1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Bir zamanlar Larnaka’da farklı toplumlar uyum içinde yanyana yaşardı...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Bir zamanlar Larnaka’da farklı toplumlar uyum içinde yanyana yaşardı...”

A+A-

Larnakalı Kıbrıslıermeniler’den değerli sosyal medya arkadaşımız Sayın Nazaret Şamliyan, çok eski bir fotoğraf paylaşarak bir zamanlar Larnaka’da farklı toplumların uyum içinde yanyana yaşadığını yazdı. Kendisinin ve fotoğrafta görünen Ali Hamit Bey’in izniyle, Nazaret Şamliyan Bey’in bu değerli yazısını İngilizce’den Türkçe’ye çevirdik okurlarımız için. Nazaret Şamliyan bu fotoğrafla ilgili olarak şöyle yazdı sosyal medya sayfasında:

“Çok uzun zaman önce, 1950’de kentimiz Larnaka’da hayat basitti ve farklı toplumlar yanyana birbirleriyle uyum içerisinde yaşardı! Çeşitli nedenlerle Türkiye’den gelen Ermeni göçmenler 1921’de Kıbrıs’a getirilmiş ve İskele’nin Türk mahallesi denen bölgesine yerleştirilmişti. Bunun nedeni belki de gelen bu göçmenlerin büyük çoğunluğunun yalnızca Türkçe konuşmalarıydı, belki de o dönemin Britanya Sömürge hükümeti, böylesi bir (yerleştirmenin) Ermeni göçmenler için daha az stres yaratacağını düşünmüş olabilir. Böylece dil sorunu olmayacaktı onlar için. Bazı insanların başka nedenleri fısıltıyla dile getirdiklerini de işittim. Bu noktada bunları açıklamak istemiyorum.

Buraya aldığımız fotoğrafta, arkadaşımız Ali Hamit (fotoğrafta ortada) 12 yaşındayken görülüyor. Ali Hamit’in bana anlattığına göre bu fotoğraf 1950 yılında Apisoghom Şaderevyan’ın (solda) dükkanının dışında çekilmiş. Apisoghom’un küçük kardeşi Sarkis de sağda görülüyor resimde. Annesiyle babası Ali’yi bir saat tamircisi olarak yetiştirmesi için Apisoghom’a emanet etmişlerdi. Ali, birkaç yıl boyunca çıraklık ederek saat tamirciliğini öğrenmekle kalmamış, aynı zamanda ustasının anadili olan Ermenice’yi de öğrenmişti! Çok geçmeden ustasına Ermenice konuşuyordu, Larnaka’da tanışıp ahbap olduğu her Ermeni’ye de Ermenice hitap ediyordu... O günlerde Larnaka kentimiz son derece sakin ve barışçıl bir yerdi. Şimdilerde Larnakalılar tüm dünyaya dağılmış durumda. Çok memnunum ki Facebook ve Larnakalılar Facebook Grubu aracılığıyla pek çok çocukluk arkadaşımın izini buldum... heryerde! Temas kurabildiğim bu eski tanıdıklardan biri de Ali Hamit’ten başkası değildi! Son buluşmamız en az 40 sene önceydi... Birkaç hafta önce temas ettik ve evet, tahmin edebileceğiniz gibi, telefondaki sohbetimiz Ermenice olarak gerçekleşti! Sevgili arkadaşım Ali, geçip gitmiş günlerin bir hatırası olarak bu harika fotoğrafı ortaya çıkardığın için çok teşekkürler! Vefat edenler huzur içerisinde yatsın...”

sayfa-17-soldan-saga-apisoghom-sadarevyan-ali-hamit-ve-sarkis-sadarevyan.jpg

Soldan sağa Apisoghom Şadarevyan , Ali Hamit ve Sarkis Şadarevyan...


***  Derviş Ali Kavazoğlu ve Kostas Mişaulis’in anısına AKEL ile Kıbrıs Türk Demokrasi Derneği, Londra’da belgesel film gösterimi yapacak...

“Çiçekler ve Kurşunlar” filmi gösterilecek...

11 Nisan 1965’te Lurucina’nın dışında “Teşkilat”ın kurduğu bir pusuda yoldaşı Kostas Mişaulis ile birlikte öldürülen Derviş Ali Kavazoğlu’nun ve Mişaulis’in anısına Londra’da AKEL ile Kıbrıs Türk Demokrasi Derneği ortak bir etkinlik yaparak “Çiçekler ve Kurşunlar” başlıklı belgesel filmi gösterecekler.

 

PALEKİTRE VE MURATAĞA KATLİAMLARININ KURBANLARI...

AKEL’den yapılan açıklamada 8 Nisan 2024 Pazartesi akşamı saat 19.00’da Earlham Grove, Wood Green, London, N22 5HJ  adresindeki Kıbrıs Toplum Merkezi’nde (Cyprus Community Centre) gösterilecek olan “Çiçekler ve Kurşunlar” belgeselinin gösterimi ardından belgeselin yönetmeni Panikos Hristanthu, belgeselde hayatı anlatılan, Palekitire (Balıkesir) katliamında vurulan ancak hayatta kalan Yorgos Liasi ve Muratağa katliamında tüm ailesini kaybeden Hüseyin Rüstem Akansoy, etkinliğe katılanların sorularını yanıtlayacaklar. Yorgos Liasi’nin tüm ailesi bazı Kıbrıslıtürkler tarafından Palekitire katliamında öldürülmüştü. Palekitire katliamında Yorgos Liasi başından ve vücudunun çeşitli yerlerinden vurulmuş ancak hayatta kalabilmişti. Aynı şekilde vurulup “öldü” diye bırakılan Yorgo’nun kızkardeşinin yanısıra, Petros Suppuris de 10 yaşlarında küçük bir çocuk olarak vurulup hayatta kalanlar arasındaydı. Petros’un küçük kardeşi Kostas Suppuris ise kaçıp saklanmış ve hayatta kalmayı başarmıştı.

Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamında tüm ailesini kaybeden Hüseyin Rüstem Akansoy da bu etkinliğe katılacak ve belgesel ardından izleyicilerin sorularını yanıtlayacak. Bilindiği gibi EOKA-B mensubu bir grup Kıbrıslırum, Muratağa-Atlılar ve Sandallar köylerinden ağırlıkla kadınlar ve çocuklardan oluşan ve aralarında yaşlı insanların da bulunduğu 126 Kıbrıslıtürk’ü öldürerek onları toplu mezarlara gömmüşlerdi... Hüseyin Rüstem Akansoy, kendi ailesinden en az 30 civarında kayıp vermiş olduğu halde hiçbir zaman “milliyetçilik”ten gözleri kör olmamış ve her zaman adamızda barışı savunagelmiş önde gelen bir barışseverdir.

 

KATILIM ÜCRETSİZ

Belgesel gösteriminin halka açık ve ücretsiz olduğu belirtilen AKEL açıklamasında “ancak 07387265018 numaralı telefon aracılığıyla rezervasyon yapılması rica edilmektedir” denildi. AKEL’in açıklamasında devamla şöyle denildi:

“Panikos Hrisantu ile Niyazi Kızılyürek’in birlikte çalışarak hazırladıkları ve Palekitre katliamından yaralı olarak kurtulan Yorgos Liasis’nin anlatıcı olarak yer aldığı ve 1974’te sivil insanların öldürüldüğü en utanç verici katliamlardan biri hakkında aktardığı gerçeklerle etkileyici olmasının yanı sıra çarpıcı da olan “Çiçekler ve Kurşunlar” adlı belgesel aynı zamanda yurdumuzda yaşanan trajedinin kısa bir tarihçesidir.

“Çocuklarımıza gerçekleri söylememiz boynumuzun borcudur” diyor Yorgos Liasis. Tamamen haklı. Çocuklarımıza acı gerçekleri söylememiz boynumuzun borcudur. Milliyetçilerin büyük yalanlarla çocuklarımızın geleceğini en büyük tehlikeye, taksime doğru sürüklediği koşullarda bu hepimizin borcudur. Barış çocuklarımıza ve gelecek nesillere borcumuzdur. Onlara farklı bir Kıbrıs borçluyuz. Halkımızın tümünün barış, güvenlik ve refah içerisinde kendi geleceğini birlikte inşa edeceği farklı bir Kıbrıs. İşte hep birlikte bu Kıbrıs için; Kıbrıslırumların, Kıbrıslıtürklerin, Maronitlerin, Ermenilerin ve Latinlerin ortak vatanı için mücadeleye devam ediyoruz.”


***  KIBRIS’TAN HATIRALAR...

“Ferahzat Gürsoy, Sıla 4 ve Namık Kemal Kantatı’yla ilgili hatıralarını anlattı...”

Ulus IRKAD

Mağusa Suriçi Derneği MASDER’in geçtiğimiz Cumartesi yani 23 Mart 2024 tarihindeki konuğu, hayatını müziğe adayan eski SILA 4 elemanı Ferahzat Gürsoy’du...

Ferahzat Gürsoy’u ben de 1960’lı yıllardan beri tanıyorum. Davul vurgulu aletiyle, Lefkoşa’da önce Bayrak Quartet sonra da Sıla 4’ün elemanlığını  yaptı. 1966 yılında Baf’ta Bayrak Quartet ile olaylardan sonra ilk kez Baf’ta müzik konserini onun ve arkadaşlarının verdiklerini de buradan hatırlatmak istiyorum. Bayrak Radyosu ve gene 1974 öncesi düzenlenen Müzik festivallerinin ses yayın sorumlularındandı. Babam Hüseyin Irkad da Bayrak Radyosu’nda görevli olduğu için Ferahzat Gürsoy abiyle 1974 öncesinde de çok karşılaştık. Bu arada Lefkoşa’da yaşayan amcalarımın da arkadaşlarındandı. 1974 öncesi Festivallerde sunuculuğu rahmetli Hüseyin Kanatlı yaparken, o da müzik yarışmalarının ses ayarcılarındandı ve de geri plandaki en zor işlerin ve düzenlemelerinin teknisyeniydi. Çok iyi bir ses ve akord ayarcısı olduğunu da yakından bilmekteyim.

 

1943’TE LEFKOŞA’DA DOĞDU...

Sayın Rifat Yalınç Ferahzat Gürsoy’u sunuşunda, Ferahzat Gürsoy’u çok eski yıllardan 10 yaşından beri tanıdığını ilk defa Saray Otel’de bir düğün sırasında davul kullanışını ve çok iyi bir müzik yaptığını bir anısıyla bizlere iletti.

1943 yılında Lefkoşa’da doğan Gürsoy, kendini “Mağusalı” olarak nitelemektedir. 1963 yılında iki Ermeni arkadaşı ve de Aydın Kalfaoğlu’yla birlikte “The Likeness” adlı bir müzik grubunu kurduklarını, 1964 yılında çatışmaların başlamasıyla grubun dağıldığını, Bayrak Radyosu’nda “Bayrak Quartet” adlı grubuyla müzik yapmaya başladıklarını, 1968 yılında bazı müzik elemanlarının Türkiye’ye eğitime gitmelerinden ötürü Aydın Kalfaoğlu ve Raif Denktaş’ı da aralarına alarak Sıla Dört müzik grubunu  oluşturduklarını, “Dolama Dolamayı” ve “Kıbrıs’ım” şarkılarıyla doruklara çıktıklarını anlattı.  Mağusa’da Hastahane yararına o yıllarda verdikleri bir konserde (1960’lı yılların ortaları) onlarla birlikte bu konsere bir İsveç Grubu’nun da katıldığını, bu arada grubun “Dağ Başını Duman almış” Marşını çaldığını ama sonraları bu şarkı müziğinin bir İsveç halk şarkısı olduğunu öğrendiklerini konuşmasına ekledi. Gene o dönemlerde Kıbrıs köylerinde, Baf Köylerinden Fenike Köyü’nde araştırma yaparken “Kahve İçtim Telveli” adlı şarkıyı ortaya çıkardıklarını, Kıbrıs manileriyle düzenlenmiş bir şarkının da halkın onlara Çanakkale Marşı’nın müziğiyle aktarıldığını ve bunun da onlara çok ilginç geldiğini, bunun araştırılması gerektiğini belirtti.

 

NAMIK KEMAL KIBRIS’TA KANTATI...

Konuşmasında Namık Kemal Kıbrıs’ta Kantatı’nın 1957 yılında bestelendiğini, Türkiye’den gelen bir müzik öğretmeni olan Kemal Gündüz’ün bu kantatı bestelediğini, bu müziğin 67 yıl önce bestelendiğini ve de başarılı ve zor bir müzik ve de koro çalışması olduğunu, şimdilerde bu kantata benzer bestelerin yapılamadığını, o günlerde yani en az 67-70 yıl önce veya 90 yıl önce böyle zor müziklerin veya bestelerin yapılabildiğini de belirtti.

Namık Kemal Kıbrıs’ta Kantatı;

Söz: Özker Yaşın

Müzik: Kemal Gündüz

Piyano: Jale Derviş

İdare Eden: Kemal Gündüz

Kantatın  sözlerini okuyuculardan özür dileyerek perdede çabuk gösterildiği için ancak aşağıdaki kadar yayınlayabiliyorum;

“Sabahın alacakaranlığında

Akdeniz rüyalar içinde

Balıklar martılar çakıl taşları

Daha hiçbir renk yok ortada

Gün ışığı salına salına geldi Mağusa’ya

İlkin zindan karşısında palmiyelere tırmandı

Şöyle baktı içeriye

Ben Namık Kemal’im

Hürriyet kahramanı

Beni bilirsiniz Kıbrıslı Türkler

38 ay kaldım içinizde…”

Ferahzat Gürsoy, Namık Kemal’in ulusal bilinci Atatürk’ten de Kıbrıslıtürklere ilk önce veren şair olduğunu, “İstiklal” ve “Hürriyet” sözcüklerini çok kullandığını, aslında o zamanki coşku ve heyacanı şimdi yakalayamadığımızı ve bu kantatın daha sonra Sömürge idaresi tarafından yasaklandığını belirtti. Bu arada koroda da üç solistin olduğunu ekledi. Sayın Gürsoy, gene sunumunda 91 yıl önce 1933 yılında Kıbrıslıtürklerin “Zehirli Çiçek” adlı bir operayı bestelediğini, Nazım Ali İleri’nin de bu yönde birçok bestesinin olduğunu belirtti. Jale Derviş ve Ekrem Yeşilada’nın besteleri olduğunu, Hüseyin Irkad’ın da besteleri dahil, bu konuda “Ustalara Saygı” diye bir çalışmasının olduğunu da bizlere belirtti.

Sayın Gürsoy’un Sunumu sürerken acil olarak bir yere yetişmem dolayısıyla “Arap Ali” konusunda söylenilenleri aktaramayacağım ama bu konuda gerek Ferahzat Gürsoy abiden ve gerekse MASDER ilgililerinden hoşgörülerinden dolayı teşekkür eder, ayrılmak mecburiyetinde kaldığımdan dolayı özür dilerim. Sayın Ferahzat Gürsoy’a bu çok değerli sunumundan dolayı teşekkür ederken MASDER ilgililerine de çalışmalarında başarılar diliyorum…

sayfa-16-ferahzat-gursoy-hatiralarini-paylasti.jpg

Ferahzat Gürsoy hatıralarını paylaştı...

sayfa-16-ferahzat-gursoy-masder-etkinligine-katilanlarla-birlikte-hatira-fotografi-cektirdi.jpg

Ferahzat Gürsoy, MASDER etkinliğine katılanlarla birlikte hatıra fotoğrafı çektirdi...

Bu yazı toplam 675 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar