1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Ressam Nilgün Güney: “Bölünmüş bir şehrin bir yarısında bienal olur mu?...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Ressam Nilgün Güney: “Bölünmüş bir şehrin bir yarısında bienal olur mu?...”

A+A-

“Çözüm istencini ‘kasaba zihniyeti’ olarak algılamak ve bunu ‘felç edici bir saplantı’ olarak görmek şu anda yürütülen siyaseti meşru kılmaktır. Çözüm istemek niye bir saplantı olsun? Belki çözüm olmadan da Lefkoşa'nın iki tarafının da birlikte olacağı bir bienal gerçekleştirilebilir. Benim itirazım bienalin bir şehrin yarısıyla yapılmış olması...”

 

Çok değerli arkadaşımız, sanatçı Nilgün Güney, “Bölünmüş bir şehrin bir yarısında bienal olur mu?” diyerek Lefkoşa Bienali için eleştiride bulunuyor. Nitekim Lefkoşa Bienali’nin ilk resmi duyurusunun yapıldığı günlerde, Lefkoşa’nın bölünmüş bir şehir olduğundan tek bir satırla dahi söz edilmemişti… O günlerde Lefkoşa Belediye Başkanı Mehmet Harmancı’nın bu bienaldeki danışmanı olan değeri bir arkadaşımıza bu “tuhaf” durumu yazmıştık ancak bu konuda herhangi bir adım atıldığını görmedik… Nitekim ilerleyen günlerde, bazı çevreler bölünmüş Lefkoşa’da “Kıbrıslırumlar’ı bienale çağırdıklarını ama onların gelmediğini, baskı gördüklerini vs.” söyleyerek konuya kendilerince “yanıt vermeye” çalıştılar… Çok değerli ressam Nilgün Güney, “Bölünmüş bir şehrin bir yarısında bienal olur mu?” başlığı altında sözkonusu “bienal”e eleştirilerde bulununca, ona saldıranlar oldu… Hatta daha da ileri gidip bu eleştirilere “kasaba zihniyeti” diyenler de çıktı…

 

KAYIPLAR VE TRAVMALAR KONUSUNDA GÖNÜLLÜ ÇALIŞAN SANATÇI…

Ressam Nilgün Güney’in “kayıplar”, toplu mezarlar, Kıbrıs’taki toplumların yaşamış olduğu travmalar konusunda bizimle birlikte bir yıla yakın bir süreyle (2013-2014) tümüyle gönüllü olarak yürüttüğü atölye çalışmaları ve küratörlüğünü yaptığı “Gerçeğin Rengi” başlıklı hem Kıbrıslıtürk, hem Kıbrıslırum, hem de Suriye, İtalya vs.’den katılan ressamların ortak sergisini görmezden gelenler, iş Nilgün’ün yaptığı eleştiriye gelince, öfkelendiler… Yine bu yıl içerisinde açılan ve yine kayıplar, toplu mezarlar, çatışmalar ve savaşlar ile birbirini tüm bunların ortasında kurtarmaya çalışanların çabalarını içeren “Acıdan Umuda” başlıklı resim, seramik ve heykel sergisini de küçümsediler… Bu sergide de Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum ressamlar, heykel ve seramik sanatçılarının eserleri ortak bir sergide bir araya getirilmişti… Ve Nilgün Güney ile Fotos Dimitriu, bu serginin de ortak küratörleriydiler… Sergi Lefkoşa’da, Leymosun’da, Baf’ta, Larnaka’da Oroklini’de açıldı, Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum kayıp yakınlarının ortak örgütü olan “Birlikte Başarabiliriz”in ve AKEL Yeniden Yakınlaşma Bürosu’nun yanısıra ilerici kültür örgütlerinin de katkılarıyla, tümüyle gönüllü biçimde hazırlandı…

 

HİÇBİR ESER SATIŞA SUNULMADI…

Ressamların, heykeltraş ve seramikçilerin hiçbir eseri “satışa” sunulmadı çünkü bu, tümüyle insani ve gönüllü bir çabaydı: Adamızın kanayan yarası olan “kayıplar” konusunda duyarlılığı arttırmayı, bu kanayan yaraya bir nebzecik olsa da pansuman olmayı hedefleyen “Gerçeğin Rengi” sergisinde de hiçbir eser “satışa” sunulmamıştı… Hatta sanatçılar, eserlerinin bir bölümünü, örneğin Palekitireli “kayıplar”ın da aktif olduğu Palekitire Derneği’ne bağışladılar. Bu eserler arasında Nilgün Güney Sanat Atölyesi’nden genç ressam Eda Gökçe’nin Palekitire katliamında ailesini yitiren Petros Suppuris’in yağlıboya bir tablosu, ressam Aydan Lisaniler’in Muratağa’yla ilgili bir tablosu gibi yağlıboya tablolar vardı…

 

BARIŞ KÜLTÜRÜ İÇİN MÜCADELE…

Ressam Nilgün Güney, bugüne kadar sayısız gönüllü işe imza attı – yabani hayatın korunmasından tutun da pek çok ilerici derneğin 1980’li yıllardan başlayarak Dünya Barış Günü afişlerini, amblemlerini çizdi, herhangi bir maddi karşılık beklemeksizin her zaman gönülden ve insani biçimde adamızın iki yarısının birleştirilmesi, bir barış kültürü oluşturulması için mücadele etti. Barikatların açıldığı 2003 yılından itibaren Kıbrıslırum sanatçıların örgütü ile birlikte Kıbrıslıtürk sanatçıların örgütünü bir araya getirip sayısız ortak etkinlik düzenledi… Hep umudu, barışı, insanı, insaniyeti seçti…

 

BEDELYAN AİLESİNE ARMAĞAN EDİLEN TABLOLAR…

Onun Kıbrıs’ta tüm toplumları kapsayan gönüllü faaliyetlerinde Kıbrıslı Ermeniler’in yaşadığı acılar da vardı: Düzenlediğimiz “Sihirli Keman” başlıklı ünlü müzik öğretmeni Bedelyan’ı andığımız geceye yönelik yine gönüllü atölye çalışmalarında üretilen Bedelyan’ı anan eserleri de ailesine armağan etti… Uzun uzadıya onun insani çabalarını buraya yazmayayım, dileyen hayat hikayesini bulup bir zahmet okuyabilir isterse… Bu yüzden Nilgün Güney’in yaptığı eleştiriye yönelik olarak “kasaba zihniyeti” denilmesi, asla kabul edilemez bir durum, son derece acımasız bir “eleştiri” ve bunun da herhangi bir “yanlış anlama”dan kaynaklanmadığına yürekten  inanıyoruz… Nilgün Güney’in “Bölünmüş bir şehrin bir yarısında bienal olur mu?” başlıklı kendi sosyal medyasında paylaşmış olduğu yazısını, teşekkürlerimizle iktibas ediyoruz ki görmeyenler de görsün, duymayanlar da duysun ve barış mücadelesinde bu önemli eleştiri de sadece sanal dünyada değil, yazılı basında da yerini alsın…

 

NİLGÜN GÜNEY’İN YAZISI…

Nilgün Güney’in  “Bölünmüş bir şehrin bir yarısında bienal olur mu?” başlıklı yazısını da bu sayfalarda paylaşmak istiyoruz. Nilgün Güney şöyle yazıyor:

“Bienal, sözcük anlamı Fransızca bir kökenden gelen ve her iki yılda bir tekrarlanan uluslararası, kültürel ve sanatsal bir etkinliktir. Genellikle çağdaş sanatın sergilendiği, büyük sanat etkinlikleri olan bienaller dünyanın farklı şehirlerinde, farklı ülkelerden gelen sanatçıları, eleştirmenleri, sanatseverleri bir araya getirerek, kültürel ve sanatsal etkileşim sağlar. Seyircileri düşünmeye ve tartışmaya yönlendirir. Böylece uluslararsı birleştirici özellik kazanır.”

 

MEVCUT SİYASİ AYRILIĞI VE SINIRLARI DAHA ÇOK PEKİŞTİRİYOR…

“Bölünmüş bir kentin tek tarafında düzenlenmesi bienalin en önemli özelliklerinden biri olan birleştiriciliği ortadan kaldırdığı gibi, mevcut siyasi ayrılığı ve sınırları daha çok pekiştirmektedir. Normalde yapıldığı şehrin adıyla anılan bienaller farklı mekanlarda şehrin tüm coğrafyasına yayılır. Lefkoşa bienali de, bienal katagorisine girmesi için, sergi ve etkinlik mekanları ile şehrin tamamını kapsayan, iki tarafın sanatçı ve küratörlerini de bir araya getiren bir etkinlik olmalıydı. Sınırları olan bir şehirde, şehrin adıyla, yarısında gerçekleşen bir şeye bienal diyemeyiz.”

 

BERLİN BİENALİ, DUVARIN YIKILMASI VE ŞEHRİN BİRLEŞMESİNDEN SONRA GERÇEKLEŞMİŞTİ…

“Başka bir bölünmüş şehir örneğine bakacak olursak, Berlin bienali, duvarın yıkılması ve şehrin birleşmesinden sonra gerçekleşmişti. Farklı mekanlarda, şehrin tüm coğrafyasına yayılan 'Berlin/Berlin' başlığıyla gerçekleşen bienal, birleştirici gücüyle şehirdeki siyasi, kültürel ve bölünmüşlük izlerine karşı durmaya çalşmış, aynı zamanda birleşmeden sonra şehrin genel kültürel coğrafyasını kutlamak amacını da taşımıştı.

Lefkoşa bienali de sanatçılar aracılığı ile geçmişle yüzleşebilen, tarihsel travmayı sorgulayabilen, yarım olmasına vurgu yapılabilen bir platform olabilseydi, tek taraflı veya yarım olsa bile belki Lefkoşa için anlam kazanırdı...ama kentin öteki yarısını yok saymak bienal ruhuna aykırıdır.”

 

ÜLKEMİZDEKİ ACILAR VE TRAVMALARI GÜNDEME GETİRMEDEN BAŞKASINA MERHEM OLAMAYIZ…

“Adada yıllardır yaşanan anlaşmazlıklar, savaşlar, ölümler, kayıplar sonucunda oluşan travmalarımız, çocuklarımıza aktarılarak devam ediyor. Siyasi belirsizlik gelecek kaygıları yaratıyor. Dünyanın başka yerlerinde yaşanan acılarla elbette empati kurabilir onların acılarını paylaşabiliriz ancak kendi ülkemizdeki en büyük sorunu, acıyı ve travmayı gündeme getirmeden, bunları çözmeden başkalarının acısına merhem olmamız mümkün değildir.

Lefkoşa bienaline başka bir açıdan bakarsak, uluslararası havaalanı veya uluslararası limanı olmayan bir yerde, uluslararası olması gereken bienal nasıl yapılabilir!... Bütün dünyadan katılması beklenen sanatçılar, sanat eleştirmenleri, sanatseverler v.s adaya hangi yolla girecek!”

 

ADINA BİENAL DENMESEYDİ, GÜZEL BİR SANAT ETKİNLİĞİ OLARAK YERİNİ ALIRDI…

“Ada siyasi bir çözüme kavuşmadan, şehrin öteki tarafına pasaportsuz geçmeden Lefkoşa bienalinden söz edebilir miyiz? O bienale şehrin adını verebilir miyiz.

Zamanın ruhunu yansıtan dünyadaki bianellere bakıp biz de bugün zamanın ruhunu yansıttığımızı söyleyebilir miyiz?

Adına bienal denmeseydi, yapılan bu çaba belki güzel bir sanat etkinliği olarak yerini alırdı. Gözlerimizi kapatıp bu kadar yüksekten uçmaya gerek var mı?”

 

“KASABA ZİHNİYETİ” SÖYLEMİNE YANIT…

Nilgün Güney, yukarıda sayfalarımıza aldığımız yazısının yanısıra, şair Maria Siakalli’nin (Maria Şagalli) sosyal medya sayfasında da “kasaba zihniyeti” şeklinde kendisine “eleştiri” yönelten makaleye de yanıt verdi. Nilgün Güney, özetle şöyle yazdı:

“Kendine göre yorumlamış, ne etliye ne sütlüye dokunmuş gibi geldi bana. Siyasi çözüm gelmeden evrensel temalara dokunmayacığız gibi düşünce öne süren yok zaten. Herkes evrensel temaları çalışabilir çalışıyor da zaten. Ayrıca çözüm beklemek küçümsenecek birşey değildir. Bana göre yarım Lefkoşa bütün Lefkoşa’yı temsil etmiyor. Söylemeye çalıştığım bu. Bu bienal başka bir şehirde yapılsa olurdu belki ama bölünmüş bir kentte yapılıyor. Bienaller normalde o şehre ait oluyor ve o şehrin adını taşıyor. Diğer tarafı yok saymak, bienal yapısına ve ruhuna uymaz. Lefkoşa dendiğinde sadece bizim taraf Lefkoşası algılanmamalı. Dediğim gibi bunun adına bienal diyemeyiz. Herhangi bir sanat etkiniliği olabilir. Bulut'un düşündüğü gibi çözüm istencini ‘kasaba zihniyeti’ olarak algılamak ve bunu ‘felç edici bir saplantı’ olarak görmek şu anda yürütülen siyaseti meşru kılmaktır. Çözüm istemek niye bir saplantı olsun. Belki çözüm olmadan da Lefkoşa'nın iki tarafının da birlikte olacağı bir bienal gerçekleştirilebilir. Benim itirazım bienalin bir şehrin yarısıyla yapılmış olması... Travmalardan söz ememin nedeni de seçilen 'merhamet' sözcüğüne vurgu yapmaktı. Biz kendi travmalarımızla yüzşlemeden, bunların üstesinden gelmeden başkalarına nasıl yardım edeceğiz, kendi sorunlarımızı, kendi yükümüzü ortadan kaldırmadan başkalarına merhem olmamız mümkün olmaz demek istedim. Merhamet sözcüğü de tartışılabilir ama buraya girmiyorum şimdi. Dini çağrışım yapan bu sözcük, acınacak durumda olan birine yapılabilen bir duygu veya eylemdir. Merhamet duyan ise daha üstündür....”

 

AŞIK MENE’NİN YAZDIKLARI…

Nilgün Güney’in kendi sosyal medyasında yayımladığı bu eleştiriler üzerine, ressam Aşık Mene de şöyle yazdı:

“Bienal dediğiniz, öncelikle gücü yerli sanatçılardan gelir. Küratör önemli değil. Seçersiniz, memlekete gelir, çağın nabzını tutan sanatçıları ziyaret eder, kendine bir yol belirler. Sanatçılara danışılmadan olay oldu-bittiye getirilmiş. Bienali tasarlayanların sanatla alakası yok. Sergilenen şeyler, naif, ilk akla gelen, sanat felsefesi ve estetik'le uzaktan yakından alakası olmayan kitch şeyler. Güney Kıbrıs'taki patates ve hellim formlarıyla özdeş. Nereye gidiyorsunuz? "Quo vadis? En azından dünden bugüne sanat üretimlerine saygınız olsun. Ama yok! Popüler kültür, dediğiniz, biraz turistik, biraz, provakasyon sizi kurtarmaz. Kendinize geliniz efendiler… Bizler sanatsal aktiviteleri her zaman destekledik. Ancak en az 50 yıllık bedel ödemiş sanatçılar olarak bir baktık ki, önce kumarhane işleten şirketler Güzel Sanatlar üniversiteleri açtı. Arkasından bienalimsi girişimler başladı. Ülke sanatçısının bundan haberi yok. Hele bir çağırın, davet edin, birşey yapılacaksa fikirlerimizle destek verelim, yok! “Biz yaptık oldu!” hikayesi. Yahu biraz saygı ve biraz merhamet kendi sanatçılarınıza. Hayatımızda karşılaşmadığımız insanlar şimdi bizi aşağılıyor eleştiri yapıyoruz diye. E hadi bakalım kolay gelsin. Ölü doğdunuz…”

oncelikli-sayfanin-ustune-s-17-nilgun-guneyin-palekitre-katliamindan-geride-kalanlar-baslikli-tablosu.jpg

Nilgün Güney'in Palekitre katliamından geride kalanlar başlıklı tablosu...

oncelikli-sayfanin-ustune-saga-s-16-ressam-nilgun-guneyin-lefkosayla-ilgili-bir-resmi.jpg

Ressam Nilgün Güney'in Lefkoşa'yla ilgili bir resmi...

Bu yazı toplam 1123 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar