1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Bir Gidiş, Bir Dönüş: İki yurdum var benim…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Bir Gidiş, Bir Dönüş: İki yurdum var benim…”

A+A-

Eylem ÖZKARAMANLI

(Yaşamını Barselona’da sürdürmekte olan değerli arkadaşımız Eylem Özkaramanlı, Kıbrıs’ı ziyaretinden hissettiklerini kaleme aldı…Bu yazı yurdundan uzakta yaşamak durumunda bırakılan pek çok Kıbrıslı’nın hislerine tercüman oluyor… Teşekkürlerimizle paylaşıyoruz… S.U.)

İki yurdum var benim
Şu an
Hep iki iki gittik
Eğitimle, Ankara ile başladı yolculuk
Kıbrıs’a tatillerde dönerdim ancak öğrencilik ruhu var ya, evim yine Kıbrıs idi
Dönüp dolaşıp hep Kıbrıs
Sonra Amerika’ya taşındım, ilk yıllar zorluydu; yine öğrencilik, yine Kıbrıs’a gidiş dönüş
Yurdum Kıbrıs da ilk yıllar
Derken yerleştik! İki yurdum oldu sanki... iki evim...
Oradayken sanki Kıbrıs yok... yurdum Amerika
Kıbrıs’tayken de sanki hiç bırakmamışım gibi evimi, odamı

 

KENDİ ODAMDA UYUDUM…

Haspolat’ta doğdum ben
Çok şanslıyım, annem babam hâlen çocukluk evimizde oturuyor ve benim odam hiç bozulmamış, beni bekliyor her gittiğimde
Son üç haftadır da evimde, kendi odamda uyudum
Her sabah donatılmış kahvaltı masamızda incir vardı, babamın taze topladığı
Anneciğim Kıbrıs yemekleri yaptı her gün, her gece
Teyzelerim ve komşular tabak tabak yemek getirdiler, severiz diye
Halalarım elleriyle neler neler yaptılar, yedirip içirdiler, sarıp sarmaladılar bizi
İşte öyle bir şey Kıbrıs’ım, evim
Hiç kaçmamışım gibi idi aileyle, arkadaşlarla olmak
Konfor alanımda olmak desek daha doğru ya
Konfor alanından çıkmadıkça mutluluk... ama olmaz, yetmez

 

ARABA KULLANMADIM, KORKTUM!

Misal
Ben araba kullanmadım, korktum!
İnsandan çok araba var, kural yok, öfke var, sabırsızlık var, acelecilik vardı yollarda
Korktum
Gece ben camlar açık uyumayı severim, alışamadım gitti klimaya
Uyuyamadım ben neredeyse üç hafta
Kedi köpek kavgaları
Ezan sesleriyle köpek ulumaları
Çok acıdım, çok ama çok üzüldüm sokak hayvanlarına
Köyümdeki yapılaşmaya şahit oldum
Saçma sapan beton
Saçma sapan
Pislik
O sadelik gitmiş sanki, her bir karışı ucuz betonlaştırma çabaları
Kalabalık ama ne kalabalık
Ekonomiye hiç girmeyeyim, 14 yaşında kızım bile “dolandırma” lafını öğrendi
Her şeye rağmen memleketim
Ailem, arkadaşlarım, canlarım
Çocukluğum, gençliğim... yine dönerim ben adaya, dedim soranlara
Dönerim
De
Geri gelir mi kaybettiğimiz yıllar?

 

KALPTEN İSTEYEREK DÖNER MİYİM?

Kalpten isteyerek döner miyim şu anda iki çocuğumla?
Karmaşık duygular
Bu sabah döndük ikinci evimize
İspanya’ya
Tamamen farklı bir kültür ve toprak, Akdeniz olsa da
Varır varmaz ferahlik hissettik, burada da 30° olmasına rağmen
Yollar açık, yeşil iki taraf (şimdilik)
Aktık sanki evimize, rahat ulaştık
Sıra ve düzen
Ve kural
Ve kurallara uyan bir çoğunluk
Kurallara herkes uyuyor diye bir şey yok zaten
Çoğunluk uyuyunca bir şekil uymayanı koruyor, göze batmıyor
Bir şekilde sistem onu da içine alıyor
Ve kurallara uymayanlar, zamanla bedelini ödüyor gibi
Çoğunluğun davranışı, düzeni ayakta tutuyor
Ve bu düzeni koruyan bir yapı var burada
Hiç girmeyeyim yine politikaya, pek anlamam, yanlış kelimeler kullanmayayım
Benim yazılarım kişisel tecrübe ve hislerimden ibaret
Evimdeyim şimdi, Barcelona’da

 

DÜN KIBRIS’TAYDIM, BUGÜN BARCELONA… 

Dün Kıbrıs’taydım, bugün Barcelona
Kuş misali ya insan
Nasıl olur bu kadar değişik hisler, tecrübeler
Dün Kıbrıs evimdi
Bugün Barcelona
Yarın işbaşı
Sanki daha bir huzurluyum burada
Doğa, sessizlik, yeşil ve düzen
Yaşam kalitesi
İçim burkuluyor bunları yazarken
Yaşam kalitesi düşmüş canım Kıbrıs’ımda
Ne para ne pul
Yaşam alanlarımız kısıtlanmış
Düzen elden gitmiş
Sağlık hakkımız yok kadar az
Eğitim hakkımız ayrı
Yollar malum
Ekonomi?
Peki ne kaldı geriye?
Değerlerimiz?... 
Peki nereye kadar? Bir nesil sonra o da gider mi acaba?
Bu satırlar ilk aklıma gelenler
Hepimizin kafasını kurcalayan konular bunlar
Bana özel değil, ne de sana
Yazıyoruz işte göre göre durumu

 

BARCELONA’DAN KIBRIS’A SELAM OLSUN… 

Birileri gerçekten çabalıyor
Bir şeyler değişecek diye
Hadi inşallah
İnşallah
Hadi bir şeyler değişmeye başlasın
Ada belki azıcık dönüşür
Yük azalır, canım Kıbrıslı yaşamaya başlar
Nefes alır
Yaşam hakkı ona geri gelir, huzurunu bulur bir şekil
Yavaş yavaş
Bekledik o kadar, az daha sabır
Çok fırsat kaçtı, onlara sitem yerine umut girsin devreye, yeni sayfalar açılsın
Geç olsun, güç olmasın
Barcelona’dan Kıbrıs’a selam olsun
P.S. Pazar akşamı hızla karalanan satırları paylaşmak bugüne (27.8.2025) kısmetmiş.
P.S. 2 Fotoğraftaki ise... kaydırağı gören bir insan yavrusunun heyecanı.
Boyutların farkında olmadan, coşkuyla bir çıkış...
Ve yerçekimi kanunlarıyla hızla bir iniş — duraklamaya çalışsam da orta yere, sondaki su birikintisini görüp elbisemi koruma çabası ile
Durmak mı? Mümkün değildi.
Ve o anda atılan kahkahalar, dünyaya bedeldi.

Photo credit: Bahar Eminsel Özçelik 

sayfa-17-resim-025.jpg


“Dönmek… Selanik-İstanbul-Selanik…”

F. Nihan Hassan’ın Can Yayınları - Mundi tarafından yayımlanan romanı “Dönmek”le ilgili kitap tanıtımında şöyle deniliyor: 

“Şimdi Selanik’teyim. Babamların evinin önündeyim ama ev orada değil; mezarlarının üzerindeyim ama mezarlar orada değil; Yeni Cami’deyim ama orası artık cami değil; büyükbabamın tren istasyonundayım ama orası artık tren istasyonu değil; Terakki Mektebi’nin önündeyim ama orası artık Terakki değil! Şimdi Selanik’teyim, hem Müslümanım hem Yahudiyim, ne Müslümanım ne Yahudiyim.”

Kendisine, “Ben ben değilmişim, bir benim haberim olmamış,” dedirten sırrı 40 yaşındayken öğrenen; mezar taşlarında, mektuplarda, kitaplarda, hayatta kalan akrabalarının hikâyelerinde geçmişini aramaya başlayan “dönme” F. Nihan Hassan’ın öyküsü elinizdeki… Büyükbabası İbrahim’in peşinden Selanik Tren İstasyonu’na, babaannesi Fahriye’nin peşinden Bağdat’taki kumaş çarşılarına, büyük teyzesi Nihan’ın peşinden İkinci Dünya Savaşı Avrupa’sına, anneannesi Sabiha’nın peşinden Pendik’teki tuhafiye dükkânına giden Nihan’la birlikte biz de, bugünün Türkiye’sinde artık 60 yaşlarında bir kadının, kendisinden sır gibi saklanan aile hikâyesini baştan yazmasına tanık oluyoruz.

Hayatta kalabilmek için inancını gizleyen Selanikli Yahudi bir ailenin gerçek hikâyesini anlatan Dönmek, dönemin mübadele ve savaşlarla geçen gündelik hayatını, saklı kalmış bir geçmişin içinden çekip çıkarıyor ve damıttıklarını alışık olmadığımız bir perspektiften sunuyor…”

Dipnotski sayfasında ise kitapla ilgili özetle şöyle deniliyor:

“Bu eser, 40 yaşında öğrendiği bir aile sırrıyla kendi kimliğini yeniden keşfetme yolculuğuna çıkan F. Nihan Hassan’ın hikâyesini anlatıyor. ‘Dönmek’, hayatta kalabilmek için inancını gizlemek zorunda kalan Selanikli Yahudi bir ailenin gerçek öyküsünü gün yüzüne çıkarıyor. Mübadele yıllarından savaş dönemine uzanan, değişen şehirlerin ve zorunlu göçlerin gölgesinde şekillenen gündelik hayat, satır aralarında beliriyor. Hassan, saklı kalmış geçmişin izlerini sabırla toplarken, hem bireysel hem de kolektif belleğe yeni bir pencere açıyor. Kitap, resmi tarihin satır aralarında kalmış hikâyeleri, alışık olmadığımız bir bakış açısıyla damıtarak sunuyor; geçmişle yüzleşmenin hem kişisel hem de toplumsal dönüşümdeki gücünü hatırlatıyor…”

 

BİR KUŞAKTAN SAKLANAN SIR… 

Bianet’te ise Ayda Özlü Çevik, şöyle yazıyor kitapla ilgili olarak: “Üniversite yıllarından bu yana arkadaşım olan N. “ailemin hikayesini yazdım, sana iletmek istiyorum” dediğinde sevindim. Yalnızca sevindim. Kitabı elime aldıktan, okumaya başladıktan sonra ise duygularım hiç de “sevinmek” kadar basit değildi.

F. Nihan Hassan’ın yazdığı “Dön-mek Selanik, İstanbul, Selanik” kitabını sizlerle paylaşmak istiyorum. Mundi Yayınlarından çıktı, 237 sayfa.

Kitap, evet bir aile hikayesi, bir asırdan uzun bir süreyi kapsıyor. Ama bu kadar basit değil, çok heyecanlı, düşünce dünyanızı zenginleştiren, duygularınızı altüst eden, sinematografik bir roman. Üç günde okudum, bitmesi yaklaşırken içimi bir hüzün kapladı, o dünyadan ayrılmak istemedim. Daha uzun olmadığı için üzüldüm. Ve okur olarak zihnimde kurgulanan film oynamaya devam ediyor.

Kitap yazarın “Babam bana niye söylemedi? Kendimi günde iki-üç kez bu soruyu sorarken buluyorum” satırlarıyla başlıyor. Ve sizi de merak ettiklerinin peşine takıyor.

Bütün dünya eve kapandığında Nihan’ın zihninde sorular dönüp duruyor.

“Sırlarını saklamaya karar vermeden önce nasıl insanlardı?...Sırları olduğunu biliyorum ama bu sırrın sırrı olduğunu bilmiyorum…

Çocukluğum Nişantaşı’nın yavanlığında geçti…yavan…yapay.. evet yapaymış yaşadığımız o hayat….”
“Şimdi pandemide soruyorum, acaba bizim kuşaktan sakladıkları sırrı 13-14 yaşında öğrenebilseydim hayatım nasıl olurdu?...

Evet, tek çarem var; onlarla birlikte yaşama isteğimi gerçek kılayım; ama bu kez artık sırlarını ve bizden, benim kuşağımdan sakladıklarını öğrenerek, bu sırrın ne olduğunu ve neden bizden sakladıklarını da konuşarak onlarla vakit geçireyim!...

Gördüm ki hayatta kalmaları bir mucize! Her anları bir mucize!...Onların sakladıklarını, o saklananlardan benim anlayabildiğim gerçeği yazmaya hakkım var mı?”

 

DİKTE EDİLEN BİR TARİH… 

“Nihan’ı uzun seyahatlere çıkaran, araştırmalara yönlendiren, iç hesaplaşmalarla baş başa bırakan bu sırrı merak etmemek özetle yazdığım bu satırlardan sonra mümkün mü? Okur, bu sırrın peşinde 1900’lü yıllardan 2023’e dek müthiş bir yolculuğa çıkıyor, Selanik, Bağdat, işgaller, savaşlar, mübadele, İstanbul, Danimarka…Nihan’ın aile fertleri, bizim roman kahramanlarımız. Onlarla tek tek müthiş bir bağ kuruyoruz. Bir tarihi gerçekliğe değinse de, bir akademisyenin kaleminden çıkan bir tarih kitabı değil bu, onun gözüyle aile tarihinin romanı.

Çok fazla ipucu vermek istemiyorum. Çok yalın, çok içten, sağlam bir dille yazılmış bu romanı okuma heyecanınızı azaltmamalıyım. Yaşadığım duygular, zihnimdeki sahneler haricinde “Dön-Mek Selanik-İstanbul-Selanik” kitabından kendim için çıkardığım en önemli ders ise şu:

“Resmi tarih hepimizin bildiği gibi bize dikte edilen tarih. Bu resmi tarihin algı operasyonlarını da yürüten, o kültürü oluşturmayı hedefleyen bir medyası her dönemde var. Ve bu medya bazen bizi gerçeği öğrenmekten alıkoymayı başarıyor. Ama bu kitap, bana izini sürmek istediğim, benim için yeni bir gerçeğin kapısını açtı.”

Benim öznel anlatımım bu kitap için yeterli olamaz diye düşündüğüm için F. Nihan Hassan’la da kitap üzerine söyleştik:

***  Bu kitap yolculuğunda, duygu ve düşünce dünyanda nasıl kırılmalar, değişimler yaşadın?
Ailem sonsuz yaşamın, cennetin peşinde koşmuş. Hayatlarını bu inanç belirlemiş. Ben onlarla ilgili yazarken ölüp toprak olmak duygusunu içime fevkalade sindirdim. Cennet vadeden dinlerle aramadaki mesafe arttı. Sık sık, yazdıklarım onları kalıcı kılmış mıdır, sonsuz yaşamı yakalamışlar mıdır diye soruyorum kendime. Belki artık yazdıklarımda yaşıyorlar.

Bir de, Sabetay’ı, 17. yüzyılda Yahudi ve Osmanlı dünyasında etkili olmuş bir devrimciyi tanıdım. Halbuki ilk okumalarımda onu meczup bir din adamı olarak görmüştüm. Sonralarda Sabetay’ı okumak bana hep Şeyh Bedrettin’i düşündürdü.

***  Senin de kayıt altına aldığın kendin için dersler var mı?

İnsanların göç etmek zorunda kalması çok acı verici. Doğduğu yerin kokusu, dokusu, tınısı insanın kalp atışlarını düzenliyor; göçünce aritmi başlıyor, bir sızıyla yaşanıyor. Artık bitsin; kimse dini, etnik kimliği, inancı nedeniyle doğduğu yerden kopmak zorunda kalmasın! Özellikle düşünceleri nedeniyle. Ama ne yazık ki bitecek gibi durmuyor. Büyükbabam gibi tedbir almak zorunda hissediyorum.

***  Ailenin sakladığı gerçeği yazmaya hakkın olduğuna nasıl karar verdin? 

Aslında karar veremedim. O etik soruyu hiçbir zaman aşamadım ve sonunda kendimi iyileştirmek için yazdığımı düşündüğüm kitabın yayımlanması gündeme gelince, herkesin ismini değiştirdim; kendiminkini de.

***  Bilinen tanınan adınla geniş bir okur kitlesine ulaşmak neden istemedin?

Esas okurum öğrencilerim ve meslektaşlarım; onlarla arama başka birşey girmesin istedim. Biraz önce değindiğim gibi, büyüklerimin sakladıklarını, devam etmekten vazgeçtikleri inançlarını, ritüellerini yazmaya hakkım var mı diye kendime hep sordum. Bu etik soruyu hiç bir zaman aşamadım. Aslında önceleri bu kitabı kendim için yazdım, belki dijital olarak arkadaşlarıma dağıtırım diye düşünüyordum. Basılacağını anladığımda, kendime isim aradım. Gerçek soyadım ailemin erkeklerinden geliyor. Anneannemin ve kız kardeşi Nihal’in soyadını ve babaannemin ismini kullanarak kadınların anısını kalıcı kılmak istedim; yazdıklarımı ailenin kadınlarına atfetmek istedim. Sadece Fahriye Hassan olabilirdi ama Nihan’ı ekledim. Nihan bildiğin gibi giz demek, bırakalım gizli kalsın!

(F. Nihan Hassan / Dönmek: Selanik - İstanbul - Selanik / Mundi - Can Yayınları / 1. Baskı / 2025 / 240 sayfa.)

sayfa-16-resm-011.jpg

Bu yazı toplam 1619 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar