1. YAZARLAR

  2. Niyazi Kızılyürek

  3. “Devlet” Diye Diye Toplumu Yok Etmek!
Niyazi Kızılyürek

Niyazi Kızılyürek

“Devlet” Diye Diye Toplumu Yok Etmek!

A+A-

Bugünlerde, 2004 öncesi olduğu gibi, “devletçilik oyunu” yüzünden toplum olarak Kıbrıslı Türklerin çıkarlarının yeniden hiç çekinmeden heba edildiğine tanıklık ediyoruz.

Milliyetçi elitler Kıbrıslı Türklere karşı yurtseverce sorumluluk üstleneceklerine, milliyetçi saplantılarla durmadan ayrı devletten söz ediyorlar. 

Dünyada hiçbir ülke tarafından tanınmayan ayrı devleti tanıttıracağım diyerek toplumun çıkarlarına sırt dönüyorlar.

Bir saplantı ve fetişe dönüşen “ayrı devlet ve ayrı egemenlik” söylemleri Kıbrıslı Türklerin sınırlı imkan ve fırsatlarını ortadan kaldırıyor ama ayrılıkçılar bunda beis görmüyorlar.

Bunu en bariz olarak Hellim tartışmalarında gördük. Halen de görmeye devam ediyoruz...

Avrupa Birliği’nin 12 Nisan 20121 tarihinde aldığı ve bir yandan Hellimin coğrafi tescili, diğer yandan da Kıbrıslı Türklerin Avrupa pazarına Hellim satabilmeleri için Yeşil Hat Tüzüğünde değişiklik yapma kararı, Kıbrıs Türk resmi makamları tarafından neredeyse “üzüntü” ile karşılandı.

Kıbrıslı Türk üreticilerin haklarını hiç düşünmeden süreci sabote etmek için ellerinden geleni yaptıkları gibi, AB’nin Kıbrıslı Türklerin çıkarlarını korumak için sergilediği gayreti yerden yere vurdular.  

Nitekim 2587 sayılı Güvenlik Konseyi Karar taslağı vesilesiyle Ersin Tatar BM Genel Sekreteri’ne gönderdiği yazılı beyanda Hellim konusuna değinerek Avrupa Birliği’ne sert eleştirilerde bulundu.

Tatar, “Avrupa Birliği’nin Kıbrıs Rum tarafının otorite ve yetkisini Kıbrıs Türk tarafına yayan politikasına teslim olduğunu” ve bunun “gayrimeşru” olduğunu  ileri sürdü.

Fiili durumu meşru kabul eden bir tavırla, “tarafların egemenliğinin geçiş noktalarında bittiğini” iddia eden Tatar, Hellimin Avrupa piyasalarına girebilmesinin tek nedeninin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyesi olduğu gerçeğini görmezlikten geliyor.

Bu noktada, Kıbrıs Türk tarafında yaygın olan bir yanlış anlaşılmaya dikkat çekmek istiyorum.

Kıbrıs Cumhuriyeti AB’ye katılırken hazırlanan 10. protokolde AB Müktesebatının uygulanmasının “Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetinin etkin kontrolünde olmayan bölgelerde askıya alınacağından” söz ediliyor ya, bazıları bunu, Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetlerinin adanın kuzeyinde etkin kontrol icra etmesinin “yasa dışı” veya “gayrı meşru” olduğu şeklinde yorumluyor.

Oysa burada sadece var olan fiili duruma dikkat çekiliyor! Onuncu protokolde Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetlerinin adanın kuzeyinde yetki ve otorite icra etmesi yasaklanmıyor veya yasa dışı ilan edilmiyor, fakat fiili durumun bu olduğu söyleniyor!

Hellim konusunda ileri sürülen asılsız iddialar, güven artırıcı önlemler konusunda da tekrarlanıyor. Ayrı devlet fikrini dikkate almayan bütün öneriler bir kalemde reddediliyor.        

Bilindiği gibi, Kıbrıs Rum tarafı bugünlerde güven yapıcı önlemler öneriyor. Malum, Kıbrıs Sorununa kapsamlı çözüm arayışları ne zaman çıkmaza girerse, güven yaratıcı önlemler gündeme gelir.

Rum tarafı, Ercan havalimanı ile Maraş’ın BM yönetiminde açılmasını, Mağusa limanının ise AB kontrolünde hizmet vermesini öneriyor. Ayrıca, doğal gazdan elde edilecek gelirden Kıbrıslı Türklerin de orantılı olarak pay almasını ve bu amaçla belirlenecek miktarın Kıbrıslı Türkler için açılacak özel bir hesaba yatırılacağını söylüyor. Yeter ki Türkiye Kıbrıs ile münhasır ekonomik bölge anlaşması imzalasın ve AB ile imzalan Gümrük Birliği Kıbrıs Cumhuriyeti’ni de kapsayacak şekilde uygulansın...

Doğrusu, çözümden önce Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti ile münhasır ekonomik bölge anlaşması imzalayacağını zannetmiyorum ama yine de doğal gazın güven artırıcı önlemler paketi içine bir biçimde alınabileceğini düşünüyorum.

Olur ya da olmaz, bilemiyorum! Burada üzerinde durmak istediğim konu başkadır.

Nasıl olur da Türk tarafı bütün bu önerileri elinin tersi ile bir kenara iter ve bu konuda hiç kimse sesini çıkarmaz?  

Ercan havalimanı ile Mağusa limanının uluslararası trafiğe açılması Kıbrıslı Türklerin çıkarları açısından yaşamsal öneme sahiptir.

Yetkililerin bunun bilinci içinde hareket etmeleri gerekirken, “devletimizden” söz etmeleri veya karşılık olarak talep edilen kapalı Maraş bölgesinin BM yönetimi altında açılmasını “Maraş bizimdir” diyerek reddetmeleri Kıbrıs Türk toplumuna kötülük yapmaktan başka bir şey değildir!

“Toplum devraldım, Devlet olacağım” diyerek toplumu mahvetmek buna denir.

Bu yüzden, çözüm güçleri bu konuda mutlaka tavır almalı, sessiz kalmamalıdır...  

   

 

Bu yazı toplam 2709 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar