veren şefkatli ellerini gördüm, Samar ile Leyla’nın dostluklarına şahit, Ümmü Cemil Teyze’nin balık tezgahına misafir oldum; Eman Nine’nin eteklerinin dibinde oturarak korkularımdan uzaklaşmaya çalıştım. Leyla’nın abilerinin ve babasının canlarını hiçe sayarak ülkeleri için savaşmaya gittikleri o sabahın serinliğini ta yüreğimde hissettim. Savaşmak zorunda kalan erkekler, evde açlık, sefalet ve can korkusuyla baş başa kalan çocuklar, kadınlar ve yaşlılar. Bir şehrin, ülkenin yerle bir olması, anıların; hayallerin ve umutların toz bulutuna dönüşerek yok olması çok korkunç!

Savaşın insanlara, hayvanlara, kentlere neler yaptığını her gün gazetelerde okuyor, haberlerde izliyoruz. Üzerine söyleyecek çok sözümüz var biliyorum ama ben bu yazımda barışa dair sözcükler kullanmak istiyorum. Tıpkı yazarın savaşın karanlık tarafını anlatırken bir çocuğun gözünden ve kalbinden bize barışın ne denli mühim olduğunu anlatması gibi.

sayfa-16-alttaki-habere-kitap-kapagi.jpgYeryüzü Güvercinleri, savaşın kalbinde kalan çocukların hayata tutunabilmek için masallara, resimlere, hayallere, geleceğe ve barışa olan inançlarını nasıl diri tuttuklarını şiirsel bir dille bize aktarıyor. Savaş yüzünden ayrı düşen Samar ve Leyla’nın en çaresiz hissettikleri anlarda ortak anılarına tutunmalarını okurken gözlerimiz nemlense de biz barıştan yana insanlar; barışın tüm dünyaya yemyeşil bir örtü gibi serileceği, çocukların huzurla büyüyeceği, yetişkinlerin hırslarının törpüleneceği, çiçeklerin renklerinin daha canlı, hayvanların seslerinin daha cesur ve korkusuz çıkacağı günleri hayal ediyoruz. Çok mu şey istiyoruz?

Çıkarları için savaşma planları içinde olan koca koca insanların yüreklerini çocukluğun masumiyeti sarsın diliyor ve bu anlamlı eseri 8 yaş üstü tüm okurlara kalpten öneriyorum. Yeryüzü Güvercinleri’ni yazar Çiğdem Sezer kaleme almış ve çizgilerini çok sevdiğim sanatçı Büşra Kaygın Gafarov resimlemiş. Özenli çalışmasıyla bizlere Günışığı Kitaplığı ulaştırıyor. Hepsine barış ve sevgiyle bin teşekkür etmek istiyorum.

(BİANET.ORG - Melek TURGAY – 13.12.2025)

 

Bu yazı toplam 422 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar