1. YAZARLAR

  2. Serhat İncirli

  3. Bostan korkuluğu!
Serhat İncirli

Serhat İncirli

Bostan korkuluğu!

A+A-

Pazar sabahı çok yorgun uyandım…

Cumartesi akşamı ODTÜ Kalkanlı’da öğrencilerin sahneye koyduğu bir tiyatro oyununu izlemeye gittik…

Çok keyifsizdim, öyle bitik bir hal…

-*-*-

Akabinde çocukluktan kardeşim Erkin’in Güzelyurt’taki barında soluklandık…

Soluklanırken, diyetin veya dikkatli alkol tüketiminin de hafif havrasına yanıverince, dün sabahki uyanış sıkıntılı oldu…

-*-*-

Bu meslekte sağlıklı olmak çok önemli…

Pazar da olsa, “yazacaksınız”…

Kafa sağlıklı değilse olmaz…

-*-*-

Yazmak için ne yapmak lazım?

Etrafı izlemek…

Okumak…

Dinlemek…

-*-*-

Gazeteci ne ya da neleri yazar?

Açıkçası daha çok “kötülükleri”!

Veya sorunları!

-*-*-

Gerçekten çok zor bir iştir…

Hele günümüzde herkes, her yazdığınıza ulaşabiliyor…

-*-*-

Geçmişte yazdıklarınızı okumak için illa ki o gazete alınacaktı!

Şimdi, Dünya’nın neresinde olursanız olun, internete bağlandığınız anda, dilediğiniz gazeteyi, istediğiniz köşe yazısını okuyabilirsiniz!

-*-*-

Ve haliyle yeni gazetecilik modelinde, okuyucuyla ya da izleyici veya dinleyiciyle her an yüz yüzesiniz!

Yüzlerce kişi yazdıklarınızla ilgili olarak yorum yapabilir…

Oysa geçmişte bu “denetim” mekanizması yoktu…

-*-*-

Her yazdığım yazıya veya her yaptığım televizyon programına onlarca, hatta yüzlerce “yorum” yapılıyor…

-*-*-

Beğenen de var beğenmeyen de!

“Yapılan yorumları hiç takmam” demek doğru değil…

Ama doğru bildiğimi yazmaktan asla geri durmam…

-*-*-

Bu girişten sonra, Yenidüzen’de sevgili Cenk Mutluyakalı’nın “Tatminkâr Açıklama (!)” başlıklı köşe yazısını da okumanın akabinde bazı notlar aldım…

-*-*-

Şimdi o notlarla başlayıp, öteki notlarla devam ederek günlük yorumumu yazayım…

İzninizle!

-*-*-

Cenk diyor ki; “… Ülke bu halde ama hâlâ “bayrak gönderde” diye nutuk atıyorlar.
Ne ilgisi var?”

-*-*-

Cenk diyor ki; “… Gençliğin geleceğini köreltenler, “bayrak”la perdeliyor günahlarını.
Tetikçileri durduramayanlar, “vatan”la susturuyor eleştiriyi.”

-*-*-

Ve Cenk yine diyor ki; “… Yabancılaşmanın, yoksulluğun, kayırmacılığın, güvensizliğin, yolsuzluğun, rüşvetin, kara paranın üzerini duygu sömürüsüyle örtüyorlar… Orman arazileri peşkeş çekiliyor diyorsunuz… Ecdadımız üzerinden bir hamaset başlıyor.”

-*-*-

Bu yazıyı okuduktan sonra, Rumca gazetelerde yayınlanan bir haber dikkatimi çekiyor…

Haber şöyle:

“… Rum İstatistik Kurumu, 2025 yılının ilk dört ayında Rum hükümetinin bütçesinin 646 milyon 800 bin Euro fazla verdiğini açıkladı. Haravgi ve diğer gazeteler, Rum hükümetinin 2025 yılı ilk dört ayındaki gelirlerinde yüzde 5,3 artış gözlemlendiğini, giderlerinde de yüzde 6,3 artış olmasına karşın bütçenin 646 milyon 800 bin Euro fazla verdiğini yazdı…”

-*-*-

Ada’da iki ayrı devlet var!

Eşit, egemen, psefto, sahte veya komik!

Kabul ettim, iki devlet!

Biri, yukarıda bahsettiğimiz gibi 2025’in ilk dört ayında neredeyse 1 milyar Euro fazla vermiş!

1 milyar Euro, dünkü kurdan yaklaşık 45 milyar TL’ye denk geliyor!

-*-*-

Öteki devlette, yani bizimkinde, 2025 tam bir iflas yılı!

Bütçe açığı tam olarak hesaplanamasa da, 10 milyar TL’yi kesinlikle aşacak!

-*-*-

Bu açık nasıl kapatılacak?

İç borçlanmalarla!

Peki iç borçlanmaları nasıl ödeyeceksiniz?

Bilmiyoruz!

Biliyor gibi yapıyoruz!

En kötü ihtimalle, bir iki dua, üç tane fazladan bayrak, sosyal medyada sallamalar, külliyede törenler, aha camisinin dört minaresi da tamamlandılarla – Cenk’in dediği gibi; bayrakla, vatanla, duayla idare ediyoruz!

-*-*-

Peki, kim başarılı, kim başarısız?

-*-*-

Bu sorunun KKTC Hükümeti açısından yanıtı aslında “bırakıp gidiyoruz, istifa ediyoruz, yönetemedik, başarısız olduk” olmalıdır!

-*-*-

Ama öyle yapmıyoruz!

Peki ne yapıyoruz?

-*-*-

Eski Müzakereci, Emekli Büyükelçi, Osman Ertuğ eniştemi televizyon programında dinliyoruz…

Ne diyor eniştem?

Diyor ki; “… Rumlar bizi geçmişte silahla yok etmeyi denedi… Ama başaramadılar… Bugün ekonomik, diplomatik, psikolojik ve sosyal araçlarla saldırılarını yürütüyorlar… Zaman değişti, zihniyetleri değişmedi… Sportif ve kültürel alanda da saldırıları vardır…”

-*-*-

Doğru bir saptama mı?

Yüzde yüz doğru kabul edelim!

Tamamdır, Osman eniştem haklıdır!

-*-*-

Ancak eniştemin hiç bahsetmediği bir konu var; “Bizi yönetenler bostan korkuluğu mu?”

-*-*-

Tamam Rum silahla saldırdı; direndik…

Şimdi silahsız saldırıyor da peki biz ne yapıyoruz?

Hiçbir şey yapmıyoruz!

Bir yanda bayrak sallıyor, dualar ediyor, minareler dikiyoruz; öte yanda da en büyük mazeretimiz izolasyon ve ambargo saçmalığını bir türlü aşamıyoruz!

-*-*-

Neden aşamıyoruz?

Çünkü yürüttüğümüz siyaset demek ki başarısızdır Osman eniştem!

Değil mi?

-*-*-

Ayrılıkçı, karanlık, rüşvetçi, plansız, programsız, nüfusu bilmeden, olmayacak ayrı devlet maskaralığıyla gelebileceğimiz nokta budur!

-*-*-

Eğer Rum tarafı dediğimiz Ada’nın tek yasal devleti her alanda ve her anlamda başarılıysa ve biz sadece külliye – minare şovuyla yaşıyorsak; bütçemiz açıksa, paramız puldan bile değersizse, pasaportumuz ve kimlik kartımız geçersizse; hepimiz – hakkı olanımız da olmayanımız da “Rum Devleti” dediğimiz devletin pasaportunu almak için kıçımızı yırtıp başımıza giyebiliyorsak; ağlamak yok eniştem!

-*-*-

Yazı bu kadar…

Başlık bulmam lazım!

Osman enişteme sorduğum “Bizi yönetenler bostan korkuluğu mu?” sorusundan yola çıkarak; şu yorumu yapmak istiyorum; “Enişte, başımızdakiler keşke bostan korkuluğu olabilseydi! En azından Neyzen Tevfik’in ünlü sözünde de belirttiği; tarlaya kargalar, ambara fareler, fırına hırsızlar, memlekete haramiler doluşmayacaktı!”

Saygılar efendim…

sakshi-adenwala-zrr0jubdzg4-unsplash.jpg

Bu yazı toplam 2009 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar