1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Şuursuzluk, iş bilmezlik”
“Şuursuzluk, iş bilmezlik”

“Şuursuzluk, iş bilmezlik”

CTP Mağusa Milletvekili Erkut Şahali, hükümetin attığı her adımın şuursuzluk ve iş bilmezlik olduğunu vurguladı.

A+A-

Fayka Arseven KİŞİ

CTP Mağusa Milletvekili Erkut Şahali, hükümetin attığı her adımın şuursuzluk ve iş bilmezlik olduğunu vurgulayarak, “Sunat gitti Alişan geldi, hooop kaynak bulduk, kesinti yok” dediler. Bu esnada, içlerinden biri “kaynak hep vardı” dedi cılız bir sesle. Şimdi bu yaşattıkları ayık kafanın ürünü olabilir mi? İki ihtimal var: Ya ortada ciddi bir şuursuzluk ya da iş bilmezlik var. Vicdanım bundan fazlasını söylemeye el vermiyor maalesef” dedi.

Şahali, “Hükümet makamlarına baktığımda ne görüyorum biliyor musunuz? Başbakan olmak için yanıp tutuşan ama bu hayaline asla erişemeyecekken aniden kendini başbakanlık koltuğunda bulan birinin kabinesini görüyorum. Kabinede, orada olmak dışında hiçbir vizyonu ve hatta orada olmasını gerektirecek hiçbir referansı bulunmayan bakanlar var” ifadesinde bulundu.

“Kurumları batıranları da devletten haksız çıkar elde edenleri de adil ve yasal olmayan biçimde birilerine çıkar sağlayanları da yargı önüne taşımak bizim için boyun borcudur” diyen Şahali, “Geçmişte bu konuda attığımız adımların bazıları sonuç verdi, bazılarının hükümet dışı makamlardaki süreçleri devam ediyor. Bu konuda top yekün bir seferberliği organize etmek zorundayız. Kamu vicdanı buna müthiş ihtiyaç duyuyor” dedi.

Bu hafta CTP Milletvekili Erkut Şahali ile ülke siyasetinde yaşananlar üzerine konuştuk.

 

YENiDÜZEN: Geçtiğimiz hafta yine bir hükümet krizi yaşandı. Önce KIB-TEK Başbakanlığa bağlandı, ardından Sunat Atun istifa etti. Yaşanılan gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Erkut ŞAHALİ: Aynı filmin yeni bir versiyonu!

Sunat Atun enteresan bir adam. Her nasıl bir kalkanı varsa, UBP’li başbakanlar onu görevden alamıyor. Almayı denediklerinde de bu sefer Tatar’ın cesareti olmuyor. Yaşayarak gördük. Bu sefer de bir benzeri yaşandı. Deyim yerindeyse, Ünal Üstel onu görevden alamadı diye yıldırmaya çalıştı. Önce bürokratlarını, o tatildeyken değiştirdi. Geri döndüğü zaman bu, istifası için yeter de artardı bile ama olmadı. Sonra Kıb-Tek altından çekildi, başbakanlığa bağlandı ve yıldırma operasyonu tamamlandı.

Sorarım! Atun maliyede harikalar yarattı da Kıb-Tek konusunda mı çuvalladı ki kurumu altından çekip aldılar? Hayır. Maliye, tarihinin en kontrolden çıkmış halini yaşıyor. Mecliste bir konuşması sırasında Sunat Atun, 13. maaştan vergi kesintisi yapılıp yapılmadığı konusunda bir ikilem yaşamıştı. Ben başbakan olsaydım, ipini o gün çekerdim. Üstel yapmadı, yapamazdı da… Nitekim Atun’un gidiş hikayesi Ünal Üstel’in hükmedemediğinin de kanıtı oldu. Bir başbakan, kendi kabinesine atadığı bakanla kedi-fare gibi oynaşır mı Allah aşkına!

Beni esas üzen ne biliyor musunuz? Bu haller UBP için artık normalleşti, yadırganmıyor. UBP, Tatar’ın gidişi de dahil olmak üzere, kendi kendini yönetmeyi bırakın, bu doğrultuda istek dahi duymayan bir kadronun elinde resmen pespaye oldu, yazık. Halbuki partisine gönül vermiş, iyi niyetle bu ülkede sağ siyasetin yönetmesini arzulayan binlerce üyesi var UBP’nin. Onların iradesi üstünde adeta tepinen ve kendilerini var edenleri hiçe sayan bir grup UBP’yi de  UBP’lileri de her gün rezil ediyor, mahcubiyete boğuyor.

 

YENiDÜZEN: Eskiden “Türkiye CTP’yi hükümette istemez” söylemleri vardı. Şimdi UBP içinde de “onun bakan olmasını istiyor, diğerini istemiyor” söylemleri var. Türkiye’nin siyasi gelişmelere bir müdahalesi olduğunu düşünüyor musunuz? Belli bir organizasyon içerisinde mi bunlar yapılıyor?

Erkut ŞAHALİ: Türkiye hükümetinin ya da Türkiye’den birilerinin UBP kazanını her gün karıştırdığı çoktandır sır olmaktan çıktı. Ama yaşananların organize işler olduğunu düşünmüyorum. Dolayısıyla müdahale tek merkezden mi yapılıyor, yoksa çok merkezli bir müdahale mi yaşıyorlar emin değilim. Örneğin Sucuoğlu – Taçoy hikayesinin dinamikleriyle sonuçları, Atun – Sucuoğlu hikayesininkiyle benzemiyor. Ya da Atun – Sucuoğlu hikayesi ile Atun – Üstel hikayesi aynı biçimde sonlanmadı. Bu nedenle kapıları müdahaleye ardına kadar açık bir UBP var ortada ve her isteyen uygun zamanda üstünde andrez oynayabiliyor gibi geliyor bana. Bu elbette çok ciddi bir kaygı sebebidir. Bu ülkenin yönetmeye en yakın duran partilerinden birinin, en küçük bir rüzgarda böylesine savrulabiliyor oluşu, ona rakip ve yine yönetmeye en yakın duran CTP için sevinç sebebi değildir. Siyasette rakibini tanımak, ilkelerinden ve kırmızı çizgilerinden emin olmak çok önemlidir. Ne zaman ne yaşanabilir ve nasıl sonuçlar doğurabilir diye öngörü yapmak ve siyasi hareketlere yön vermek önemlidir. E UBP’ye bir bakın! Kimin yönettiği, karar vericinin neresi olduğu belli değil. Genel başkanı, partisinin kurduğu hükümete bırakın kefil olmayı, ne yapıp ettiğinden bile haberdar değil. Bir meslektaşınız önceki günkü grup toplantısının çıkışında bakan değişikliğini sordu. Sucuoğlu “Başbakanın takdiridir” demekle yetindi. Asgari ücreti sordu “söylenen söylenmiştir” deyip geçiştirdi. Hükümetin kurucu partisinin başkanı “hükümet kendi işine bakıyor bizim işimiz de parti işleri” diyor ve bunu da çok güleç söylüyor. Bizde buna summak dayılık derler ve bunun siyasette yeri olamaz. Bugün UBP’nin bu ülkeye gösterdiği, başkanlık yapamayan parti başkanı, başbakanlık yapamayan başbakan ve bakanlık yapamayan bakanlardır maalesef.


“Bizi bir erken seçim bekliyor”

YENiDÜZEN: Krizle doğan hükümetin ömrü ne kadar sürer, yine bir erken seçim kapıda mı?

Erkut ŞAHALİ: Hükümet yok ki ortada! Başbakanın bakanına, bakanın bürokratına kefil olamadığı bir yapı hükümet olamaz. Şu anda hükümet makamları halkın 23 Ocak’ta ortaya koyduğu irade hilafına işgal altındadır. Bu işgalin bir ayırt edici özelliği var ki o da güç kullanılmadan gerçekleşmekte oluşudur. Yani kimse darbe falan yapmadı. Hepsi bir biçimde kaderine dünden razı geldi ve sebebini de açıklayacak cesareti gösteremedi. Faiz bey başbakan olsun diye partinin başına geçti, Kıbrıs Türk halkı da seçimde ona “başbakan ol” dedi ama bir başka merkez “olamazsın” dedi diye olamadı.

Hükümet makamlarına baktığımda ne görüyorum biliyor musunuz? Başbakan olmak için yanıp tutuşan ama bu hayaline asla erişemeyecekken aniden kendini başbakanlık koltuğunda bulan birinin kabinesini görüyorum. Kabinede, orada olmak dışında hiçbir vizyonu ve hatta orada olmasını gerektirecek hiçbir referansı bulunmayan bakanlar var maalesef. Ya sıranın kendinde olduğuna karar vericileri ikna ettiği için, ya da bölgeler ve kişiler arası dengeler nedeniyle bakan olmuşların kabinesinden hayır çıkar mı? Çıkmadı da zaten, çıkmıyor ve çıkacağı da yok. Bu nedenle, elbette böyle bir yapının devamı yasal takvime bağlı olmayacak.

Bizi bir erken seçim bekliyor.

Bunu konuşmak için normal şartlarda çok ama çok erken ama unutmayın ki seçimin üstünden sadece altı ay geçmişken bu dönem içinde kurulmuş üçüncü hükümetten söz ediyoruz. Bu gayrimeşru, kabiliyet yoksunu ve halkının sorunlarına sorun katan yapı, yaşam destek ünitesine bağlıdır ve hayat bağı her an kopabilir. Biz bu bilinçle, bir yandan ülke sorunlarına çözüm öneren yakın bir takiple gündemi ele alıyor, bir yandan da kendimizi her an seçime gidecekmiş gibi zinde tutuyoruz.

 

YENiDÜZEN: Yapanın yanına kaldığı bir düzen içerisindeyiz. Gerçekten yapanın yanına kar mı kalacak?

Erkut ŞAHALİ: Kalmayacak! Kalmamalı! Kaldıkça yurttaş “hepsi aynıdır” diyor ve biz bundan müthiş rahatsızlık duyuyoruz. Bakınız, en güncel olanı söyleyeyim mesela: Kıb-Tek’in ihtiyaç duyduğu yakıt tedariki için ısrar ve inatla yerleşik ihale düzeni çok çok büyük laflar edilerek bozuldu. Neredeyse kurumun önünden geçen herkes vurguncu, hırsız, kan emici ilan edildi. Günün sonunda geldiğimiz noktada, ihalesiz alımlarla Kıb-Tek’in emilecek kanı kalmadı. Şimdi bu cezasız kalırsa bizim büyük biz özenle ortaya koyduğumuz şeffaf ve hesap verebilir yönetim anlayışının zerre kadar değeri olur mu! Suçun sabit ve açık olduğu, suçlunun hoyratça suç işlemeye devam edip “yaparım kardeşim napacaksınız” dediği bir halde bu hesabı sormamak, sorumlularına bu zararı ödetmeden yol almaya çalışmak bize göre kendi aslımızdan geçmek olacak. Bunu yapmayacağız. Kurumları batıranları da devletten haksız çıkar elde edenleri de adil ve yasal olmayan biçimde birilerine çıkar sağlayanları da yargı önüne taşımak bizim için boyun borcudur. Geçmişte bu konuda attığımız adımların bazıları sonuç verdi, bazılarının hükümet dışı makamlardaki süreçleri devam ediyor. Bu konuda top yekün bir seferberliği organize etmek zorundayız. Kamu vicdanı buna müthiş ihtiyaç duyuyor. Güçler ayrılığı elbette ihlal edilmeyecek ancak yürütmenin ortaya çıkardığı meseleleri polis, başsavcılık ve nihayetinde bağımsız yargı, herhangi birer mesele gibi listenin en sonuna kaydedip “sırası gelsin, bakarız” diyemez, dememelidir. Seçim yasaklarını ihlal gerekçesiyle bir kamu yöneticisinin meselesinde olduğu gibi, demir tavında dövülür ve meseleler güncelliğini yitirmeden sonuçlandırılırsa, aklanan aklanır, mahkum olan da kamu vicdanını rahatlatır. Kimsenin yok yere töhmet altında kalmadığı ama yapanın da yanına kar kalmadığı bir durumu tesis edip korumak artık ertelenemez, es geçilemez bir zorunluluktur ve bu bizim iş listemizin en başındadır.

 

YENİDÜZEN: Kamu ve ülke kaynakları UBP ve diğer hükümet ortakları tarafından talan edilirken daha etkin muhalefet için toplumla birlikte ne yapılmalıdır?

Erkut ŞAHALİ: İşte zurnanın “zırt” dediği yer burasıdır!

Sürekli sorun yaratan, sorunları kaosa dönüştüren bu yapı karşısında muhalefetten beklenti artar elbet, bu çok normal. Ama beklenti çoğalsa da somut kalmalı, yasaları hiçe saymamalı ve sonuç odaklı olmalıdır. CTP ana muhalefet partisidir. Bu ülkede demokrasi gelişsin, köklensin ve kurumsallaşsın diye sayısız bedel ödeyen bir partidir CTP.

CTP parlamenter demokrasiyi gözetir, Kıbrıs Türk Halkı’nın kendi kendini yönetme hakkının pazarlığa tamamen kapalı olduğunu düşünür ve yasallığı olmayanı dışlar, buna karşı bedeli ne olursa olsun mücadele eder. Şimdi böylesi bir partiden antidemokratik, gayrı yasal ve mevzi terk eden bir mücadele beklemek doğru değildir ama en çok da akıbeti meçhul olduğu için kabul edilmezdir. CTP meclisteki muhalefetin omurgasıyken, aynı zamanda meclis dışı muhalefetin de sorumluluğuyla hareket eder. Ancak bu sorumluluk, CTP’nin kendi değerlerinden, kendi siyasi kararlarından vazgeçmesini ya da diğerlerini kendinden öncelemesini doğurmamalıdır, bu doğru değildir. CTP her an yönetmeye namzet duruşuyla her ne diyorsa yasal ya da yasallaşabilir ve uygulanabilir olmak durumundadır. Biz bu çerçevede uzlaşabildiğimiz en geniş tabanla bir arada yürüme gayretiyle hareket ediyoruz. Ama bizden beklenen demokrasiyi zorlamak, yasaları hiçe sayarak hareket etmek ve halkın güvenliğini riske etmemizse, biz bu kumarı hiç oynamadık oynamayız da.

UBP hükümetleri kendini daha en baştan Türkiye’ye tabi sayar, oradan gelen her tür talebi emir telakki eder ve yasalarımıza hatta Anayasa’ya aykırı olsa dahi talimat yerine koyar. Şimdi UBP bunu yapar diye biz kendimize siyasi muhatap yerine UBP’yi değil de Türkiye’yi koymayız. Türkiye hükümetleri, kendi değerlendirmelerine göre, aramızdaki özel ilişki biçimini de istismar ederek, uluslararası ilişkiler kuramına uygun olmayan biçimde davranabilir. Bunu uygun biçimde anlatmak, olabilecek olanı müzakere edip, olamayacak olanı da reddetmek varken, kendimizi hiçe sayma hakkı hiçbir siyaside ya da siyasi partide yoktur, olamaz. UBP bunu pervasızca yapıyor. Onlar kendilerini hiçleştirerek var olmaya çalışıyor diye biz Türkiye ile hiçbir zaman ve hiçbir koşulda konuşamayacak bir ilişkiyi tercih edemeyiz.

Zaman zaman etkin muhalefet beklentisini biraz kaşıdığımızda, altından Türkiye’ye cepheden saldırı beklentisi çıkıyor. Kıbrıs-Türkiye ilişkilerinde elbette açık olmak şarttır. Örneğin Kıbrıs sorunu bağlamında Türkiye’nin Tatar’ı soktuğu tünelin ucu açık değil. Bunu çok net biçimde konuşmak, eleştirmek ve dünyaya kabul ettirdiğimiz federal çözüm hedefi dışındaki tüm denemelerin hayal ürünü ve sonunun hüsran olacağını söylemek şarttır.  Ancak Türkiye ile ilgili ya da ilgisiz her konuda bizden Türkiye iç siyasetinin bir aktörüymüşüz davranmamız bekleniyorsa, bunun anlamı da faydası da yoktur. Kişisel görüşümdür: Bizim ya da bizden birilerinin Türkiye’de iç siyasetin bir unsuru gibi sergileyeceği her tavır, Türkiye Hükümeti başta olmak üzere, Türkiye siyasi çevrelerine Kıbrıs’ta birer siyasi aktör olarak davranma davetiyesi çıkarır. O nedenle sınırları belirlemek ve bu sınırlar içinde bize düşenin Kıbrıs Türk halkının faydası, hakları ve kendi kendini yönetme iddiasını devam ettirmektir diye düşünüyorum.

Hiç kimse CTP ile birlikte hareket etmek zorunda değildir elbette. Ancak sırf CTP söylüyor diye söylediklerimize karşı çıkmak da “ah bunu biz söylemeliydik” deyip CTP’nin söylediklerini onaylamamak için susmak da halk yararına sonuç üretmez. Toplumsal kaygı duyan tüm unsurlar, asgari müşterekte birleşerek ortak hareket edilmesi gereken kritik bir zamanda olduğumuzu fark edip ona göre davranmalıdır.

 

YENiDÜZEN: Ekonomideki kötü gidişatla ilgili bir şey yapılmıyor. Artık atılan adımlar günü de kurtarmaya yetmiyor. Asgari ücret, kamu maaşlarından kesinti, özel sektöre yapılamayan destek. Gidişatımız ne olacak?

Erkut ŞAHALİ: Sayın Genel Başkanımız Tufan Erhürman çok isabetle, ülkenin başına çöreklenenler gitmeden bu kötü gidişin durmayacağını söyledi. Ne yaptığını bilmeyen, veri okuma kabiliyeti olmayan, sürekli yalana başvuran bu adına hükümet dedikleri gayrı meşru yapı sorunları derinleştirmekten ve yenilerini üretmekten başka bir şey yapmıyor, yapmayacak da. Önceki sorunuzda söylemiştim. Bir şey olmak için yanıp tutuşanlardan bir kabine oluşturdular ve sürekli çam deviriyorlar. Açlık sınırının altında ve son altı aylık hayat pahalılığını dahi karşılamayan bir asgari ücreti belirlemek hangi vicdana sığar? Bunlarınkine sığdı. Vergi dilimlerini düzenlemeyip hayat pahalılığı nedeniyle maaşlarda meydana gelen artışı vergiyle tırpanlamak hangi vicdana sığar? Bunlarınkine o da sığdı. Maaşlardan kesinti dediler önce, sonra kesintiyi kademelendireceklerini söylediler. En sonunda da “Sunat gitti Alişan geldi, hooop kaynak bulduk, kesinti yok” dediler. Bu esnada, içlerinden biri “kaynak hep vardı” dedi cılız bir sesle. Şimdi bu yaşattıkları ayık kafanın ürünü olabilir mi? İki ihtimal var: Ya ortada ciddi bir şuursuzluk ya da iş bilmezlik var. Vicdanım bundan fazlasını söylemeye el vermiyor maalesef. “Gidişat ne olacak” diye sordunuz. Onlar gidecek, önce geriye gidiş duracak, sonra da ilerlemeye başlayacağız. Çünkü tüm olumsuzluklara karşın, yaşadıklarımızın büyük çoğunluğunu yaşamak zorunda olmadığımız bir kaynağı Kıbrıs Türk Halkı el birliğiyle sürekli bu yeteneksiz ve art niyetli kadrolara emanet ediyor. Yani tavukları tilki bekliyor. Ek bütçe görüşmeleri sırasında söyledik. Halkın parasını halktan sakladıkları bir bütçe yaptılar. Ne matematikle ne de ekonomik verilerle izah edebildiler. Sabit ve dar gelirlilere destek olunacak kaynak da vardır ancak bütçenin üstüne örttükleri kalın örtü onu da görünmez kılıyor.


“Türkiye’ye giriş yasağı aslında adada hapsolma anlamına da geliyor”

YENiDÜZEN: Daha önce de yaşandı bazı isimlerin Türkiye’ye girişine engel olundu. Son olarak Gazeteci Aysu Basri Akter’in Türkiye’ye girişine izin verilmedi. Bu konudaki değerlendirmeniz nedir?

Erkut ŞAHALİ: Türkiye maalesef her gün biraz daha totaliter bir hal alıyor. Kendi aydınına, düşünürüne, gazetecisine, seçilmiş olsun ya da olmasın siyasetçisine karşı tahammülsüzlüğü artan ve özgürlüklerini kısıtlayan, ya da elinden alan bir Türkiye var karşımızda maalesef. Bu son derece üzücüdür. Dünyanın hangi ülkesinde yaşanırsa yaşansın, demokrasinin ihlal edildiği, düşüncenin kısıtlandığı ya da mahkûm edildiği ortam bizim değerlerimizle bağdaşmaz ve böylesi rejimlerin uygulamaları her türden kınanmayı ve demokratik başkaldırıyı hak eder. Kıbrıslı Türk aydınların, gazetecilerin ve hatta siyasilerin Türkiye’ye alınmamasını, Türkiye’nin getirildiği durum çerçevesinde, Türkiye’den bakınca pek muhtemel görüyor ve maalesef şaşırmıyorum. Ama şaşırtıcı değil diye bunu kabul etmek mümkün değildir. Özellikle Türkiye ile aramızdaki özel ve şartlar gereği bağımlılığa dayalı ilişki hesaba katıldığında, Türkiye’ye giriş yasağı aslında adada hapsolma anlamına da geliyor. Kıbrıs Sorunu nedeniyle Türkiye Kıbrıslı Türkler’in muhatabıdır. Doğaldır ki taraftarları olabileceği gibi muhalifleri de vardır. Önceki sorularda değindiğimiz siyasi etki nedeniyle Türkiye’ye bizim iç politik meselelerimiz nedeniyle eleştiri yöneltmek de doğaldır. Belli ki Türkiye hükümetinin tahammül sınırları kolaylıkla aşılabilir hale geldi ve bu nedenle de tarafı olduğu uluslararası antlaşmalar ekseninde uluslararası kuruluşlarla da ilişkileri gerilmektedir. Hal böyle olunca Türkiye’de gerilemekte olan demokrasinin mağdurları çoğalacaktır ve bunlar arasında bizler de olabileceğiz. Keşke en azından insani nedenlerle bu yasaklılar önceden haberdar edilse de sevgili Aysu Basri Akter’in yaşadığı gibi fazlasıyla yıpratıcı etkilere yol açmasa. Gerçi bu konuda kendi yurttaşının selametini gözetecek cesareti bulunmayan bir Kıbrıs Türk tarafı ortadayken, Türkiye’den Kıbrıslı Türkler’in bireysel selametini gözetecek bir duyarlılık beklemek de gerçekçi olmaktan çıkıyor maalesef.

 

YENiDÜZEN: Mersinlik-Tatlısu yangınıyla ilgili Meclis araştırma komitesi kurulmuştu. Komitedeki çalışmalar ne aşamada, komite çalışmalarını ne zaman tamamlamayı planlıyor?

Erkut ŞAHALİ: Komite çalışmasına sahayı, yani yangının çıkış yerinden başlayarak etki altına aldığı bölgeyi inceleyerek başladı. Manzara gerçekten yürek kanatan bir facia… Komite’nin görevi yangının çıkış nedeninin ve müdahale sürecinde yaşananların araştırılmasından ibarettir. Ancak bizim öncülüğümüzle oluşturulan bu komite, ülkedeki orman varlığının mevcut durumunu da araştırıp raporlayacak ki ben bunu da paha biçilmez değerde görüyorum. Çünkü, güvenli zamanlarda ormanların nasıl değerlendirildiği, yangınların nedenlerine de bir felaket sırasında yaşanan ya da yaşanması muhtemel olaylara da ışık tutar. Bu konuda yangın öncesinde, yangın sırasında ve sonrasında bazı beyanlarım olmuştu. Özellikle önleyici faaliyetlerin ve Orman Dairesi’nde sevk ve idarenin gereken durumda olmadığını, orman alanlarının maksat dışı kullandırıldığını ve suç işlendiğini sayısız kez açıklayıp uyarmıştım. Maalesef tarihimizin ikinci en büyük orman yangını bu uyarılarımızın ardından yaşandı. Önceki yılki yangında ilgili bakanlık ve daire aynı kadrolar tarafından yönetilirken yaşanmış ve kayıtlara tarihimizin en büyük üçüncü yangını olarak geçmiştir. Komite raporu elbette icracı bir sonuç doğurmayacak ancak siyaseten bir saptama olarak yine de değerli sayılmalıdır. Süreç başlamıştır, komite çalışıyor. Dolayısıyla bu konuda elbette sahip olduğum fikirler var ancak komite çalışmasına etki etmemesi için bundan daha detaylı bir değerlendirmeyi şu an için yapmamayı tercih edeceğim. Dilerim, bizim ve ilgili diğer birimlerin yangına dair değerlendirmesi ve çıkarılacak dersler benzer felaketlere karşı çok daha hazırlıklı olabilmemize yol açar.

yd-destek-gorseli-2-768.jpg

Bu haber toplam 4874 defa okunmuştur