1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Yalusalı Athos’un inanılmaz hikayeleri...” (2)
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Yalusalı Athos’un inanılmaz hikayeleri...” (2)

A+A-

“Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” başlıklı internet sayfasının yaratıcısı, çok değerli araştırmacı-yazar, grafik sanatçısı arkadaşımız, Avustralya’dan Konstantinos Emmanuelle, Yalusalı bir Kıbrıslırum’un ilginç öyküsünü kaleme aldı... Yalusalı Athos Hacıpandeli’nin öyküsünü biz de okurlarımız için Konstantinos Emmanuelle’in yazısından derleyip özetle Türkçeleştirdik. Konstantinos Emmanuelle, bu konuda devamla şöyle yazıyor:

***  “Bir dakika lütfen” diyorum... “O bir Arap prensesinin kızı mıydı yoksa bir Yahudi miydi?” diye soruyorum...

“Sanırım Hristiyan bir Yahudi’ydi” diye yanıt veriyor Athos. “Arap da olabilir. Her neyse, adı Eleni idi... Savva ile evlendi, bir oğlu oldu, Pandeli... Ben doğduğum zaman insanlar ona ileri yaşı hasebiyle “Yeropandelas” (“Yaşlı Pandeli”) diyorlardı...”

“Peki Yeropandelas nasıl oldu da 45 yaşında evlendi ki?” diye soruyorum...

“Dinle” diyor Athos, otoriter bir tavırla... “Dediğim gibi, büyük dedem tam bir ifritti... Her manada günahkar bir adamdı... Yalusa’nın en zengin adamının tek oğlu olduğu için keyfine bakıyordu... Yani pek çok günah işliyordu... O günlerde insanlar fakirdi, hayatta kalmak için herşeyi yapıyorlardı. Yalusa’da fakir bir kadın büyük dedemi ziyaret ederek birkaç kuruş kazanmak için elinden geleni yapıyordu...” diyor Athos.

***  Athos, derin bir nefes alarak anlatmayı sürdürüyor:

“Dur sana nasıl olup da Ürdün Nehri’ne gittiğini ve büyük ninem Milya ile nasıl tanıştığını anlatayım. O günlerde büyük dedem çok densizlik yapmaktaydı, tam da o günlerde köyde insanlar bir tür ateşli hastalığa yakalanıp yere düşüyorlar ve günlerce orada kalıyorlardı... Dedem Pandeli de bu şekilde yere düşmüştü, ateşli hastalığa yakalanarak. Buna ne diyorsunuz bilmem. Her neyse, o günlerde gelenek, papazı çağırmaktı ve varma da ölür diye, hasta insanın papaza itiraflarda bulunmasını sağlamaktı. Papaz bizim eve geldiği zaman, “Aman Tanrım” demiş, “Kıbrıs’ın en büyük günahkarının işlemiş olduğu günahlara ilişkin itiraflarını dinlemeye gönderdin beni. Ben ona yardım edemem ki... Varsın Kutsal Topraklar’a gitsin ve orada vaftiz olsun... Cennete gitmesinin tek yolu budur...” İşte bu nedenle büyük dedem Pandeli, Ürdün Nehri’nde vaftiz olmaya gitmiş...”

12-page-01-001.jpg

***  “Athos gene araya gireceğim ama seyahat edebilecek kadar iyi miymiş ki?” diyorum...

“Oraya nasıl gittiğini bilmiyorum” diyor Athos. “Her neyse, şunu dinle... Tam da Ürdün Nehri’nde vaftiz olurken, genç bir kadın varmış. Herhalde birceez Yahudi kızıymış bu, hacca gidenlerin vaftiz edilmesine yardımcı olan bir Hristiyan Yahudi kızıymış. Bunun için kendisine para verip vermediklerini bilmiyorum ancak orada onlara yardımcı oluyormuş. Pandelis onu orada görmüş ve anında ona aşık olmuş...”

***  “Milya’dan mı söz ediyorsun?” diyorum.

“Evet, evet” diyor. “Milya... Ürdün Nehri’nde duruyordu, papazlara, vaftiz olmaya gelen hacıların başına su döksünler diye yardım ediyordu... Büyük dedem Pandeli onu Kıbrıs’a getirdi ve birlikte tam sekiz çocuk ettiler ki buna dedem Yannis de dahildi...”

“O günlerde kaç yaşındaydı Milya?” diyorum.

“Bildiğim kadarıyla Pandeli, 45 yaşındaydı... Milya ise 20’li yaşlarının başlarında olmalıydı... Düşün ve hesapla... Sekiz çocuk doğurmuş, demek ki evlendiği zaman çok gençmiş” diyor Athos.

“Peki söyle bana” diyorum, “deden Milya ile evlendikten sonra uslanmış mı?”

“Ah evet!” diye gülüyor Athos, “Artık 45 yaşındaydı. Ne yapabilirdi ki? Ayrıca Milya çok güzeldi. Çok çok güzeldi... Ne derler bilirsin, evde güzel bir şey varsa, neden dolanıp durasın dışarılarda ki...”

***  “Kısacası” diyorum, “ninenle deden, Pandelis ve Milya, sekiz evlat dünyaya getirmişler, bunlar arasında deden Yannis de varmış...”

“Eh, bu başka bir hikaye” diye gülüyor Athos. “Şunu dinle: Dedem Yannis de zengindi ve ninem İrini ile evlenmek istiyordu fakat o günlerde ninem 13-14 yaşlarındaymış. Dedem Yannis, ninem İrini’den 15 yaş daha büyükmüş. Kilise böyle bir evliliğe izin vermemiş. Bir kızın evlenebilmesi için kadın olması gerekiyormuş. Ne demek istediğimi anlıyor musun?” diyor Athos. Kafamı sallıyorum, anladığımı göstermek için...

“Henüz 14 yaşındaymış ve dedem Yannis, onu beklemek zorunda imiş. O günlerde insanlar kız çocuklarını evlendirebilmek için yaşları hakkında yalan söylerlerdi... Mesela kızın 18-19 yaşında olduğunu söylerlerdi, oysa kız 14-15 yaşlarında olurdu... Ancak ninemin babası bir papazdı ve kadın oluncaya kadar yani 18-19 yaşına gelinceye kadar kızının evlenmesine izin vermeyecekti...” diyor Athos.

***  “Ah” diyor Athos, “terbiyem nerede kaldı? Sana kahve ikram etmeliyim...”

“Belki sonra” diyorum, “lütfen anlatmaya devam et...”

1938de-cekilen-bu-resimde-otobusun-kapisina-yaslanmis-duran-dizlikli-adam-athosun-dedesi-athanasis.jpg

1938'de çekilen bu resimde, otobüsün kapısına yaslanmış duran dizlikli adam, Athos'un dedesi Athanasis...

“Dedem Yannis, kurnaz bir adamdı. Her zaman başını derde sokuyordu... Çok iyi bir arkadaşı vardı ve köyde dolanıp densizlik yapıyorlardı... Köydeki kızlara ilişkiyorlar, insanların arazilerine giriyorlar, müdahale ediyorlardı... Paraları vardı ve her zaman haylazlık yapıyorlardı... Dedeme “gumpis” diyorlardı, bu da beyaz karıncadan daha büyük bir kurtçuk demek. Bu kurtçuk her yere giriyordu... En iyi arkadaşı Panayotis’e ise “svikas” lakabını takmışlardı, bu da büyükçe bir eşekarısı demektir... Eğer bu büyük eşekarısı kafanızdan sokarsa, kafanız bir at kafası kadar büyür...”

***  Athos’un ısrarı üzerine ara verip kahve içiyoruz, sohbetimiz devam ediyor... “Ne diyordum?” diyor Athos, ev yapımı şekerlemeleri masaya koyarken. “Bana gumpis ve svigas’ı anlatıyordun” diyorum...

“Evet” diye gülüyor... “Bilirsin, o günlerde Kıbrıslılar’ın yüzde doksanının lakapları vardı. Bir insanı ötekinden ancak öyle ayırdedebiliyordun. Benim babam her zaman “Pandelis du Gumbi” diye biliyordu. Babasının adı Yannis idi ancak herkes ona “gumbis” yani “kurtçuk” diyordu. Köyde bir düzine diğer Yannis vardı, her birini ancak lakaplarını kullanarak ayırdedebiliyorlardı. O günlerde durum buydu. Babam İngiltere’deyken herkes ona “Kurpandelas” demeye başlamıştı...”

“Neden öyle ki?” diyorum...

“Dinle, sana bunu da anlatacağım” diyor Athos.

“Lokantada o İtalyan kadın için çalışırken, bu kadının tek kuruşu kalmadığında ona ödünç para verirken, o kadın kendisine “Good Pandelis, good Pandelis” yani “İyi Pandelis, İyi Pandelis” diyormuş. Kıbrıs’a döndükten sonra, bu İtalyan kadının ona “good Pandelis” dediğini bilenler, ona “Kurpandelas” demeye başlamışlardı” diyor.

***  “Çok komik bu” diyorum...

“Kadınların da farklı isimleri olurdu” diyor. “Eleni adını ele alalım mesela. Mesela aynı ailede bu ismi taşıyan pek çok kız varsa, bir kıza Eleni, diğerine Lenya, bir başkasına Elengu, bir başkasına Elenitsa ve bir diğerine Nitsa vs. diyorlardı. Benim okulumda bile Pandeli ismini taşıyan en az 50 çocuk vardı, Yanni ismini taşıyan en az 15 çocuk vardı. İşte bu nedenle Kıbrıslılar’ın isimlere dair bunca varyasyonları vardır ve bir de lakapları... Evlatlarımıza ana-babalarımızın, nine-dedelerimizin ve ayrıca kaynana-kaynatamızın isimlerini vermeyi sürdürüyoruz” diye anlatıyor Athos.

***  “Athos, bana çocukluğunu anlat” diyorum... “Yalusa’da 1943 senesinde doğmuşsun. Doğru mu bu?” diyorum.

Athos kafasını sallıyor. “Ben küçük bir oğlan çocuğuyken, Yalusa’da yaklaşık 3,500 kişi yaşıyordu. Büyük bir kentti Yalusa. Annemle babamın evi, kentin neredeyse dışındaydı. Kent merkezine varmak için uzun süre yürümemiz gerekirdi. Bizim evden kent merkezi herhalde 2-3 mil uzaktaydı. Köyümüz o kadar büyüktü yani... Ben çocukken nüfusu 3,500 idi ve zaten bir 3,500 kişinin daha köyden ayrılıp da İngiltere’ye gitmiş olduğu anlatılırdı. Pek çok insan Yalusa’yı terkedip gidiyordu çünkü herkese yetecek kadar iş yoktu... Ve o günlerde toprak o kadar da verimli değildi...”

***  Saatime bakıyorum, gitmem gerektiğini anlıyorum, eve dönmeliyim... İzin istiyorum ve yakında geri dönmeye söz veriyorum... “Bir dakika” diyor Athos, koşup mutfağa gidiyor. Ne yapacağını kestirebiliyorum... Birkaç dakika sonra büyük bir kabak ve bir kavanoz balla geri dönüyor. Her ikisi de büyük sebze bahçesinden gelmiş... Kafamı sallıyorum, “Ne yapıyorsun Athos?” diyorum. “Bana bir şey vermen gerekmez ki...” Elbette sözcüklerimin boşuna olduğunu, teşekkürümün ifadesinden önce geleneksel bir yanıt olduğunu biliyorum... “Birşey değil” diyor bana... “Akşam yemeğine kalamayacağına göre, bu kabağı al, eşinden sana kabak böreği (“kolokotes”) yapmasını iste” diyor.

***  Athos’la vedalaşırken bana dönüyor ve şöyle diyor:

“Sana anlattığım öyküler, hatırladığım şeylerdir. Bunları gerçek olarak hatırlıyorum... Herşeyin tam olarak sana anlatmış olduğum şekilde olup olmadığını yüzde yüz bir kesinlikle sana söyleyemem... Yani bunlar yüzde 100 bu şekil meydana geldi diyemem. Ancak benim gerçek olarak bildiğim şeylerdir bunlar – bunlar bana babamın ve dedemin anlattığı öykülerdir. Umarım bu da senin için tamamdır...”

Söylediklerini onayladığımı anlatmak üzere kafamı sallıyorum ve “Daha fazlasını isteyemem Athos” diyorum... “Kendi ailenin tarihine ilişkin bunca çok şey bilmenden çok mutluyum... Çok teşekkür ederim...”

*** Tahmin edebileceğiniz gibi bir on dakika daha posta kutusunun yanında durup sohbetimizi sürdürüyoruz... Avustralya’da bu “Yunan vedası” şeklinde sevecen biçimde biliniyor... “Londra’daki Savoy’la ilgili babam bana bir şey anlattıydı, şimdi onu hatırladım” diyor Athos, tam da ben ayrılacakken.

“Anlat bakalım” diyorum ona.

“Lokantanın daimi müşterilerinden biri olan tuhaf bir adamdan söz etmişti bana” diye anlatıyor. “Bu adam ekmeğini tereyağı sürmeden yiyormuş, sonra da üstünden bir kaşıkı tereyağı alıp yutuyormuş. Evet efendim... Önce ekmeği yiyormuş, sonra da tereyağını yiyormuş. Eğer fasulya yiyorsa önce fasulyeleri yutuyormuş, sonra da bir kaşığa zeytinyağı ya da sirke koyup bunu yutuyormuş. Yemeklerin birleşenlerini her zaman ayrı ayrı yiyormuş” diye kahkaha atıyor Athos... “Ben gençken babam bana hep bu hikayeleri anlatırdı...” diyor.

Athos kapıda durup benim arabayla hareket etmemi bekliyor. Gelenek olduğu üzere borumu öttürüyorum ve ona el sallıyorum... Bir kez daha ilhamla doldum ve çok tatmin oldum bu öyküden...

(TALES OF CYPRUS’ta Konstantinos Emmanuelle’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).

yalusadan-gorunum-foto-biodiversity-of-cyprus-grubundan.jpg

Yalusa'dan görünüm... Foto Biodiversity of Cyprus grubundan...

Bu yazı toplam 1018 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar