Yüreklerimize dokunan gerçek öyküler aracılığıyla bir barış kültürü yeşertmeye çalışmak...
Birgül Kılıç Yıldırım’la birlikte, Latça Üçüncü İlkokulu öğrencilerine, hayatının Antreas Efstathiu tarafından nasıl kurtarıldığını anlattık... İlkokul öğrencilerinin büyük ilgi gösterdiği etkinlik, 8 Mayıs 2025 Perşembe sabahı Latça İlkokulu salonunda yer aldı ve etkinliğe katılan yüzden fazla öğrencinin Birgül Kılıç Yıldırım’a ve bize sordukları ilginç sorularla devam etti.
BİRKAÇ AY ALDI...
Bu etkinliğin iyice düşünülerek planlanması birkaç ay alacaktı... Latça Üçüncü İlkokulu öğrenleri ve öğretmenleriyle bir araya gelmemiz için çok iyi düşünüp bunu iyi planlamamız gerekecekti. Bunun nedeni onlarca yıldan beridir pek çok orta dereceli okula gidip konuşmalar yapmış olduğum halde, ilk kez bir ilkokula giderek “kayıplar” hakkında onlara konuşmam isteniyordu. Bu konuda çok düşündüm – küçük çocukları anlatacaklarımla bir “travma”ya uğratmak istemediğimden, onlara zarar vermeyecek başka bir konu seçip bunu önermeyi kararlaştırdım. Böylece beni okula davet eden öğretmenlerden Bayan Sofiya Hacıpandeli’ye, “kayıplar” yerine, “birbirini kurtarmış olanların öykülerini” anlatmayı önerdim. Okul yönetimi de bunu kabul etti ve böylece kararlaştırdığımız gibi, 8 Mayıs 2025 Perşembe sabahı, Birgül Kılıç Yıldırım’la birlikte okula gittik. Birgül, 1974’te savaş devam ederken ve o henüz bir bebekken, ihtiyacı olan sütü getiren Antreas Efstathiu tarafından hayatı kurtarılmış bir insandı... Eşi Cemal Yıldırım’ın çektiği “Süt Babam” filminde de bu gerçek yaşam öyküsü anlatılmaktaydı... Okulda harika bir öğretmen daha vardı: Arkadaşımız Yanulla Kipri... O bizim yaptığımız iki toplumlu etkinliklere hep katılmaktaydı... Bir diğer harika öğretmen olan, “kayıp” yakını Sofiya Hacıpandelis’le de ilk kez yüzyüze tanışacaktım ve onun sıcaklığı da beni etkileyecekti... Sofiya Hacıpandeli’nin kaynatası 1974’te “kayıp” edilmişti. Diğer Yalusalılar, Eftagomililer ve Komikebirliler’le birlikte Galatya’ya götürülerek öldürülmüş, Galatya gölündeki iki toplu mezardan birine gömülerek “kayıp” edilmişti kaynatası Sofiya Hacıpandeli’nin...
Bizi Ledra Palas barikatından alarak okula götüren öğretmen Despina Çikini’yle yolda konuşurken, aslında yollarımızın daha önce kesişmiş olabileceğini kavrıyorduk: Kıbrıs, gerçekten de çok küçük bir yerdi... Despina,
Maraşlı’ydı ve ne tesadüftür ki, rahmetlik Ahmet Amca’nın evinin olduğu sokaktaydı evleri... Evripidis Sokağı’nda... Ben bu sokaktaki evde yaz tatillerimi geçirirdim bir zaman 1974 öncesi çünkü annemin amcası olan Ahmet Soyer’in bu sokakta 1940’lı yıllarda arazi satın alıp inşa ettiği iki katlı, güzel evi vardı. Maraş’ın içerisinde yaşayan tek Kıbrıslıtürk oydu... Fattuş Teyzem’le bu evde kalırlar, Ahmet Amca, her sabah – yaz, kış demeden – bisikletiyle denize giderdi. Konstantiya Oteli önündeki plajda yüzer, Maraş sahilinde uzun uzun yürür, ahtapot avlar, gelen turistler ve gazeteciler ona büyük ilgi gösterirdi... Meğer aynı sokaktan bir Maraş göçmeniydi Despina Hanım... Babasını telefonla arayıp ona Ahmet Amca’yı hatırlayıp hatırlamadığını soruyor Despina ve babası da onu hatırladığını söylüyor...
Sabah trafiği yoğunluğu nedeniyle Ledra Palas barikatından Latça Üçüncü İlkokulu’na varmamız tam bir saat sürüyor...
Dördüncü, beşinci ve altıncı sınıftan 100’den fazla öğrenci bizi sessizce bekliyor. Okul Müdürü Bay Pandelis Luka bizleri öğrencilere takdim ediyor ve bizim için simultane çeviri yapıyor...
“SİZE BİR HEDİYEM VAR...”
Çocuklara, “Size bir hediyem var bugün” diyorum ve Birgül Kılıç Yıldırım’ı onlara takdim ediyorum... Onlara Birgül’ün bebekliğinden ve çocukluğundan fotoğraflar göstererek, onun “Süt Babam” filminde de anlatılmış olan öyküsünü öğrencilere anlayacakları dilden anlatmaya çalışıyorum... Birgül’ün öyküsü çocukları neredeyse büyülüyor ve ona soracakları o kadar çok soru var ki! Bu ilkokula devam eden çocuklar yalnızca Kıbrıslırumlar değil, Çinli, Rus ve Kıbrıs’ta yaşayan diğer toplumlardan da çocuklar var aralarında... Çok kültürlü bir okul bu...
CEPHELEŞME HATTI’NDAN BİR DOSTLUK ÖYKÜSÜ...
Çocuklara 1974’te savaş esnasında henüz bir bebekken hayatının bir Kıbrıslırum tarafından nasıl kurtarıldığını anlatıyorum – ihtiyacı olan ve savaş nedeniyle bulunamayan belli bir marka sütü (Nestle Pelargon) ailesi bulamıyordu ve Birgül’ün babası, Lefkoşa’yı ikiye bölen hattın ortasındaki Kanlıdere’ye inerek burada mevzilenmiş olan Kıbrıslırum askerlerden bu sütü bulmaları için yardım isteyecekti...
Mevzilerde Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın nöbet beklediği “cepheleşme hatları”nda dostluklar da vardı çünkü – onlar birbirleriyle konuşuyordu, birbirlerine sigara, yiyecek ve ufak tefek öte beri veriyorlardı... Ve bunu savaş döneminde dahi yapıyorlardı... Kanlıdere’nin kurumuş yatağına inerek buluşuyorlar, sohbet ediyorlardı... Bu yalnızca Kanlıdere’nin içinde değil, adanın her yerinde meydana gelmekteydi: Her nerede bir “cepheleşme” hattı varsa, orada insani temas hattı da vardı, insani iletişim ve dostluklar kuruluyordu, barikatların ve mevzilerin “askeri niteliğine” karşın, insani nitelikler de öne çıkabiliyordu...
Orada, o mevzide görev yapmakta olan Kıbrıslırum asker Andreas Efstathiu, Birgül’ün babasına yardım ediyor ve ihtiyacı olan Nestle Pelargon marka sütü bulup getiriyordu. Bir değil, birkaç kez bunu yapıyor ve kendi hayatını dahi tehlikeye atıyordu...
ÇOCUKLARIN SORULARI...
Çocuklar “Süt Babam”ın öyküsüyle büyüleniyordu neredeyse, pek çok soruları vardı... Birgül’ün 51 yaşında olduğuna, bir oğlu olduğuna ve hatta bir torunu olduğuna inanmak istemiyorlardı... Birgül’ün neden Rumca konuşamadığı hakkında kafaları karışıyordu. Birgül Türkçe konuşuyordu, ben onun söylediklerini İngilizce’ye çeviriyordum ve okul müdürü Bay Pandelis Luka da bunları Rumca’ya çevirmekteydi ki Birgül’ün söylediklerini anlayabilsinler... Birgül onların tüm sorularını yanıtlıyor ve sunuşumuz sona erdiğinde onun yanına gelip ona sarılıp onu öpüyordu çocuklar...
Bayan Sofia Hacıpandelis de çocuklara kendi kaynatası “kayıp” edildiğinde ailenin nasıl büyük bir belirsizlik ve bekleyiş içine girdiğini anlatıyor ve benim onun gömü yerinin bulunmasında nasıl yardım ettiğimi anlatıyor, çocukların anlayacağı bir şekilde... Eşinin ailesinin belirsizlik nedeniyle çektiği acıları anlatıyor, sonra da gömü yeri bulunup da onu alıp defnettiklerinde yaşadıkları duyguları aktarıyor...
Sunuşumuzun sonunda, Bay Pandelis Luka’ya “Süt Babam” filmini USB’de veriyoruz, uygun görürse çocuklara başka bir gün gösterebileceğini belirterek...
Benimle bu okula gelerek duygularını paylaşan Birgül Kılıç Yıldırım’a, okul müdürü Bay Pandelis Luka’ya, Bayan Sofiya Hacıpandeli’ye, Bayan Yanulla Kipri ve bizi okula davet etmiş olan tüm diğer öğretmenlere Latça Üçüncü İlkokulu’nda bu çok özel gün için çok teşekkür etmek istiyorum... Bu, adamızda bir barış kültürü kurma yolunda atılan adımlardan biridir...
BİRGÜL KILIÇ YILDIRIM’IN YAZDIKLARI...
Etkinlikten sonra, Birgül Kılıç Yıldırım’dan izlenimlerini kaleme almasını istiyorum ve o da beni kırmayarak duygularını kaleme alıyor. Birgül Kılıç Yıldırım, şöyle yazıyor:
“Barışın En Güzel Resmi
Geçtiğimiz hafta Sevgül ablayla birlikte güneydeki bir ilkokula davet edildik. Çocukların o haftaki konusu “Barış”tı. Sunumun yapılacağı salona çocuklardan önce girdik. Sevgül abla, sunumu okulun bilgisayarına aktarmakla meşguldü. Ben ise bir köşede sessizce çevreme bakınıyordum.
Salonun duvarlarında çocukların barış temalı yaptığı resimler sergilenmişti. Her biri kendi küçük dünyasından büyük mesajlar taşıyordu. Tel örgüler arkasında el ele tutuşan insanlar, gökyüzüne süzülen barış güvercinleri, farklı renklerde çizilmiş çocuklar… Ama bir tanesi vardı ki, gözüm bir kere takılınca bir daha alamadım. Küçük bir çocuk, el ele tutuşan bir kediyle köpek çizmişti. ve de ellerinde bir kalp vardı. Belki çok basitti, ama bir çocuğun dünyasında dahi barışın mümkün olduğuna en sade ama en etkili örnekti bu.
Hazırlıklar tamamlandı, zil çaldı ve çocuklar salona girdi. Heyecan dolu gözlerle bizi süzüyorlardı. Sevgül abla, her zaman olduğu gibi çocukların seviyesine inerek, sade ve görsel bir sunumla barışı anlatmaya başladı. Sadece kelimelerle değil, örneklerle, yürekle anlattı. Her iki toplumun geçmişte yaşadığı acılardan bahsetti ama dostlukların da altını çizdi. Ve sonra birden bana döndü, elimi tuttu ve çocuklara dönerek “Size bir hediye getirdim. Birgül Öğretmeni getirdim” dedi.
O an salonda minik bir şaşkınlık, ardından tatlı bir gülüşme yayıldı. Onlara süt babamı anlattım. Savaşın ortasında, diline, dinine, ırkına bakmadan bir Türk çocuğunu ölümden kurtaran Andreas’ın hikayesini... Bir çocuğun hayatını insanlığıyla kurtaran bir adamın bıraktığı izleri...
O an yüreğimin içinden bir şey koptu. Gözlerim doldu. Uzun zamandır böyle heyecanlanmamıştım. Üç yıl olmuştu öğretmenliğe ara vereli. Yirmi beş yılımı çocuklarla geçirmiş biri olarak, üç yılın ardından yüzlerce çocuğun karşısında olmak, bana unutulmuş bir nefesi yeniden hatırlattı. İçim titredi. Göz göze geldik. Ve dilimden dökülen ilk söz yüreğimden geldi:
“Sizi çok seviyorum.”
Hepsi pırıl pırıl çocuklardı. Meraklı, içten ve bir o kadar açık kalpliydiler. Okul müdürü bize tercümanlık yaptı. Rumcaya çevirdi söylediklerimi. Onlara birbirlerini çok sevmelerini söyledim. Din, dil, ırk ayrımı yapmamalarını... Sorunları konuşarak çözmelerini, birbirlerine zarar vermemelerini... Bir arkadaşları düştüğünde elinden tutmalarını, sarılmalarını istedim.
Ardından sorular başladı. “Nerede doğdun?”, “Nerede yaşıyorsun?”, “Neden Rumca konuşmuyorsun?”
Bir tanesi çok içten sordu:
“Madem Kıbrıslısın, neden Rumca bilmiyorsun?”
İşte o anda anladım, bu çocuklar Kıbrıs’ı sadece Rum olarak tanıyorlardı. Guneydeki egitim sisteminin bir sonucuydu bu.
Onlara anlattım: “Sen Rumca konuşan bir Kıbrıslısın, ben Türkçe konuşan bir Kıbrıslıyım. Kıbrıs iki dilli bir cumhuriyettir. Türkçe ve Rumca bizim ortak dillerimizdir.”
Kimlik kartlarındaki Türkçe yazıların ne anlama geldiğini bilmiyorlardı. “Çıkarın kimlik kartlarınızı bakın, orada Türkçe yazılar da göreceksiniz” dedim. Hayret ettiler, şaşırdılar ve Sevgül abla burada devreye girdi ve onlara ayrıntılı bilgiler verdi, bu yazıların resmi bir karşılığı olduğunu açıkladı. Gözlerindeki merak, yerini anlamaya bıraktı.
Sunum bittikten sonra salondan çıkarken hiçbiri hemen gitmedi. Gözümün içine bakanlar, sessizce gülümseyenler, koşup sarılanlar, elimi tutanlar… O anların sıcaklığı içimde yankılandı. Öğretmenler ve okul müdürü de bizi büyük bir nezaket ve içtenlikle karşıladılar. Sunumdan sonra bizi daha önceden ayarladıkları bir restoranta öğle yemeğine davet ettiler. Sohbet ettik. Gülümsedik. Birlikte yaşamanın mümkün olduğunu bir kez daha hissettik.
..O gün kalplerimize dokunan tek şey barışın kendisiydi. O resimlerde, o sözlerde, o gülüşlerde... Sevgül ablanın bilgeliğiyle, öğretmenlerin emeğiyle, çocukların masumiyetiyle... Hep birlikte çocuklara bir ışık olmaya çalıştık...”
Latça Üçüncü İlkokulu'nda Birgül Kılıç Yıldırım, çocuklara kendi hikayesini anlatırken...
Latça İlkokulu öğrencileri, Birgül'ün hayatının Antreas Efstathiu tarafından nasıl kurtarıldığını öğrendiler, çok etkilendiler...