Acılarla yüklü Sabiha Hikmet, şiddete karşı direnişin sembolüydü…
Kıbrıs, bir güzel evladını kaybetti… Sabiha Hikmet, 20 Ocak 2025’te, 85 yaşında hayata gözlerini yumdu… Geride evlatları Hıfsiye ve Emin Hikmet ile torunlarını bıraktı… Bize yaşamış olduğu acıları, şiddet karşısında direnişini bıraktı…
Sabiha Hikmet, Kıbrıs’ta “kendi tarafının hışmına uğrayan” ve tüm tacizlere karşın direnmeye devam eden insanların sembolü gibiydi… Ayhan Hikmet’le evlendiğinde genç bir kadındı – Ayhan Hikmet, Ahmet Muzaffer Gürkan’la birlikte Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaşatılması ve adadaki iki ana toplum ve diğer toplumlar arasında barış ve huzurun hakim olması maksadıyla yayımlamakta oldukları “Cumhuriyet” gazetesinde çetin bir mücadele vermekteydi… Bayraktar Camisi bombalandığında, Cumhuriyet gazetesi, bir sonraki yayınında (haftalık yayımlanmaktaydı Cumhuriyet gazetesi ama günlük gazeteye geçiş için yoğun bir hazırlıkları vardı), bu provokasyonu tezgahlayanları açıklayacaklarını, kimliklerini deşifre edeceklerini ifade etti… Kıbrıslıtürkler’in “yeraltı teşkilatı” buna hiç tahammül edemedi – zaten yazdıklarından ötürü, Ayhan Hikmet de, Ahmet Muzaffer Gürkan da dönemin liderliğinin sözcüsü konumundaki “NACAK” gazetesinin hedefindeydi… Nitekim, Bayraktar Camisi’nin bombalanmasına dair provokasyonu kimlerin tezgahladığını açıklayamadan, 23 Nisan 1962 gecesi her ikisi de öldürüldüler. Ayhan Hikmet evinde, yatağında eşi Sabiha Hikmet’in yanında uyurken öldürüldü. Evlatları onu kanlar içinde gördü… Kızı Hıfsiye henüz 4 yaşındaydı ama herşeyi çok iyi hatırladığını anlatacaktı bana 2005 yılında yaptığımız ve bu sayfalarda yayımlanan “Milliyetçiliğin Öksüz Bıraktıkları” yazı dizimizde… Ayhan Hikmet’in oğlu Emin ise henüz iki yaşındaydı…
Aynı akşam, Ahmet Muzaffer Gürkan da “yeraltı teşkilatı”nın kurşunlarına hedef olacak ve öldürülecekti… Böylece “Cumhuriyet” gazetesi susturulacaktı…
Ama sonrasında da durmadı tacizler: Bu kez de Sabiha Hikmet’in üstüne çullandılar ve onu taciz etmeye başlamışlardı… O da çareyi güneye sığınmakta bulmuştu. RİK’te (Kıbrıs Radyo Yayın Korporasyonu) haber spikeri olarak çalışıyordu. Ama “Teşkilat”ın tacizleri orada da devam etti, hatta onu zehirlemeye bile çalıştılar. Hayatını cehenneme çevirdiler… Karabuba’daki evine bir daha dönemedi, Lefkoşa’nın güneyindeki evinde kapılarda onlarca kilit vardı – korkusundan bu şekilde yaşamak zorunda bırakılmıştı çünkü kocası yanıbaşında öldürülmüştü…
Sabiha Hikmet, evimize çok gelirdi, ben küçüktüm ve onu da, Hıfsiye'yi de hayal meyal hatırlarım... Çünkü evimizin bitişiğinde kiradaki diğer evimizde kalanlar yakın akrabalarıydı... Kemal bey sanırım Sabiha hanımın kardeşiydi... Kıbrıs'ın güneyine kaçmak zorunda bırakılmadan önce, Hıfsiye'yle bahçede oynardık...
Sonraları bir Kıbrıslırum’la evlendi Sabiha Hanım ve hayatını hep Lefkoşa’nın güneyinde sürdürdü…
21 Nisan 2006’da ise Sabiha Hikmet’i, Lefkoşa’nın güneyindeki evinde ziyaret ettiydim ve oğlu Emin Hikmet, birlikte bir fotoğrafımızı çektiydi… Bu fotoğrafı da bu sayfada paylaşıyorum… O gün oturup konuştuyduk ve bana yaşadıklarını anlattıydı…
Nurlar içinde yat sevgili Sabiha Hikmet… Sen bir direniş sembolüydün… Şimdi rahat uyu… Çok güzel evlatlar yetiştirdin… Onlar da hiç şaşmadan barış için tüm güçleriyle mücadelelerini sürdürüyorlar… Onu 20 Ocak 2025’te kaybettik... Nurlar içinde yatsın... Çok değerli arkadaşlarım Natalia Hıfsiye Simillidu ve Emin Hikmet'in acılarını paylaşıyorum...
Yılar önce Ayhan Hikmet’in kızı Hıfsiye Hikmet’le yaptığım röportajda, bu ailenin trajik öyküsünü anlatmıştı bana… Hıfsiye, ilk kez konuşuyordu… Bu röportajı şu link’ten okuyabilirsiniz:
Sabiha Hikmet'le evinde, 21 Nisan 2006'da...
“Bir kadının sessiz direnişi…”
Arda ARIKAN
Bugün, 20 Ocak 2025: Çok derin bir kaybın izlerini taşıyan bir gün oldu… Her şeyin sıradan gittiği bir sabah, bir haber gelip yaşamın akışını kesiyor; önce, Kıbrıs Türk basın tarihinde önemli bir yer edinmiş olan gazeteci Perihan Aziz’in ölümün öğrendim… Daha ne olduğunu anlamadan, bir başka kötü haber daha geldi... Facebook’ta gezinirken, Sevgül Uludağ’ın paylaştığı bir gönderi dikkatimi çekti… Gönderiyi açtığımda, içimde bir boşluk oluşuyor; fotoğrafın üstündeki yazıyı okudukça, şoktan biraz daha derinleşiyorum...
Ve işte o an anlıyorum, paylaşılan fotoğraftaki kişi, adadaki zor zamanlarında derin izler bırakmış Sabiha Hikmet… 1962’de öldürülen Cumhuriyet gazetesi sahibi avukat Ayhan Hikmet’in eşi, Natali/Hıfsiye ve Emin’in annesi, bir dönemin hüzünlü kahramanı... Sevgül Uludağ, Sabiha Hanımın yaşadığı o korkunç zamanlarını anlatıyor; korkularını, yaşadığı travmaları… Ve bir cümle var ki, içimdeki tüm acıyı daha da derinleştiriyor: “Sabiha Hikmet’i bugün kaybettik… Nurlar içinde yatsın…”
Sabiha Hikmet, sadece bir kadın değil, Kıbrıs’ın acılarla dolu geçmişinin simgelerinden biriydi... 1962’de, eşi Ayhan’la birlikte uyurken, evlerine maskeli kişilerin girip Ayhan Hikmet’i katlettiği o korkunç gece, onun hayatını sonsuza kadar değiştirdi... Yaşadığı travmalar, Güney’e göç ettirilmesi, yıllarca süren tacizler… Tüm bunlar, Sabiha Hanımı bir direniş figürüne dönüştürdü... Kıbrıs’ın yaralı geçmişinde, bir kadının gözlerinden süzülen hüzün ve direnişin birleşimiydi...
Bu kayıp, yalnızca Sabiha Hanım’ın çocukları Natali ve Emin için değil, tüm barışseverler için büyük bir kayıp... Bir diğer büyük kaybımız ise; çoğu kişinin bu kadını bilmemesi, tanımaması... Natali/Hıfsiye’nin yaşadığı acıları, onun barış için verdiği mücadelesini daha önce yazmıştım ve Yenidüzen’de yayımlanmıştı; bir yandan babasını kaybetmenin, diğer yandan toplumunun acımasızlığına maruz kalmanın derin izlerini taşır... Ama aynı zamanda, bu ağır yükle bile, insanlık için barışa olan inancını asla kaybetmedi... Tıpkı kızı gibi, Sabiha Hikmet de yaşamının her anında bir direnişi, bir barış mücadelesini simgeliyordu...
Bugün, sevdiklerinin ve bu topraklarda barış isteyen herkesin yüreği, Sabiha Hikmet’le birlikte bir kez daha acı içinde kırılıyor...
Umarım, 63 yıllık hasreti sona ermiş ve sevdiğine kavuşmuştur...
*** KIBRIS’TA GEÇMİŞLE YÜZLEŞME VE GELECEĞE HAZIRLIK İÇİN ÇALIŞMALAR SÜRÜYOR…
“Barış eğitimi ve tarih eğitimi metodlarında değişiklikler…”
Ulus Irkad
Bundan iki ay önce Mağusa’nın içindeki Eziç Restorant’ta, Tarihsel Diyalog ve Araştırma Derneği’nin bir kursuna katılmıştım. Geçtiğimiz Cumartesi günü Ledra Palace karşısındaki Dayanışma Evi’nde de devamı olan İkinci Etabı’na katıldım. Sabahki bölümde, İngilizce dilini tercih eden gruplar için üç istasyonda workshoplar (atölye çalışmaları) oldu. Ben mor grupta olduğum için öncelikle Tarihsel Diyalog ve Araştırma Derneği’ndeki kursa katıldım. Yaklaşık 31 yıl önce, 1994 yılında Ledra Palace Otel’inde düzenlenen ilk kursu hatırlıyorum. Orada katılan Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürklerin çoğunluğu şimdiki gibi öğretmenlerdi. Yalnız 31 yılda metod ve çalışmalarda bayağı değişiklikler gördüm. 31 yıl önce bir liderin kontrolünde toplanan gruplar (Facilitator) şu anda kursu düzenleyen eğiticilerden oluşuyordu.
GÖZLEMLEDİĞİM KADARIYLA 1994 YILINDAN İTİBAREN BAZI DEĞİŞİKLİKLER
1994 yılında yüzleşme, ısınma gibi teknik veya oyunlar varken şimdi bunlar kişilere indirgendiğinde yüzleşme veya ısınma teknikleri kartlarla oluyordu. Kartlar burada araç olarak kullanılıyordu. Bu arada mesela büyük bir kağıda yazılan bir kelime hakkında düşünme ve tartışma olması istenirken, mesela gene verilen bir ana kelime yerine katılımcıların resim çizmeleri isteniyordu. Çeşitli konular üzerinde resim çizimleri istenirken, gene “savaş” veya “itilaf” gibi kelimeler için de resimler çizilmesi isteniyordu. Katılımcılar neyi kafalarında oluşturuyorlarsa onu çiziyorlardı. Katılımcıların bir eşle eşleşip biyografilerini onlara anlatmaları ve gene eş değiştirip değişik eşlerin diğer grup üyelerinden birine hayatlarını anlatmaları isteniyordu ki bu da grupların birbirlerine ısınmalarını sağlıyordu. Mesela “Dayanışma” deniyor, katılımcılar kafalarında ne oluşturuyorlarsa, kağıtlarında da onu çizip grup liderine ve gruba onu anlatıyorlardı.
İKİNCİ İSTASYON
İkinci İstasyon Ledra Palace oluyordu. Ledra Palace’ta bu istasyonda çok kültürlü bir aile üyesi bir Kıbrıslıtürk, bir videoda bizlere kendisini, yaşadığı yılları ve ortamı, bu arada ailesinin ne düşündüğünü, nasıl bir eğitim aldığını ve ailesi içinde de hangi dilleri konuşup o dönemdeki şartları, yaşadığı yıllardaki zorlukları anlattı. 1963 sonrası enklavlara kapanan Kıbrıslıtürklerin yaşadığı şartlar oldukça zordu. Anlatan kişi İngiltere’de tanınan edebiyatçı-şair Alev Adil’di ve babası Kıbrıslıtürk annesi de bir İngilizdi. Aile içinde de birkaç dil konuşulmaktaydı. Alev Adil Hanım’dan sonra bir Kıbrıslı Maronit, yaşadığı köyü, ailesi içinde Rumca ve “Sana Arapçası” adlı bir dili konuştuklarını, Maronitlerin karşılaştıkları sorunları ve zorlukları anlattı. Kıbrıs’ta çok kültürlü bir yaşamın olduğu bu videolarla katılımcılara anlatıldı.
ÜÇÜNCÜ İSTASYON
Üçüncü İstasyon’da yerlerde birçok resim veya fotoğraf bulunuyordu. “Bunlardan sizin hayatınızla ilgili olanı alıp konuşun” dendi ve herkes kendisiyle ilgili bir fotoğraf seçip hayatında travma veya kendisine etki yapan, kendisindeki bu resmin çağrıştırdığı bir olayı gruptaki arkadaşlarına anlattı. Daha sonra her grup büyük bir kağıt üzerine bu kurs sonunda neler hissettiğini, kursun etkilerini ve düşüncelerini yazdı.
SONUÇ
Yaklaşık 31 yıl önce, 1994 yılında gördüğüm “Barış Eğitimi” ve tarih dersleri veya metodları, değişen dünyaya ve teknolojiye bağlı olarak büyük değişimlere uğradı. Metodlarda büyük değişimler oldu. Temelde değişmeyen amacımız elbette eğitim ve elbette barışa uzlaşmaya varmak ve zıt kutuplar arasında ortak özellikler bulup bunların işbirliği içinde barış ve çözüme ulaşmalarıydı. 18 Ocak 2025 Cumartesi günkü kursa emeği geçen tüm ilgili eğitmen arkadaşları kutlar onlara gelecekte de başarılar dilerim.
1995’ten tarihi bir fotoğraf…
Ulus Irkad, bu fotoğrafla ilgili şöyle yazıyor:
“Yıl 1995-Fulbright'ın bir davetiyle Pareklişa İlkokulu'nda (Limasol'a yakın) bir günlüğüne sınıf öğretmeni oldum (Birkaç Kıbrıslıtürk meslektaş ile birlikteydik ama onlar başka sınıflara geçtiler.) Kıbrıslırum öğrenciler, önce benden korktular, "Türk öğretmen geldi sınıfımıza" diye. Günün sonunda, artık samimiyet ve sevgi aramızda o kadar gelişti ki, onlara ders (Bilgisayar dersi) verdikten sonra ayrılacağım öğlene doğru onlara "Sabahtan beri sizlere öğretmenlik yaptım. Artık ayrılıyorum" dediğimde ağlamaya başladılar. Ve böyle ayrılmamam için bana sarılarak bu fotoğrafı çektirdik. Ayrılacağım için ağlayanlar ve benimle bu fotoğrafı çektirdikleri için de gülenler vardı. Yıl 1995. Yer Limasol'a yakın Pareklişa İlkokulu. Sınıf öğretmenleri Eski Kıbrıslırum Eğitim Bakanı (DİSİ) Kostas Hamgavuris...”