1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Erol Akcan, kalbi insaniyet için çarpan barışçı bir insandı…
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Erol Akcan, kalbi insaniyet için çarpan barışçı bir insandı…

A+A-

Bundan tam sekiz sene önce, Erol Akcan kaynatasının olası gömü yerini bize ve Kayıplar Komitesi’ne göstermişti… Erol Akcan vefat etti, gösterdiği olası gömü yerinin kazılmasını göremedi…

Bundan tam sekiz sene önce, Erol Akcan, “kayıp” kaynatasının olası gömü yerini bize ve Kayıplar Komitesi’ne göstermişti... Tarih 8 Ekim 2013 idi, günlerden Salı’ydı... O gün Kayıplar Komitesi’nin o dönemki yetkilileri olan Murat Soysal, Okan Oktay ve Ksenofon Kallis’le birlikte önce Bilelle’ye gitmiştik – Bilelle’de işimiz bitince ise Güneşköy’e (Nikitas) geçmiştik...

Güneşköy, Omorfo’da bir köydü ve Erol Akcan, 1963 “kaybı” kaynatası Sami Hüseyin Arap’ın olası gömü yerini araştırmaktaydı... Güneşköy’de de bir evin avlusunda bir kuyuya kaynatısının vakti zamanında gömülmüş olabileceği bilgisi üzerine onunla anlaşmıştık – tapuya gidip bu evin kuyularının haritasını da almıştı... Onunla köy kahvesinde buluşmuştuk ve sözü edilen eve gitmiştik...

Erol Akcan’ın göstermiş olduğu bu olası gömü yerinin kazısı bu hafta içinde başlamış bulunuyor fakat Erol Akcan 13 Ekim 2017’de vefat etmiş olduğu için göstermiş olduğu bu olası gömü yerinin kazılmasına ömrü yetmedi... Aradan tam sekiz sene geçtikten sonra Kayıplar Komitesi, onun bize ve Kayıplar Komitesi yetkililerine göstermiş olduğu bu kuyularda kazıyı başlattı... Ne yazık ki Akcan’ın ömrü yetmedi burasının kazıldığını görmeye... Acımasız bir hastalık onu dört sene önce aramızdan alıp götürdü...

erol-akcan-2.jpg
Erol Akcan

GÜNEŞKÖY’DE OLASI BİR GÖMÜ YERİ...

16 Ekim 2013’te bu sayfalarda Güneşköy’e Erol Akcan’la birlikte ziyaretimizle ilgili olarak “Bilelle’den Güneşköy’e” başlıklı yazımızda şöyle yazmıştık:

“...bizim henüz işimiz bitmedi: Güneşköy’e (Nikita) bir başka “kayıp” yakınının göstereceği bir kuyuya bakmaya gideceğiz… Mihalis’le vedalaşıp Güneşköy’e (Nikita) gidiyoruz…

31 Aralık 1963’te Lefke’den Aya İrini’ye gitmek üzere motosikletle yola çıkan ve bir daha geri dönmeyen, Aya İrinili (Akdeniz) Hüseyin Sami Arap’ın damadı Erol Akcan kaynatasının izini sürmeye devam ediyor. Barikatlar açıldıktan sonra köye gelen bir Kıbrıslırum, Sami Arap’ın Güneşköy’de (Nikita) bir kuyuya gömülmüş olabileceğini söylemiş.

Güneşköy’de, köyün tek kahvehanesinde evinin avlusunda kuyu bulunan yaşlı bir Kıbrıslıtürk’le buluşuyoruz – aslen Poli yakınlarındaki bir köyden bu yaşlı adam ve memnuniyetle bize evinin avlusunu göstermeyi kabul ediyor.

Kahveden çıkıp bu yaşlı adamın evine gidiyoruz – avluda birkaç kuyu bulunduğunu anlatıyor yaşlı adam – akrabaları da geliyor ve kuyuların yerini gösteriyorlar.

“Kayıp” yakını Erol Akcan’a ve yaşlı Kıbrıslıtürk’e teşekkür edip Güneşköy’den (Nikita) ayrılıyoruz.

Hüseyin Sami Arap’ın akibetine ilişkin biz de, Kayıplar Komitesi yetkilileri de araştırmalarını sürdürecekler. Birkaç gün sonra Erol Akcan arıyor beni – tapuya giderek kuyuların tam yerini gösteren bir harita almış – bu haritayı da Kayıplar Komitesi yetkililerine ulaştıracağız.

Hüseyin Sami Arap’la ilgili bir evin kuyusuna gömülmüş olduğu yönünde söylentiler vardı – bu söylentiler daha çok Aydınköy’deki (Prastio) bir kuyuyla ilgiliydi – ilk defa Nikita köyünün (Güneşköy) adı geçiyor.

Bir başka hikaye daha var ki o da araştırılmalı – Filyalı (Serhatköy) bazı Kıbrıslırumlar, bir Kıbrıslıtürk’ün 1963’te motosikletiyle giderken kaza yaptığını, bir bahçe gancellisinin karnına saplandığını, ağır yaralanan bu Kıbrıslıtürk’ün karnına saplanan demir parçasını kestiklerini, sonra da onu Lefkoşa Genel Hastanesi’ne götürdüklerini anlatıyorlar. Eğer bu bilinmeyen şahıs Lefkoşa Genel Hastanesi’nde vefat etmişse, büyük olasılık Ayvasıl’daki Türk mezarlığına gömülmüştü çünkü 21 Aralık 1963 sonrası hastanede ölen veya öldürülen veya çeşitli yerlerde öldürülüp Lefkoşa Genel Hastanesi’ndeki morga kaldırılan “kayıp” Kıbrıslıtürkler, Ayvasıl mezarlığına gömülmüştü… Şubat 1964’te Kıbrıslıtürk yetkililer Ayvasıl’daki toplu mezarları kazmışlar ve çıkardıkları cesetleri herhangi bir kimlik tanımlaması yapmadan Tekke Bahçesi’ne defnetmişlerdi....”

Bundan önce de “kayıp” Sami Hüseyin Arap’la ilgili olarak eşi Hursiye Hanım’la yaptığımız röportaja bu sayfalarda yer vermiştik ve Mayıs 2010’da özetle şöyle yazmıştık:

“Sami Hüseyin Arap, Aya İrinili’ydi (Akdeniz). Lefke’nin madenlerinde yani CMC şirketinde çalışmaktaydı... Sevgili eşi Hursiye ve iki çocuğuyla birlikte Ksero’da (Gemikonağı), madencilere verilen  CMC evciklerinde yaşıyordu...

1963 olayları çıktığı zaman işine gitmekten çekinmekteydi...  Zaten Sami Hüseyin Arap’ın tanıdığı bazı Kıbrıslırumlar da 63 olayları patlak verince onu evinde ziyaret ederek, burada güvenlikte olamayabileceklerini, Ksero’dan ayrılmalarını önermişlerdi. Sami Hüseyin Arap da eşi ve çocucuklarını yanına alıp Lefke’ye sığınmıştı...

31 Aralık 1963 günü, Sami Hüseyin Arap, Aya İrini’de kalan ve hiçbir haber alamadığı annesiyle babasını merak ederek Lefke’den Aya İrini’ye gitmek üzere yola çıkmış ancak bir daha geri dönememişti... Gaziveran’dan geçtiğini görenler olmuştu ancak ondan sonra Sami Hüseyin Arap’ın izine rastlayan olmadı... Aradan tam 47 yıl geçti ve sevgili eşi Hursiye ile evlatçıkları hala daha Sami Hüseyin Arap’ın akibetinin ne olduğunu öğrenmeyi, ondan geride kalanları almayı bekliyor... Sami Hüseyin Arap, “kayıp” olduğu zaman henüz 28 yaşında genç bir delikanlıydı...”

HULU’YA ZİYARET...

Erol Akcan, 1951’de Baf’ın Hulu köyünde dünyaya gelmişti. Kendi büyük dedesi de “kayıp”tı Hulu’dan – Akdeniz (Ayirini) köyünde yaşıyordu ve kaynatası da “kayıp”tı – “kayıplar”la ilgili olarak bir okurum ve bir “kayıp” yakını olarak beni aramıştı. Onunla Hulu’ya giderek bazı olası gömü yerlerini gösterebilmesi için Kayıplar Komitesi nezdinde girişim yapmıştım – yaptığımız aranjman sonucunda 19 Aralık 2011 tarihinde Baf’ın Hulu köyüne gitmiştik... Ertesi günü yani 20 Aralık 2011’de bu sayfalarda bu ziyaretle ilgili olarak şöyle yazmıştık:

“Bir kez daha Hulu’da...

Dün sabah (19 Aralık 2011 – Pazartesi) Ledra Palace barikatından geçip bir kez daha Baf’ın Hulu köyüne gidiyoruz...

Hulu’da 4 Şubat 1964’te “kayıp” edilmiş üç “kayıp” Kıbrıslıtürk vardı: İsmail Emin, Halil Abdullah ve Mehmet Yusuf.

Bu üç “kayıp”tan ikisinden geride kalanlar bulunmuş ama hala bir “kayıp” Kıbrıslıtürk daha var...

Bu yüzden İsmail Emin’in büyük torunu Erol Akcan’la ve Kayıplar Komitesi yetkilileri Ksenofon Kallis, Murat Soysal, Kazılar Koordinatörü Okan Oktay ve Baf kazıları ekip lideri arkeolog Yiannis Yuannu’yla birlikte Hulu’ya gidiyoruz.

Erol Akcan’ın büyük dedesi olan İsmail Emin “kayıp” olunca, Erol Akcan’ın dedesi Bekir İsmail, İngiliz askerleriyle birlikte köye gitmiş ve köyde “kayıp” babasının izini sürmeye çalışmış. O günlerde köydeki söylentilere göre Stavrinu’nun evinin yanındaki tarladaki kör kuyuya “kayıp” edilen Kıbrıslıtürkler’in gömülmüş olduğu söylentisi varmış. Bu kör kuyu çok büyük ve çok derin bir kuyuymuş – köylüler genelde bu kör kuyuya hayvan ölülerini atarlarmış... Bekir İsmail, “kayıp” babası İsmail Emin’i işte bu kuyuda ararken, kuyunun üzerinde odunlar ve bir de köylü erkeklerin o günlerde başlarına taktıkları bir çember bulmuş...

Erol Akcan, “kayıp” büyük dedesi nedeniyle Hulu’daki kazılara ilişkin yazdıklarımızı takip etmekteydi ve bir gün beni arayarak, Hulu’ya ilişkin annesi Kerime Ahmet Kutura’nın babası Bekir İsmail’den duyduklarını aktarmıştı.

Hulu’nun üç “kayıp” insanından birisinden geride kalanlar, “İngiliz Kulübü” olarak bilinen yerin tam karşısındaki tarlada bulunmuştu, 2008 yılında. Son beş aydır Hulu’nun çıkışında Panaya köyüne doğru giden yolun yanında bulunan derenin içerisine de diğer iki “kayıp” Kıbrıslıtürk’ün gömüldüğü bilgisi üzerine Kayıplar Komitesi kazıları devam etmekteydi. Ancak bu kazılarda iki yerine tek bir “kayıp” Kıbrıslıtürk’ten geride kalanlar bulununca, Hulu’ya Erol Akcan ve Kayıplar Komitesi yetkilileriyle birlikte giderek, Erol Bey’in duyduklarını bizimle paylaşmasına karar verdik. İşte bu yüzden yine Hulu yollarındayız...

İlk durağımız, bir başka söylenti kaynağı olan bir ev... Bu ev, Hulu’daki Kıbrıslıtürk mahallesindeki son ev... Erol Bey bu evin “Hayriye veya Naciye’nin evi veya Mehmet Yusuf Londo’nun evi olabileceğini, bu evin arkasında bir harman yeri olduğunu, harman yerindeki kuyuya bazı “kayıp” Kıbrıslıtürkler’in gömüldüğü söylentisinin duyulmuş olduğunu” anlatıyor.

Harman yerinin yerinde yeller esiyor, harman yeri, burada yaşayan Kıbrıslırum tarafından bir zeytinliğe dönüştürülmüş – zeytinliğin etrafı da tellenmiş, bu yüzden içeriye girip de kuyu aramak mümkün değil... Tellerin etrafında dolanıyoruz ve nihayet Kallis, kuyunun olabileceği noktaya işaret ediyor...

Bu civarda rastladığımız bir Kıbrıslırum, bir “kayıp” Kıbrıslıtürk’ün landrovere konarak Hulu çıkışındaki dere yatağında bir harnıp ağacının altına gömüldüğünü, üstüne de toprak yıkıldığını anlatıyor. O günlerde 15 yaşlarındaymış... Onu da yanımıza alıp, kazıların tamamlanmış olduğu dere yatağına gidiyoruz... Bu Kıbrıslırum bize, derenin yamacında yetişmiş olan iri bir harnıp ağacını gösteriyor...

Yol kenarından aşağıya doğru bakıldığı zaman, harnıp ağacının altındaki olası gömü yerini de bize gösteriyor.

Dere yatağında yapılan kazılarda, bir “kayıp” Kıbrıslıtürk’ten geride kalanlar, bu harnıp ağacının epeyi uzağında bulunmuştu...

Bu Kıbrıslırum’a teşekkür ederek, Stavrinu’nun evinin yanındaki Yanni Marathefti’nin tarlasını bulmaya gidiyoruz. Buraya giderken Erol Bey bize kendi evlerini, “kayıp” büyük dedesinin evini gösteriyor – mahallede geniş arazilere sahipmişler... Kıbrıslıtürk mahallesinden sola dönüp İngiliz Kulübü’nün önünden geçiyoruz ve tepeciğe tırmanıyoruz. Savrinu’nun evinin önünde çok büyük bir meşe ağacı var... Ev terkedilmiş... Evin önünde bir fırın var, Kallis bu fırının Baf’a özgü olduğunu anlatıyor... Erol Bey’in sözünü ettiği tarlaya gidiyoruz ancak sözü edilen kuyu görünmüyor – bunun için Kallis’in bölgenin 1963’lerde havadan çekilmiş fotoğraflarını bulması gerekecek. Böylece kuyunun nerede olduğu anlaşılacak... Kallis bize, kuyunun olabileceği noktayı işaret ediyor...

Akşam gazeteye geldiğim zaman, 1963’te genç bir polis olan Hululu Özel Günhanlar’a telefon ediyorum...

“İngiliz Kulübü’nün karşısında bulunan şahıs, Halil dayıdır” diyor.

“O günlerde İngilizler, Türkler ve Yunanlılar’dan oluşan üçlü karargah köyü ziyaret ederek “kayıp” Kıbrıslıtürkler’i araştırdıkları zaman, onu İngiliz Kulübü’nün karşısındaki tarlada öldürülmüş halde bulmuşlar... Henüz gömülmemişmiş... Üçlü karargah temsilcileri köyden ayrılınca Halil dayıyı bu tarlaya Kıbrıslırumlar gömmüş... Orada bulunan şahıs Halil dayıdır yani...” diyor. “Zaten evi orada bulunan bir barakaydı” diye anlatıyor...

Bizimle bildiklerini ve duyduklarını paylaşan büyük dedesi “kayıp” Erol Akcan’a, bizimle birlikte Hulu’ya gelerek burada birlikte araştırma yapmamızı sağlayan Kayıplar Komitesi yetkilileri Ksenofon Kallis ve Murat Soysal ile Okan Oktay’a, bize eşlik eden arkeolog Yiannis Yuannu’ya ve bildiklerini bizimle paylaşan Özel Günhanlar’a sonsuz teşekkürler...”

erol-akcan.jpg

DERE YATAĞINDA BULUNMUŞTU...

2011’de Hulu’yu ziyaretimiz ardından bir süre sonra, Erol Akcan’ın büyük dedesi İsmail Emin’den geride kalanlar, dere yatağında bulunmuştu... 27 Eylül 2014 tarihinde bu konuda şöyle yazmıştık:

“Hululu “kayıp” İsmail Emin için 1 Ekim 2014 Çarşamba sabahı saat 10.00’da Lefkoşa Mezarlığı’nda askeri bir cenaze töreni düzenleniyor.

Hululu “kayıp” İsmail Emin’den geride kalanlar, Kayıplar Komitesi’nin Hulu’da bir dere yatağında yürüttüğü kazılarda bulunmuştu. Şimdi DNA testleri ardından bu “kayıp” insanımızdan geride kalanlar ailesine defnedilmek üzere iade ediliyor. 4 Şubat 1964’te Hulu’da bazı Kıbrıslırumlar tarafından “kayıp” edilen İsmail Emin, 1884 doğumlu idi ve “kayıp” edildiği zaman tam 80 yaşında idi… Düzenlenecek cenaze töreni ardından “kayıp” İsmail Emin, Lefkoşa Mezarlığı’nda bulunan şehitliğe defnedilecek.

HULULU “KAYIPLAR”IN ÖYKÜSÜ…

Hulu’da hatırlanacağı gibi 4 Şubat 1964’te üç Kıbrıslıtürk “kayıp” edilmişti: Bunlar, İsmail Emin, Mehmet Yusuf Londo ve Halil Abdullah idi. Yaşlı bir kadın olan Cemaliye Kamber de aynı gün bir mandrada öldürülüp naaşı çok kötü biçimde bulunmuştu.

Hululu rahmetlik Şevket Mustafa Anday Haziran 2011’de bize Hulu’da neler yaşandığını anlatmış, biz de bu sayfalarda Şevket Dayı’nın anlattıklarını yayımlamıştık. Şevket Dayı, kısa bir süre sonra vefat etmişti.

Hululu rahmetlik Şevket Mustafa Anday’ın bize anlattığına göre, Hulu karma bir köydü. Hululu Kıbrıslırum destebanın oğlu Kiriakos Konstantinu, Şubat 1964’te Pissuri’de bulunan öğretmen abisini ziyarete gitmişti. Baf-Kasaba’ya gittiği zaman burada bazı Kıbrıslıtürkler tarafından öldürülmüştü. Bu durum da köyde gerginliğe neden olmuştu. 3 Şubat 1964 akşamı, Hululu 147 Kıbrıslıtürk köyü terkederek Akkargı (Cidargu) köyüne sığınmıştı. Köyde dört kişi geride kalmıştı: Çok yaşlı, 90’ın üzerinde olan Cemaliye Ali Gambera, gene onun yaşlarında olan İsmail Emin ve Halil Abdullah Basto ve onlardan biraz daha genç olan Mehmet Yusuf...

5 Şubat 1964’te bazı Hululu Kıbrıslıtürkler, İngilizler eşliğinde Hulu’ya dönerek hayvanlarına bakmak istemiş, Cemaliye Ali Gambera’yı mandranın içinde öldürülmüş vaziyette bulmuşlardı. Fakat İsmail Emin, Halil Abdullah ve Mehmet Yusuf’un izine rastlamamışlardı.  Tam o anda Baflı Kıbrıslıtürkler’in öldürdüğü Hululu Kıbrıslırum destebanının oğlunun naaşı köye cenaze için getirilmişti, bu yüzden köyde bulunan Kıbrıslıtürkler zor durumda kalmıştı... Cemaliye Hanım’ın naaşını alarak Akkargı (Cidargu) köyüne gömmüşlerdi. Fakat cenaze esnasında tekrar saldırı altında kalmışlardı... Bunun üzerine Hululu Kıbrıslıtürkler, oradan da kaçarak Aksilu’ya (Aksu) gitmişlerdi. 4 Nisan 1964’te ise Aksilu’dan ayrılıp bu kez Stavrokonno’ya göçetmişlerdi. 1967’de Köfünye çarpışmaları ardından Kıbrıs’ta bir “yumuşama dönemi” başlayınca, bazı Hululu Kıbrıslıtürkler, köylerine gidip gelerek bağlarına bahçelerine bakmaya başlamışlar ama hiçbir zaman köye kesin dönüş yapmamışlardı.

Geçtiğimiz yıllarda, Kayıplar Komitesi’nin Hulu’da yürüttüğü kazılarda, köyün Kıbrıslıtürk mahallesinin karşısında bulunan bir tarlada bir “kayıp” Kıbrıslıtürk’ten geride kalanlar bulunmuştu. Yine Hulu çıkışında bir dere yatağında yürütülen kazılarda ise “kayıp” İsmail Emin’den geride kalanlara ulaşılmıştı.”

AYİRİNİ’NİN “KAYIPLAR”I…

Erol Akcan, kalbi insaniyet için çarpan barışçı bir insandı… İlgilendiği yalnızca kendi “kayıp” büyük dedesi ya da “kayıp” kaynatası değildi… Yaşamını sürdürdüğü Ayirini’de (Akdeniz) “kayıp” edilmiş olan Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın olası gömü yerleriyle de ilgilenmekteydi. Nitekim 28 Mayıs 2013’te bize ve Kayıplar Komitesi’ne, Akdeniz’de sahilde bazı olası gömü yerleri göstermişti…

Erol Akcan, çok yönlü bir insandı: “Ayirini’den Akdeniz’e yolculuk” başlıklı kitabında, Akdeniz (Ayirini) köyünün tarihçesini kaleme almış ve köyden “kayıplar”a da yer vermişti… Kitabın ikinci cildi üzerinde de çalışmaktaydı…

Bir seramik sanatçısıydı, Baf’ta rahmetlik ressam Ali Atakan’ın öğrencisi olarak resim çalışmalarında da bulunmuştu. Nitekim Ayirini’nin ortasında çalıştırdığı minik kahvenin duvarlarına yağlıboya resimler yapmıştı – köy hayatına, köylülerin ağır çalışmalarına ilişkin resimlerdi bunlar, son derece canlı ve gerçekçi resimlerdi. Hatta kahvehanesine giden yabancı turistler bunları satın almak istemişler, o da “Duvarı söküp alıp gidin isterseniz!” demişti çünkü bunları doğrudan duvara resmetmişti…

Bu olağanüstü insanı burada saygıyla anıyoruz…

Kayıplar Komitesi’ne göstermiş olduğu alanda sekiz sene ardından başlatılan kazı, bize onu anımsattı…

O ve onun gibi okurlarımız, Kıbrısımızın isimsiz kahramanlarıdır – onlar insaniyet için sessiz sedasız çalışırlar, ün ve para, statü ve güç peşinde olmayan büyük yürekli insanlardır – Erol Akcan ışıklar içinde uyusun… Gençlerimize örnek olsun hayatı…

Bu yazı toplam 2065 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar