1. YAZARLAR

  2. Niyazi Kızılyürek

  3. Aşırı Sağın Söylemi Düşmanlığı Körüklüyor
Niyazi Kızılyürek

Niyazi Kızılyürek

Aşırı Sağın Söylemi Düşmanlığı Körüklüyor

A+A-

Dünyada ve AB ülkelerinde aşırı sağın yükselişte olduğu bir vakadır. Bu olgunun nedenlerine dair çok şey söylenebilir. Örneğin son otuz yıldan beri neo-liberal globalleşmenin yarattığı olumsuz sonuçlar, toplumların milliyetçiliğe yönelmelerinde oldukça etkili bir faktör olmuştur.

İşsizlik, eşitizlik, güvencesizlik ve yarına dair büyüyen endişeler, yanıltıcı bir terapi olarak milliyetçiliğe ve ulus-devlete sarılmaya yol açıyor.

Mülteci ve göçmen hareketlerinin yaygınlık kazanması, toplumların giderek daha büyük oranda mozaik nüfus yapıları edinmesi ve aşina alanların değişime uğraması gibi sorunlar da “milli kimliği” korumak gibi milliyetçi refleksleri ve hassasiyetleri beraberinde getiriyor.

Aşırı sağ, bu durumu yaratan neo-liberal globalleşmeye karşı çıkmıyor. Ekonomik sömürüye karşı eşitliği ve toplumsal adaleti savunmuyor. Sadece, ülkelerin değişen nüfus yapısından hareketle, “milli kimliğin”, “kültürün” ve “milli egemenliğin” tehlikede olduğunu ve korunması gerektiğini ileri sürüyor ki, bu oldukça tehlikeli bir retoriktir.  

Aşırı sağ demokratik ulus anlayışından uzaklaşarak özcü bir ulus anlayışına yöneliyor ve bu yaklaşımıyla da demokrasiye ve çoğulcu topluma karşı tehdit oluşturuyor.

Bu anlayışa göre, ulus homojen ve organik bir bütünlük arz etmelidir. Ortak tarih ve ortak kültüre dayandırılan bu ulus anlayışında ulus en yüce değer olarak görülüyor.

Ulus ve halk özdeş, bir ve tek sayılıyor, öyle olması isteniyor. Bir ülkede nüfusun parçası olup farklı bir kültürel geleneğe bağlı olanlar, o ulustan değil, “yabancı” sayılıyolar. Hatta vatandaş olsalar bile aşırı sağ onlara “yabancı” gözüyle bakıyor.

Bu ulus anlayışına göre, sadece kültürel gelenek bakımından yabancı sayılmıyor. Solcular, demokratlar, eşicinseller de “gerçek” halkın parçası sayılmazlar.

Ulus “gerçek halk” (yerli ve milli) olarak anlaşılınca, mutlaka içeride ve dışarıda düşmanları olur/olmalıdır. Nazilerin ünlü hukukçusu Carl Schmitt’in vurguladığı gibi, “düşman” şarttır çünkü siyaseti belirleyen “Dost-Düşman” ayırımıdır. Dışa karşı korku salmak, içte de homojen bir yapı oluşturmak mu mantığın doğal uzantısıdır.

İçerideki düşmanların başında solcular gelir. Solcuların enternasyonalist olanlarına “vatansız sefiller” kulpu takılır. Eşcinseller, mutlaka “erkek” olan “gerçek ulusun” geleneklerine karşı bir tehdit unsuru olarak gösterilir. Çoğulculuğu benimseyen demokratlar da aşırı sağın hedef tahtası olurlar, çünkü “makbul vatandaş” sayılmazlar.

Ulusun varlığı ve birliği (beka sorunu) sürekli olarak tehdit altında olduğu ileri sürülür. Örneğin 19. yüzyılda Yahudiler ulusun birliği için tehdit olarak gösteriliyordu. Milliyetçiliğin yarattığı modern antisemitizm, insanlık tarihinin en korkunç felaketlerinden birine, Holocost’a yol açmış olmasına rağmen, günümüzde daha az yoğunlukta olsa da, devam ediyor.

Batılı toplumlarda dünün antisemetizminin yerini bugün islamofobi aldı. Aşırı sağ, Avrupa ülkelerinin “İslamlaşma tehlikesi” altında olduğu iddiasını retoriğinin ayrılmaz bir parçası haline getirdi.

Bu söylemler masum bir popülizm değil, düşmanlığı ve şiddeti körükleyen söylemlerdir. Norveç’te eline tüfeğini alıp 80’den fazla yurttaşını (yabancıyı değil) katleden aşırı sağcı terörist, bu korkunç cinayetleri Avrupa’nın “İslamlaşmasını engellemek” için yaptığını söylediği unutmamalı.

Aşırı sağın söyleminde, dışlamaya, asimilasyona, etnik temizliğe ve soykırımlara yola açan milliyetçilik tehlikeli bir ideoloji değil, “ulusun temel dayanağı” olarak görülür.

Aşırı sağın bir diğer özelliği de komplo teorilerine baş vurmasıdır. Birileri mutlaka “ulusa” kötülük yapmak için durmadan bir şeyler karıştırmaktadırlar. Ulusun etrafı adeta “düşmanlarla” çevrilmiştir ve buna karşı teyakkuzda olunmalıdır.

Yukarıda yazılanlardan da anlaşılacağı gibi, Avrupa Birliği’nin değerleri aşırı sağın değerlerinin tam zıddıdır. AB, globalleşmenin merkezinde yer alan bir oluşumdur. Çoğulculuk, çok-kültürlülük, farklılık içinde birlik ve egemenlik paylaşımı gibi ilkeleri benimsemektedir.

Aşırı sağ bütün bu değerlere karşı çıkıyor ve oklarını AB’nin varlığına ve Avrupa demokrasilerine yönlendiriyor.

Kıbrıs’ta yükselişte olan ELAM’ın söylemleri, aşırı sağın diğer Avrupa ülkelerindeki söylem ve taktiklerine genel olarak benzemektedir. Fakat ELAM’ın ayrıca beslendiği başka bir damar daha vardır ve o da Kıbrıs Sorunudur.

Kıbrıs Sorununu sadece bir işgal sorunu olarak gösteren resmi görüş, ELAM’ın işini kolaylaştırmaktadır. Bu söylem, Kıbrıs’ta Helen milliyetçiliğinin Enosis ısrarıyla yarattığı tahribatı, Yunan Cuntasının yaptıklarını kamufle ettiği için, ELAM kendisini övünerek Helen milliyetçisi olarak adlandırabiliyor.

Kıbrıs’ın çok-kültürlü bir yapıya sahip olduğu, Kıbrıs devletinin de iki-toplumluluk esasına dayandığı anlatılmadığından, ELAM Kıbrıslı Türklerin “azınlık” olduğunu söyleyerek olguları çarpıtıyor.

Son olarak, Kıbrıs’ın yakın tarihi eleştirel bir süzgeçten geçirilmediği için, yani, geçmişin yanlışlar ve hataları, Kıbrıslı Türklerin mağduriyeti konuşulmadığı için, ELAM kendini “mağdurun yurtsever sesi” olarak lanse edebilmektedir...  

Bu yazı toplam 1164 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar