
ZULÜM FOTOĞRAFLARI!..
Çalışmalarını modern sanatın çok yönlü eleştirisine yoğunlaştıran Stephen F. Eisenman 2007 yılında “Ebu Graib Etkisi” adlı bir kitap yayınlar. Sanatın öyküsü içinde batı sanatındaki şiddetin kökenlerine inilerek, Ebu Graib cezaevinde çağdışı m
Çalışmalarını modern sanatın çok yönlü eleştirisine yoğunlaştıran Stephen F. Eisenman 2007 yılında “Ebu Graib Etkisi” adlı bir kitap yayınlar. Sanatın öyküsü içinde batı sanatındaki şiddetin kökenlerine inilerek, Ebu Graib cezaevinde çağdışı muamelelerle, tutuklu bulunan bir avuç insanın fotoğraflarının acınası ve insanlık dışı durumları yansımıştı. Bu hafta neden böyle bir konu seçtim? Çünkü benim amacım sanat tarihini sorgulamak. Aslında bunu “toplumların gelişimi doğrultusunda değişen her sürecin sanat yaratılarına/üretime nasıl yansıdığını” bilmek gerekliliğinin verdiği bir sorumluluk olarak da görebiliriz. “Ben sanattan anlamam” cümlesine ironik tavrım, “ben de siyasetten anlamam ki!” ile karşılık vermek olmuştur. Sonuç olarak aynı dünya içinde nefes alıp, nimetlerinden, verdiklerinden fazlasıyla “rahatça” ve de huzurlu bir ortamda yararlanıyorsanız, mücadele edilmesi gereken esaslara karşı üç maymun olma lüksünüz yoktur! Kendinizden kilometrelerce ötede “ötekileştirilen” her insana salonunuzun televizyonundan “seyirci kalma” tercihini kullanabilirsiniz. Sanat evrende olup bitene karşı seyirci kalmaktansa her olayı, olguyu, zamanı ve coğrafyayı fiilen yaşar, daha doğrusu yapıta dönüştürür.
Ebu Graib hapishanesindeki işkence fotoğrafları, “bellekte saklanan bir miras”ın (pathos formula) ürünü olarak görülebilir. Böylesi davranışlar yasadışıdır. En şiddetli şekilde de uluslararası hukukun öngörüsüyle cezalandırılmalıdır. Konuyla ilgili olarak 26 Haziran 1987’de yürürlüğe giren “Aralık 1984” tarihli Birleşmiş Milletler İşkence Karşıtı Sözleşmesi’nden kısa bir bölümü konunun önemi doğrultusunda aktarmak istiyorum:
“Bu sözleşmede ‘işkence’ sözcüğüyle fiziksel/ruhsal anlamda şiddetli acı ve ıstıraba yol açan, acı çektirilen kişiden kendisi yahut üçüncü bir kişinin işlemiş olduğu/işlemiş olduğundan şüphelenilen bir suç nedeniyle kişiyi cezalandırmak, kendisini/üçüncü bir kişiyi korkutarak sindirmek amaçlarıyla bir devlet yetkilisi/resmi bir yetkisi olan herhangi biri tarafından veya bir devlet yetkilisinin teşviki/izni/bilgisi dâhilinde yapılan her türlü eylem kastedilir. Savaş hali, iç politikadaki karışıklık veya herhangi bir başka olağanüstü durum işkenceyi haklı gösterecek nedenler olarak kabul edilemez. Hiçbir siyasi parti bir insanı işkence görme tehlikesi bulunan bir başka ülkeye süremez/teslim edemez.”
Ebu Graib fotoğrafları Birleşmiş Milletler İşkence Karşıtı sözleşmesinin ihlali konusunda bir gerçektir. Fotoğrafların basında yaygınlaşması, ne yazık ki o dönem içinde, çok fazla tepki uyandırmadı. Hatta Eisenman kitabında “Bu kadar çok Amerikalı işkenceyi kanıksamış olabilir mi?” diye bir soru sorarak gerçeğin görünür kılınması gerekliliğinin altını çizer. “Nasıl?” bir önem taşıdıklarını belirleyebilmek için de, bu fotoğrafların uzun bir imgeler tarihinin içindeki yerleriyle anlamak gerekliliğini vurgular. Şimdi, sanat yapıtı olarak mı algılanmalılardır? sorusunun zihinlerinizde oluştuğunun farkındayım. Bu kesinlikle söz konusu bile değildir! Sanatın “tarz” olarak adlandırdığımız özel oluş ve davranış biçimi anlamına sahip olsalar da “sanat yapıtı” olarak ele alınmaları mümkün değildir. Ama bu sanatın öyküsü içinde farklı dönem ve coğrafyalara ait yapıt örnekleriyle karşılaştırılması için engel de değildir. Unutmayalım ki sanat yapıtları, imgelerden oluşur. Tasavvur, görüş ve tasvirin kendi tarihleri vardır. Anımsanması ve anımsatılması gerekliliği insanlık görevidir. Böylesi zulüm fotoğraflarında yüreğinizdeki sızıyı elinizle tutarak bastırmaya çalışırken ve insani değerlerin dünya üzerindeki değişimini usunuzda hesaba vurmuşken “kim dinler imgeleri?” diye de sorma hakkınızın olduğunu söylemeliyim.
Fotoğraflarda sıkça rastlanan işkence, özellikle de cinsel işkence ve tacize dayanan korkunç zulmün batı kökenindeki simgelerine ulaşmak için, imgelere çok ihtiyacımız var. Eisenman’ın da belirttiği gibi Ebu Graib fotoğraflarını yorumlamak ve etkilerini karşılayabilmek için sanat tarihinden örneklere ve araçlara ihtiyaç duyuyoruz. Ebu Graib fotoğraflarına bakınca Stephen F. Eisenman, işkence gören Müslüman kadın ve erkeklerde Antik Çağda, Rönesans ve Barok dönemde krallar, din adamları ve aristokratlar için yapılan heykel ve tablolar arasında çarpıcı benzerlikler saptadı. Ve daha sonra birçok sanat eleştirmeni ve sanat tarihçisi yazarın bu fikrini destekleyen ve örtüştüren örnekler vermeye başladılar.
Modern, savaş karşıtı sanattan ve sanatçılarından izler olduğu kanısı giderek güçlendi:
Francisco Goya “Goya’nın Engizisyon Albümü’nden (1810–14), “Bir suçlunun tutuklanması ona işkence yapılmasını gerektirmez (1810–14)”, Pablo Picasso, Ben Shahn “İşte Nazi Vahşeti (1942)”, Leon Golub, Steve-Janna Brower, Robert Mapplethorpe “Dominick ve Eliot (1979)” gibi sanatçılar ve yapıtları…
Son söz: Hiç düşündünüz mü? Dünyada ne kadar çok acı ve çıkmaz leke var!
(Hatırlatma amacıyla kısa bir not düşüyorum: Barack Obama göreve geldiğinin ikinci gününde (2009) ABD yönetiminin sorgulamalar konusundaki resmi görüşünü değiştirme kararı almıştı.
Ve sonuç olarak da 16 Nisan 2009 günü “işkence” dosyalarının gizliliğinin üzeri çizilerek ABD ve dünya basınına açıklanacağı duyuruldu. Ve açıklamalara yenileri ardı arkasına eklendi.
Zamanında Amerika’nın sözde “teröre karşı savaşta” Irak’ta tutsak bulunanlara işkence etme hakkı olduğunu savunan muhtıra bile çıkarılmıştır.
İşkence meşrulaştırılamaz!
Sanatın baktığı pencereyi bulabilsek; neler görebileceğimizin bilincini daha iyi kavrayabileceğiz.
Ebu Graib hapishanesinde çekilen fotoğrafları gören pek çok batılı eleştirmen ve sanat tarihçisi oldukça tanıdık gelen rahatsız edici bir şey gördü.
Farkına vardı.
Ne yazık ki ve fakat adlandıramadı.
Yazımın ilk yayınlanış tarihi, Nisan 2009 YENİDÜZEN, Sanat Eki’ndedir. )

















