BEREKET VE FELAKET
Kuraklığa alışmıştık. Artık bu ülkede çok fazla yağmur yağmayacak, bu nedenle dereler olmasa da olur düşüncesiyle dere yataklarını beton binalarla doldurduk.
Son iki yıldır göletler ve barajlarda neredeyse su kalmamıştı. Bu gölet ve barajların içi çamur doluydu. Yağmur yağdığı yıllarda çamur da birlikte geldiği için yıllar içinde havzalar çamurla doldu.
Göletlerin havzaları küçüldü. Böylece bu göletlerin tutabildiği su miktarı da azaldı. Yani 1.5 milyon m3 su tutma kapasitesi olduğu söylenen Gönyeli göleti kirlilikten bunun 1/3 hatta ¼ kadar su tutabiliyor.
Çünkü bu gölet ardı ardına yaşanan kurak yıllarda ve tam kuruduğu yaz aylarında hiç temizlenmedi.
Bu yılın ilk bereketli yağmurlarında 6 saatte dolmasının ve ardından taşmasının asıl nedeni budur. Zamanında dip temizliği yapılsa ve kapasitesi artırılsaydı bugün bu yağmur suları ne felakete neden olurdu, ne de doğrudan denize giderdi.
Yazık çok yazık. Aylardır, hatta yıllardır beklediğimiz yağmurlar nihayet geldi. Ama bereket olarak gelen bu yağmurlar, zamanında gerekli önlemleri almadığımız için felaket oldu.
Üstelik zamanında tedbir almadığımız için bu yağmur suları doğrudan denize aktı.
Zamanında tedbir alabilsek ve bu suları gölet ve barajlarda biriktirebilseydik hem yeraltı suları beslenecek, hem doğada yaşayan canlılar bu sudan faydalanacak, hem de gölet çevrelerindeki bütün ağaçlar beslenecekti.
Olmadı.
Bu yağışları kaçırdık.
Şimdi herkes kaçan yağışlara neredeyse ağlıyor.
Bu konuyu birkaç gün daha konuşacağız. Ondan sonra her zamanki gibi unutacağız.
Bu ülkenin en büyük sorunu nedir biliyor musunuz?
Bakım, onarım ve denetim eksikliği.
Hepimiz kendi arabalarımızın rutin bakımlarını günü gününe yapıyoruz. Ama iş devletin arabalarına gelince durum değişiyor. Araba stop etmeden bakan, arayan, soran olmuyor.
Otelciler her yıl turizm mevsiminin düşük olduğu aylarda kendi otellerinin bakım ve onarımını yapıyorlar.
Ama okulların tatil olduğu yaz aylarında devlet kendi okullarının bakımını yapmıyor. 6 Şubat depreminden bu yana neredeyse 3 yıl geçti. Hala okul binalarımızın depreme dayanıklılığı için güçlendirme çalışmalarını tamamlayamadık.
Hastanelerimiz için de durum aynıdır. 1974’den hemen sonra inşa edilen Lefkoşa Burhan Nalbantoğlu hastanesi neredeyse ömrünü tamamladı. Üstelik o yıllarda deprem yönetmeliği olmadığı için depreme dayanıklılığı da tartışılır.
Hükümetten hala bu konuda tıs yok. Yeni inşa edilmeye başlandığı söylenen Lefkoşa’ya 500 yataklı hastane inşaatı ise belirsizliğini koruyor.
Sadece bu konularda değil, devlet olmanın olmazsa olmaz kuralı olan denetim hemen hiç yapılmıyor.
Ne çarşı denetleniyor, ne ülkeye girişler denetleniyor, ne okullar denetleniyor, ne de hastaneler denetleniyor.
Devlet çiftçiye, hayvancıya, narenciye üreticisine, otelciye, acenteciye sübvansiyon veriyor. Ama denetim olmadığı için bu sübvansiyonların doğru kullanılıp kullanılmadığını kimse bilmiyor.
Devlet dairelerine arka kapıdan yapılan yüzlerce, binlerce istihdamın bir kısmı hiç işe gelmeden maaş alıyor, bu konu günlerdir konuşuluyor ama kimse açıklama zahmetine katlanmıyor.
İşe gidenlerin ne iş yaptıklarını da kimse denetlemiyor. Herkes devlet dairlerinde işlerin yürümediğini konuşuyor, ama bu konuda denetim yapması gereken sorumlulardan tek bir açıklama yapılmıyor.
Bu ülke böyle çürüdü. Bu ülkede her ciddi yağmurda yaşadığımız felaketin asıl nedeni ihmalkarlıktır.
Hükümet edenler zamanın da tedbir almadıkları için yaşadığımız bu felaketleri 3 gün sonra unutur ve seçim günü sandığa gittiğimizde yine aynı kişilere oy verirsek, kusura bakmayın ama kabahatin büyüğü bizdedir.
Böyle devam edemeyiz. Ya gerekli tedbirleri alacağız. Ya da böyle yaşamaya devam edeceğiz.
Nereye kadar giderse.
Bittiği yerde de oh ne güzel bitti da kurtulduk diyeceğiz.







