1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. 'Ayluga’da karma bir yaşam vardı...'
Ayluga’da karma bir yaşam vardı...

'Ayluga’da karma bir yaşam vardı...'

Ayluga doğumlu Yorgos Olimpios’la röportajımız şöyle: SORU: Sayın Yorgos Olimpios, ne zaman doğmuştunuz? YORGOS OLİMPİOS: 14 Kasım 1948’de dünyaya geldim. 63 yaşındayım... İngiltere Prensi Charles’dan bir saat sonra dünyaya gelmişim

A+A-

 

 

Ayluga doğumlu Yorgos Olimpios, hatıralarını anlatıyor... 

 

‘Ayluga’da karma bir yaşam vardı... Sünnet düğününü da hatırlarım, Ayluga kilisesinin avlusundaki panayırı da...’

 

Ayluga doğumlu Yorgos Olimpios’la röportajımız şöyle:

 

SORU: Sayın Yorgos Olimpios, ne zaman doğmuştunuz?

YORGOS OLİMPİOS: 14 Kasım 1948’de dünyaya geldim. 63 yaşındayım... İngiltere Prensi Charles’dan bir saat sonra dünyaya gelmişim! Aynı gün doğduk yani... Ayluga’da dünyaya geldim.

 

SORU: Babanızın adı neydi?

YORGOS OLİMPİOS: Babamın adı Mihalis Olimpios’tu, sandalyeciydi. 1890’larda Limbya’da dünyaya gelmişti, sandalyeciliği Leymosun’da öğrenmişti... 1920’li yıllarda Lefkoşa’ya yerleşmişti. Dükkanını Arasta Sokağı’nda açmıştı... Arasta’dan 1952-53’te ayrılmış, Arasta’nın hemen arkasında bulunan Ayios Andonis Hanı’na taşınmıştı. Şimdi bu han kapalıdır, askeri bölgededir çünkü. Ayios Andonis Hanı’nın kuzeyinde Arasta vardır... Helvacının hemen arkası, Ayios Andonis Hanı’dır... 1958-59’a kadar surlariçinde sandalyeciliğe devam etti bu handa. O yıllarda hastalandığı için vazgeçti sandalyecilikten. Annemin adı Kiriaku idi, 1915’te Agros köyünde doğmuştu, Agros bir dağ köyüydü. Sonra o da Lefkoşa’ya işlemeye gelmişti, en büyük erkek kardeşinin evinde çalışmaya gelmişti. Annemin bu en büyük abisi yani dayımın bir değirmeni vardı, kahve ve tuz üretirdi bu değirmende. Bu değirmen, Ayluga’daydı. O nedenle ben Ayluga’da dünyaya geldim.

 

SORU: Yani eviniz Ayluga’daydı...

YORGOS OLİMPİOS: Evet...

 

SORU: Ayluga nasıl bir yerdi?

YORGOS OLİMPİOS: Ayluga, karma bir bölgeydi, nüfus oranları tam olarak neydi bilmiyorum ancak o günlerden, çocukluğumdan hatırladığım, bir ev Kıbrıslıtürklerinseydi, öteki ev Kıbrıslırumlarındı. Böyle karışıktı yani nüfus. Çok fazla şey hatırlamıyorum Ayluga’dan çünkü sürekli olarak surlariçinde evden eve taşınıyorduk, kiracıydık... Aklımda kalan, evimizin çok yakınında gerçekleştirilen bir sünnet töreni var mesela... Ayluga kilisesinin avlusunda panayır yapıldığını da hatırlıyorum.

 

SORU: Çocukken mahallede Kıbrıslıtürk çocuklarla oynardınız herhalde...

YORGOS OLİMPİOS: Kıbrıslıtürk komşu çocuklarıyla oynadığımızı, daha sonraki yıllarda hatırlıyorum çünkü Ayluga’dan ayrıldığımızda sanırım 1953 yılıydı, POLİTİS gazetesinin bulunduğu Vasiliu Vulgarohtono Sokağı’na taşınmıştık. Sonra Ayios Yakovos bölgesine taşınmıştık, bu bölge şimdi kuzeydedir. Her evde birkaç ay ya da en fazla birkaç yıl kalıyorduk. Sonra da Aykasiyano’ya taşınmıştık. İki kardeştik, kardeşim 1950’de Mart ayında dünyaya gelmişti. Aramızda 15 ay vardır. Ben ilkokula Aykasiyano’da gitmiştim, birinci, ikinci ve üçüncü sınıfları Aykasiyano’da okumuştum. Sonra 1958’de İngiliz kuvvetlerinin koruması altında Aykasiyano’dan ayrılmak zorunda kalmıştık, 1958 çatışmalarından ötürü. Bu dönemden acı bir hatıram vardır. 1958’de Kaymaklı’ya taşındık, hala Kaymaklı’da yaşıyorum ben...

 

SORU: 1958’de ne olduydu?

YORGOS OLİMPİOS: 1958’de yaz aylarında, Temmuz-Ağustos aylarından hemen sonra Aykasiyano’dan Kaymaklı’ya taşınmak zorunda kaldıydık. Aykasiyano yine karma bir nüfusa sahip, karışık bir bölgeydi, Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın birarada yaşadığı bir bölgeydi. Okulun güneyinde Kıbrıslırum nüfus vardı, okul sınırdadır şimdi, askeri bölgede kaldı. Okuldan sonraki bölge karma bir nüfusa sahipti, Ayluga’ya kadar karma bir bölgeydi.

Bu dönem çok tuhaf bir dönemdi. Mesela o günlerde sabahları okula gittiğimizde, Kıbrıslıtürk çocuklarla birbirimize taş atarak dövüşürdük! Biz surların üstünde olurduk, Kıbrıslıtürk çocuklar surların altında, PEO’nun hastanesinin karşısında olurdu... Sabah böyle dövüşürdük ya, öğleden sonra ise Kıbrıslıtürk çocuklarla oynardık, komşu çocuklarla... Tuhaftı: Sabahları taş atardık, dövüşürdük, öğleden sonraları da mahallemizdeki Kıbrıslıtürk çocuklarla çok güzel oynardık. Sanki birbiriyle alakası yoktu bunların! Kesin olarak hatırladığım, komşu çocuklarla güzel güzel oynadığımız öğleden sonraları! Bölgeyi ziyaret edince size göstereceğim bu mahalleyi...

 

SORU: Bu söylediğiniz aynı zamanda Kıbrıslılar’ın kafa karışıklığını da yansıtıyor...

YORGOS OLİMPİOS: Evet, Kıbrıslılar’ın kafası biraz karışıktır.

 

SORU: Sanırım Kıbrıslılar olarak kafamız hala karışıktır... Tüm olup bitenler, belleğimizde çok fazla net değil gibi geliyor bana...

YORGOS OLİMPİOS: Devekuşunu bilirsiniz... Devekuşunun çok küçük bir beyni vardır. Avustralya’da çok yaygın bir kuştur devekuşu. Devekuşu, kafası karışınca, başını toprağa gömer... Bir arkadaşım bana “Bu kuşun halleri, Kıbrıslılar’a benzer sanki” dedi! Devekuşunun gözleri, beyninden daha büyüktür. Kuş, iki gözü vasıtasıyla pek çok bilgi topluyor fakat beyni bunu analiz etmeye yetişemiyor. Kafası karışınca, başını kuma sokuyor. Kıbrıslılar’ın bu kuştan farkı nedir? Bizim devekuşu gibi küçücük bir beynimiz yoktur, büyüktür beyinlerimiz fakat bu büyük beynimizin hepsini de kullanmıyoruz, olayları analiz etmekte!

1958’de neler olup bittiğine geçmeden önce babamdan söz etmek istiyorum. Babam ikinci Balkan Savaşı’na katılmıştı İngiliz askeri olarak. İlk Balkan savaşı, müttefiklerle Osmanlı İmparatorluğu arasındaydı, Montenegro, Bulgaristan, Yunanistan, Osmanlı İmparatorluğu... İkinci Balkan Savaşı ise Yunanistan ile Bulgaristan arasındaydı. Bir toprak paylaşım savaşıydı bu. İngiliz askeri olarak bu savaşa katılmıştı babam ve sonra da hasta olmuştu. O savaştan sonra sağlığı hep kırılgan olmuştu. 1958’den sonra da çalışmıyordu, hep evdeydi çünkü sağlığı elvermiyordu çalışmasına. Evimiz Aykasiyano okulundan birkaç yüz metre uzaktaydı. Küçük kardeşimle birlikte o gün öğleden sonra okula gidip oynamaya karar vermiştik. Oysa babam ortalık gergin olduğu için dışarıya çıkmamamızı, okula gitmememizi söylemişti bize. Onu dinlemedik ve okula gittik. Bazı Kıbrıslıtürk milliyetçilerin bölgede dolaşmaya başladığını görünce babam kaygılanmıştı ve okula gelerek bizi alıp eve götürmeye çalışıyordu. Ben 10 yaşındaydım, kardeşim 8.5 yaşındaydı. Her birimiz bir elinden tutarak okuldan eve doğru yürüyorduk... Yolun ortasında bir grup Kıbrıslıtürk vardı ve bizi takip ediyorlardı. Sonra bunlardan birisi babamın sırtına bir kakma attı, babam yere düştü, babam yere düşünce üç-beş Kıbrıslıtürk onu dövmeye, ona vurmaya başladılar. Özellikle başına başına vuruyorlardı. Sonra oradan ayrıldılar. Sonra Kıbrıslıtürk komşularımız babamın yardımına koştular. Babamı alıp ona ilkyardım uyguladılar. Onu alıp eve götürdüler, yatırdılar, bir ilkyardım kutusu getirip yaralarının ilk tedavisini yaptılar... Annem o günlerde Kaymaklı’daki Laikon kahve fabrikasında çalışıyordu, eminim bir şekilde annemi aradılar, onu durumdan haberdar ettiler bu Kıbrıslıtürk komşular. Annem de bir araba bulup babamı hastaneye götürmeye geldi.

Babam hastanede yatırken, İngiliz askerler gelip bir kamyon getirdiler ve onların koruması altında evimizdeki eşyaları alıp Kaymaklı’da bir eve taşıdık.

Böylece çocukluğumda, Kıbrıslıtürkler’den gelen çok farklı iki davranışla karşı karşıya kalmıştım kısacık bir süre içerisinde: Bazı Kıbrıslıtürkler babama saldırıp onu dövmüşlerdi, bu saldırılarının herhangi bir nedeni da yoktu, babamın yaratmış olduğu herhangi bir gerekçe yoktu bunu hakedecek. Ancak öte yandan başka bazı Kıbrıslıtürkler de, komşularımız yani, hemen babamın yardımına koşmuşlar, ona ilkyardım yapmışlar ve hastaneye götürülmesi için yardımcı olmaya çalışmışlardı.

Kaymaklı’ya taşınınca, ilkokul dördüncü, beşinci ve altıncı sınıfı Kaymaklı’daki ilkokulda okumuştum... 1961’de Pancyprian Gymnasium’a (ortaokul) kayıt olmuştum, bu ortaokul Başpiskobosluğun karşısındaydı. Bu okula bağlı çeşitli binalar vardı farklı yerlerde. Bunlardan biri de Junior School of Aykasiyanos idi. Birinci ve ikinci sınıfları orada okudum ben, şimdi bu okul yıkıntılar içerisindedir, burayı da görebiliriz kuzeyden çünkü güneyden görünmüyor bu okul.

Hayatımdaki bir diğer çok önemli olay da okul kantininde gece vakti çıkarılan bir yangındı. Bir sabah okula gittiğimde, okulun bahçesinde çok sayıda insanla karşılaştım, aralarında polisler de vardı. Bana “Türkler geceleyin gelip okulu yakmaya çalıştılar” demişlerdi. Okul kantinin duvarı islenmişti ama herhangi bir şey yanmamıştı. “Bu işin arkasında Kıbrıslıtürkler’in olduğunu nereden anladınız?” diye sormuştum.

“Çok belirgin bir şey bu” demişlerdi. Yerde Türk malı bir sigara kutusu bulunmuştu – üç tane da sigara söndürülmüştü orada.

Bunu sorgulamak için ortada bir neden yoktu ancak bu benim belleğimde çok tuhaf bir olay olarak kalmıştı. O günlerde “Bir pencereye biraz benzin döküp da bunu ateşe vermek için gereken zaman içinde üç tane sigara içmek mi gerekirdi?” diye düşünmüştüm. Bu benim için tuhaftı... Ve bir de orada iz bırakmak!

Birkaç yıl önce, birisi vefat etmişti... Kilisedeki cenaze töreninden sonra kahvelerin içilmesi için pek çok arkadaş, bir araya gelmiştik. Ve birbirimize Kıbrıslılar olarak ne kadar ahmak olduğumuzu, ne çok hata yapmış olduğumuzu falan anlatmaya başlamıştık. Pek az konuşan birisi vardı aramızda, haftada belki toplam 10 dakika ya konuşur, ya konuşmaz bu şahıs... O da sohbete katılarak, okuldaki o yangını birisinin emri üzerine çıkarmaya çalıştığını anlattı bize! Ve böylece bu iş de açıklığa kavuşmuş oluyordu. Düşünün, 1963’ün üzerinden kaç yıl geçti, ancak birkaç yıl önce öğrenebildik gerçek hikayeyi... Yarım asır geçtikten sonra!

Çok önemli bir başka şeye daha işaret etmek istiyorum: Bizim tarafımızdaki öğrenciler, basit gerekçelerle okulu kırmayı, sokağa dökülmeyi falan severler... Bu, 1964’te başlatılmıştı – Markos Dragos’un heykelinin bombalanmasından sonra bu başlatılmıştı. Şimdi artık Markos Dragos heykeline kimin bomba koymuş olduğunu biliyoruz. Yorgacis’in emirleri doğrultusunda Markos Dragos heykeli bombalanmıştı. Bu tarafta da biliyoruz ki benzer bir şahsiyet vardı – adını söylememiz gerekmez ama her ikisi de aynı amaca hizmet ediyordu. Eğitim görmüş insanların ortada hiçbir neden olmaksızın sokaklara dökülerek, öteki topluma karşı hareketler yapmaya sevkedilmeleri bir trajedidir. Bayraktar minaresinin bombalanması da benzer bir hareket yaratmıştı, bu da bir provokasyondu...

 

SORU: Bayraktar camisinin bombalanması, iki gazetecinin hayatına maloldu...

Çünkü bu bombalama olayının bazı Kıbrıslırumlar tarafından tezgahlanmadığını biliyorlardı ve bunu açıklamaya hazırlanıyorlardı... Ayhan Hikmet ve Ahmet Muzaffer Gürkan bu yüzden öldürüldü...

YORGOS OLİMPİOS: İşte bu Kıbrıs’ın acı tarihidir, acı hikayesidir... Her neyse, ertesi yıl Aykasiyano’daki okuldan ayrılıp Neapoli’deki (Yenişehir-Kızılbaş) liseye gitmiştim.

 

SORU: Bahsettiğiniz okul, benim de okulumdu 1974’ten sonra, Türk Maarif Koleji’nin Yenişehir’deki (Neapolis) şimdiki binası...

YORGOS OLİMPİOS: Orta üçü orada okudum ben, 1963’te, Aralık’tan sonra bu okula gidiyordum... Çatışmalar nedeniyle bölge kapanmıştı, Kaymaklı’yı kastediyorum. Ve Kaymaklı Sampson tarafından tırnak içinde kurtarılmıştı! Tırnak içinde kurtarıldı diyorum...

Bu dönemde başımdan geçen ilginç bir olayı anlatayım. Sınıf arkadaşlarımdan birisi, bu dönemde bir şey yaptı, okullar tatil edilmeden önceydi,  1964 yılıydı. Bu sınıf arkadaşımız sınıfa bir tabanca getirdi. Bir oyuncak taşırmış gibi getirmişti sınıfa silahı ama bu gerçek bir tabancaydı.

 

SORU: Belki babasının mıydı bu tabanca?

YORGOS OLİMPİOS: Hayır, babasının değildi. Babası emekçi bir insandı, çalıştığı yeri de biliyorum... Eminim ki adamın bu tabancayla alakası yoktu... O dönemde bu gençler için tabanca bulmak kolaydı...

Bu sınıf arkadaşımın oturduğu masanın etrafında tüm sınıf toplanmıştık...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 1646 defa okunmuştur