
Gaile için – Sade Günce
Nereye varacağımı, hangi akıntılarla sürükleneceğimi, hangi kıyılarda kimlerle göz göze geleceğimi bilmiyorum. Ama biliyorum ki bu satırlar, illa ki bir yerlere ulaşacak.
Münevver Özgür Özersay
[email protected]
10 Ağustos 2025 – Doktorlar Sitesi, İskele
23:54
(Elde yazılıp dijitalleştirilmiştir.)
Yıllar sonra yine, “yeniden” buradayım.
Bu satırların başına “yeniden” kelimesini koymam boşuna değil. Çünkü on yıl kadar önce, yine “Sade Günce” isimli bu köşede yazılar yazıyordum.
Gaile ve tabii ki onunla beraber “Sade Günce” de o zamanlar her hafta çıkıyordu. Basılıyordu da. Nasıl bir heyecandı gidip gazeteyi almak ve Gaile’yi elimde tutmak. Uzun bir süre boyunca, her sayıda bir yazıyla var olabildim. O zamanlar 48 yaşlarındaydım. Şimdi 58.
Aradan geçen bu on yılda çok şey oldu. Çok değiştim. Çok şey öğrendim. Ama günlük yazar gibi yazamadım. Özel yazılar, teorik yazılar yazdım. Kurmaca denemelerim de oldu ama bu tür samimi kamusal mektuplarım olmadı.
Samimi şeyler yazamadıkça elim başka şeylere uzandı. Kelimelerden kaçtıkça fırçalar ve renklere sarıldım sanırım. Yani daha çok resim yaptım. Mürekkeple, suluboyalarla, renklerle aktı elim, içim. Resim dersindeki arkadaşlarımla adanın her iki tarafında da dağlarda, gelincik tarlalarında, nehir kenarlarında, deniz kenarında topladığımız çakıl taşlarında buldum huzuru. Ve sustum.
Yazmayı hep özledim. Hem de çok. Ama yazamadım.
Defalarca denedim; olmadı. Kelimeler bir türlü yerini bulmadı. İçimde susmayan o ses, bazen denizin dibinde kalmış bir midye gibi kabuğunu kapattı. Bazen de bir koro oldu, deniz kestaneleri gibi dikenlerini çıkardı ama yine de derinliklerde, kayalıklara tutunarak saklandı.
İşte bu yüzden bu dönüş; masanın başına oturup “buradayım” diyebilmek benim için çok önemli. Dönebilmemin vesilesi olan güzel Gaile insanları ise iki kat önemli. Ne kadar teşekkür etsem azdır.
Şimdi, “Sade Günce”nin satırlarına, şişedeki bir mektup bırakır gibi kendimi bırakıyorum.
Nereye varacağımı, hangi akıntılarla sürükleneceğimi, hangi kıyılarda kimlerle göz göze geleceğimi bilmiyorum. Ama biliyorum ki bu satırlar, illa ki bir yerlere ulaşacak.
Kısacası, her ay dijital olarak yayınlanan Gaile sayısında ben de bir günce ile katkı koymaya niyet ettim.
Günlük yazmak veya bir başka deyişle bir güncede yola çıkmak, kendini aramak, bazen avutmak, bazen var etmek… Bunlar bana yabancı değil.
İlk kez, 1984’te, 16 yaşımda yüksek öğrenim için gittiğim o zamanların Çekoslovakya’sında günlük yazmaya başlamıştım. Türkçe konuşabileceğim tek bir insan yoktu. Çekçe’yi yeni öğreniyordum.
Telefon, haftada bir postanede, sıraya girerek ulaşılabilen bir iletişim aracıydı. Annemle babama derdimi dökmek ise başka bir gezegende yaşayan birine kendimi anlatmak kadar zordu.
İşte o günlerde, kendime kocaman, ciltli bir defter aldım. Çekler için bu defterler sıradan birer defter gibiydiler. Benim içinse can simidi olmuşlardı. Her gün “Sevgili Defter” diye başlayan satırlar yazdım. Yazdım, yazdım, yazdım.
Bir defter iki oldu, sonra üç, dört…
O günceleri kimseyle paylaşmadım. Çoğunu, ağlaya ağlaya, Prag’da kocaman bir koliye doldurup fotoğraflar ve mektuplarla birlikte attım.
Birkaçı Kıbrıs’a kadar geldi; onları da Lefkoşa mezarlığında yaktım. Sıcak bir yaz günüydü. Hava açık, gökyüzü fazla maviydi. Bembeyaz sayfalara mavi mürekkeple yazılan satırları yanarken izledim. Yandılar, yandılar.
Mezarlıktan çıkınca çocuklarımın yanına, annemlerin evine gitmek istememiştim. Dikmen’e, Hala’mın yanına gitmiştim. Canım Halam beni her zamanki şefkatli neşesi ve tezahüratı ile karşıladı. Ben ise darmadağınıktım.
Ona sarıldım ve hıçkıra hıçkıra ağladım. Ailemizde duygular yüksek sesle yaşanmazdı; bu hâlim ona ağır gelmişti sanırım.
Bir süre sonra omuzlarımdan tutup beni kendinden uzaklaştırdı, gözlerime bakıp “Ne oldu be Münever?” dedi.
“Bir şey yok Hala” dedim. “Yine babamla kavga ettim.”
Yalandı, ama işe yaramıştı.
“Amaan boşver sen onu,” dedi, “alışamadın daha gendini?”
En başta da değindiğim gibi, yaşadığım yıllar boyunca hem yazmaktan hem kendimden uzaklaştığım zamanlar oldu.
“Sade Günce” de bu uzaklıkların sessiz tanıklarından biri.
Yine de, geriye dönüp baktığımda anlıyorum ki yazdığım her satır —ister keyifli ister acı— biliyorum ki bana iyi geldi.
Hatta gururla paylaşmak isterim; o yazılardan biri, İngilizce çevirisiyle bir kitapta yer aldı ve bana yazı komşulukları sayesinde yeni kardeşler, kız kardeşler kazandırdı.
Bugün bu satırları yazarken hem hüzünlüyüm hem de içimde ince bir heyecan var.
Geçen gün, Nilay Örnek’in “Nasıl Olunur?” podcastinde Şengül Hablemitoğlu’yla sohbetini dinlerken öğrendim:
Hüznümün bir adı varmış: yurttaşlık hüznü.
Adaletsizliklerin, felaketlerin, ihmallerin ve kayıpların yükü…
Bu söyleşide bir de politik yas kavramı ile tanıştım.
Çünkü son zamanlarda sıklıkla üzülerek, bazen çaresizlikle, bazen suçlulukla ama çoğu zaman sadece sessizce isyan ederek yaşıyoruz: Gaza’da açlıktan ölen çocuklarla, yangınlarda yiten canlılarla ve daha nelere nelere...
Kendi gölgemizle kötülüğün gölgesi arasında savrulan bir sarkaçta yaşıyor gibiyiz.
“Ben ne yaptığımı biliyorum” diyenlerimiz bile bence ne yaptıklarını aslında bilmiyorlar.
Hepimiz sadece elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz ancak bu çaba bile, bu günlerin dünyasının ihtiyacı olan “eşit ve iyi yurttaş” olabilmemiz için vedalaşmamız gereken tembelliklerimiz ve kendi yarattığımız ihtiyaçlarla (örneğin lüks tüketim gibi) yüzleşmemize yetmiyor.
Evet, eşit yurttaş, iyi yurttaş, iyi insan olmanın da bir hamaliyesi var. Bir haddi var.
Hadsizliklerimiz hüznümün temelini oluşturuyor ve yazdıkça bunların ortaya çıkacağını biliyorum.
Kim istemez ki neşeli, güldüren şeyler yazalım, okuyalım? Kendimize ve sevdiklerimize kaygısız ve katıksız neşeli yüzlerimizi bağışlayalım...
Gerçekten de iyi insan, iyi yurttaş olmanın çok ayrı bir yükü var. Ve bizler çoğu zaman bu yükün hakkını veremiyoruz. Çünkü galiba bunu nasıl yapacağımızı bilmiyoruz.
Niye hüzünlü olduğumu anlattım; şimdi de sıra neden heyecanlı olduğumu anlatmaya geldi.
Bunca yıl sonra Gaile’de olmak, benim için değerli bir dönemeç. Ancak Gaile’nin hâlâ varlığını sürdürüyor olması başlı başına kıymetli ve özel bir durum.
Bunun arkasında ne kadar emek olduğunu biliyorum.
Bana yeniden sevgi ve güvenle yaklaşan tüm Gaile insanlarına karşı mahcup olmak istemiyorum.
Yıllar sonra gerçekleşen bu buluşmanın sıradan olmadığının çok farkındayım ve sürdürülebilir olması için de üzerime düşen sorumlulukların hakkını vermek istiyorum.
Annem hep, “Yola çıkan yolda kalmaz,” derdi.
Bu kez de öyle olsun.
Bir kez daha “teşekkür ederim”. Çünkü biliyorum ki biliyorsunuz:
Sade günceler politiktir.
Hepimizin, yazılsa da yazılmasa da, paylaşılsa da paylaşılmasa da sade günceleri vardır.
Onlar hem kişisel manifestolarımız hem de sabit sığınaklardan, kesin cevaplardan sakınmamızı sağlayan en bilge oyunbozanlık çığlıklarımızdır.
Bir sonraki güncede yeniden buluşmak üzere,
Not: Güncelerde birlikte düşünmemizi, derinleşmemizi ya da sadece paylaşmamı istediğiniz konular varsa yazın bana. Günceler dilsizdir; ama okuyucuları da öyle olmak zorunda değil.
















