“Pek hatırlatılmayan bir Kıbrıs katliamı: Fazıl Önder…”
Özkan Yıkıcı/Yeniçağ
(YENİÇAĞ gazetesinden Özkan Yıkıcı, “Pek hatırlatılmayan bir Kıbrıs katliamı: Fazıl Önder”i ve 1958 yılının nasıl bir dönüm noktası olduğunu yazdı… Bu değerli yazısını, teşekkürlerimizle iktibas ediyoruz… S.U.)
Genelikle yakın tarih hep güncel idolojik çıkara göre şekillendirildi. Öyle şekillendirildi ki birçok olay çoktan yok salydırtıldı. Birkısmı da güncel politik çıkara göre oluşturuldu. Bu yüzden Kıbrıs kendi tarihini pek de gerçeklerle öğretmez. Örneğin özelikle dış etkenler hep sildirtilir. Bambaşka yönle oluşturulan bilgilendirmeler algı oyunları gibidir.
Kıbrıs yakın tarihinin pek konuşturulmayan senelerinden biri de 10958 yılıdır. İlgili yıl önemlidir. Birçok siyasal ayarlar o yılda gerçekleştirildi. Silahlar kendi etnik kesimine yöneldi. Türk Türk’ü veya Rum Rum’u öldürdü. Sol kesim veya beğenilmeyen kişiler açıkça öldürüldü Aygasyano’dan Gönyeli provakasyonları gerçekleştirildi. Makariyos Seyşel’e sürüldü. TMT, Denktaş ve Vuruşkan’ın kontroluna girdi. Bu tarih TMT kuruluş günü olarak da ilan edildi. Birçok aydın sosyalist ve gazeteci öldürüldü. Hem de İngiltere sömürge döneminde. Öldürülen o yılki Türk aydınları ve sosyalistler konusunda nedense İngiltere pek bir şey yapmadı. Bu kişilerden biri de gazeteci sosyalist Fazıl Önder’di. Mayıs’ın sıcaklığında, Haziran’a gidilirken, sokakta vuruldu. Öylesine vuruldu ki onu görmek isteyenleri dahi engellendi. Mezarının yeri dahi hala bilinmiyor.
Fazıl Önder, Kıbrıslı bir sosyalisti. 1958’de öldürülenler adanın bağımsızlığını isteyenler, Türk-Rum ortak mücadelesini savunanlar oluyordu. Sola açılma veya adanın bağımsızlığı engellenerek resmen “Taksim-Enosis” tezleri üzerine yoğunlaştırıldıydı. İşler yoluna da girdi. Özellikle yıl başında yapılan Türkiye’deki Bağdat Paktı’nın kurulması ve İngiliz valisinin Küçüğü de oraya getirmesi, gelişmenin nasıl planlandığının önemli hamlesiydi. Özellikle Türk kesiminde Bir Mayıs’a ortak katılım sonrası, tehtit ve öldürmeler başladı. Fazıl Önder de bunlardan biriydi. Mayıs 58 yılı Kıbrıs’ta kendi içinde sol temizleme katliamlar ayı oluyordu. İşler yolundaydı. Bu durum 1959 sonunda adeta bıçak gibi kesilip başka yöne dönüştüydü.
Fazıl Önder’in katli epey zaman solda dahi bilinmiyordu. Bilenler de sınırlı bilgiye sahipti. Öldürülme şekli ile yaratılan korku kadar, mezarının dahi bilinmemesi, olay konusunda hafıza kaybının kolayca oluşmasına yardımcı oldu. Önder, gelişen sosyalist hareketler ve Kıbrıs yakın tarihini araştırma yüzleşme döneminin de gelişmesi ile yeniden hatırlandı. Ancak, yeterli bilgi kolay kolay oluşmadı. Zamanla konuların emperyalist anlamlarla, gelişen sorgusal yöntemler sonucu Önder’in de Kıbrıs tarihindeki yeri anlaşılmaya başlandı. Hele katledilme şekli epey sonra tamamlayıcı bilgilere ulaştı.
Tarihin cilvesi oluyordu. Eğer Kıbrıs’ta sol hareket gelişmeseydi, emperyalist eksene dek konuları sorgulayıp yerine koymasa birçok olay yetersizlik kıskacında kalacaktı. Geçmiş sol sorgulama ile emperyalist gerçeklik yüzleşmeleri arttıkça önemli sonuçlara da ulaştı. İngiltere’nin son dönemindeki cinayetler ve sorumlularının bulunmaması, kaçınılmaz kuşkuları da arttırdı. Hala Önder katliamından Aygasyano ve Gönyeli gibi provokasyonlar veya 58’de Lefke’den öteki bölgelerdeki etnik temizlik konularında valiliğin seyretmesi, bize günümüz Kıbrıs sorularına önemli başlangıç yanıtları verecektir.
Kısaca, Fazıl Önder, Kıbrıs’ın karanlık tarihinde önemli bir cinayettir. Teşkilatların kendi içine dönüp aydınlık sosyalizmi katletmenin kanıtlarından biridir. Hem de çokça övülen İngiltere sömürge döneminden. Elbet bu tür olayların, bağımsız sosyalist hareketler güçlendikçe daha doğru zeminde konuşulacağı da kesindir.
(YENİÇAĞ – Özkan YIKICI – 24.5.2025)
“Fazıl Önder’in önünde saygıyla eğiliyorum…”
Ertan İNCE
1 Mayıs 1958'de, Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırumların birlikte gerçekleştirdikleri İşçi Bayramı mitinginden sonra, Kıbrıs'ta EOKA ve TMT örgütleri, namlularını kendi toplumları içerisindeki aydın, barış içinde bir Kıbrısta kardeşçe yaşamı savunan ilerici, solcu, komünist yurtseverlere yöneltmişlerdi… Bunlardan birisi de, İnkılap gazetesi yazı işleri sorumlusu da olan Fazıl Önder’di. 22 Mayıs’ta Ahmet Sadi ve eşinin kurşunlanmasından sonra, 24 Mayıs 1958 sabahında da Fazıl Önder çalştığı saraç dükkanında saldırıya uğramıştı… İngiliz sömürge idaresinin koruma ve kollaması altındaki TMT mensubu faşistler, önce Fazıl Önder’i kurşunlamış, buna rağmen Fazıl Önder ayağa kalkıp peşine düşmüş, fakat pusudaki başka bir alçak tarafından sırtından hançerlenmişti… Uzun süre yerde yatan bu yiğit yurtsever, daha sonra gelen polis arabasına alınmış ve son nefesini verinceye kadar Lefkoşa sokaklarında dolaştırılmıştı… Teşkilat mensupları, ailesi de dahil cenazesine katılmaması için herkesi tehdit etmişti… Kaymaklı mezarlığında gömülü olan Fazıl Önder, bugüne kadar birçok kuruma yapılan bir çok müracaata rağmen, yattığı tahmin edilen bölgenin araştırılıp DNA testi yapılması için hiçbir adım da atılmış değildir... Aydınlıklar içinde yat Kıbrısımın aydınlık yüzü… Unutmadık, unutmayacağız.. Anısı önünde sevgi ve saygıyla eğiliyorum..
ÖZKER YAŞIN’IN ŞİİRİ…
1 Mayıs 1958 işçi bayramında, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumların birlikte gerçekleştirdikleri miting sonrasında, emperyalizmin güdümünde birçok ülkede oluşturulan anti komünist Gladio örgütlenmelerin Kıbrıstaki uzantıları EOKA ve TMT, namlularını Britanya sömürge idaresinin koruma ve kollaması altında, kendi içlerindeki solcu, yurtsever ilerici insanlarımıza yöneltmiş ve Mayıs ayı boyunca baskı, tehdit ve terör estirmişlerdir… Bu saldırılar daha sonraki aylarda sürdürülse de, Haziran ayı içerisinde ikinci aşamaya geçilerek, oluşturulan provokasyonlarla, Böl ve Yönet yöntemi ile, iki ana toplum birbirine kırdırılmaya başlanmıştır..
Aşağıda bir bölümü aktarılan ve o günlere gönderme yapan dizeler şair Özker Yaşın’a aittir.
...........
...........
1958 yılında
Bir felaket rüzgarı
Estirildi adamızda.
Yüzyıllar boyunca
Bu topraklarda dostça yaşayan
Türkleri ve Rumları
Düşman ettiler birbirlerine...
Böylece dış güçler
İstedikleri
Huzursuzluk ve kargaşayı
Yarattılar Adamızda.
Önce Rumlar Türkleri öldürdü,
Sonra Türkler Rumları..
Ve daha sonra
Bir gün geldi
O kanlı oyunu sahneleyenlerin
Değişti taktikleri.
Rumlara,
Rumları öldürttüler,
Türklere Türkleri...
Bu Cennet adayı
Cehenneme çeviren
O görünmeyen güçler
Kıbrıs trajedisinde yaptıkları
Bu değişikliğe
"Vatan hainlerini temizleme kampanyası"
Adını verdiler...
Not: Bir bölümü aktarılan bu şiir, yine Özker Yaşın'ın 3 ciltlik ''NEVZAT ve BEN'' isimli eserinin 2'inci cildinden alınmıştır.
*** MEDYADAN GÜNCEL…
“Kıbrıslılığı ararken…”
Birgül Kılıç Yıldırım
Eskiden buralar başkaydı. Sabahın erken saatinde sokakta yürürken kahvehaneden gelen taze kahve kokusuyla uyanırdı şehir. Herkes birbirini tanırdı. Selam vermeden geçmek, ayıp sayılırdı. Sokağın bir ucundan girerken üç-beş selam verirdin, sonunda kolun yorulurdu ama kalbin ısınırdı. Herkes birbirinin bir şeyiydi: Komşusu, akrabası, dostu ya da sadece tanıdığı… ama yabancı kimse yoktu.
DÜKKANLARIN KAPISINA SANDALYE DEVRİLİRDİ… BİLİRDİK Kİ BİRAZDAN GELECEK…
Dükkanların kapısına sandalye devrilirdi. Bilirdik ki işi çıktı, birazdan gelecek. Kimse girmezdi içeri, kimse de sorgulamazdı. Çünkü güven vardı. Sahiplenme vardı. O dükkân bizimdi, o sokak bizimdi, o hayat bizimdi. Kıbrıslıydık biz, başka türlüydük.
AYNI YERLER BAMBAŞKA BİR YER GİBİ… SELAM VEREN YOK…
Ama şimdi... Aynı sokaklardan geçiyorum. Aynı evler, aynı kaldırımlar… ama bambaşka bir yer gibi. Selam veren yok. Dükkanlar tanıdık değil, çalışanlar hiç tanıdık değil. Tabelalar yabancı, ekmekler bile başka. Köy fırınları artık lavaş yapar olmuş. Nerede bizim hellimli çöreklerimiz, zeytinli, pilavuna? Nerede o fırın tepsisine dizilip mahalleyle paylaşılan Sini gatmerimiz? Yok. Bizim tattıklarımız değil artık fırından çıkanlar. Ne damak kaldı eski, ne mahalle.
KENDİ MEMLEKETİMİZDE YABANCI… KIBRIS BURADA AMA KIBRISLILIK YOK…
Ve en acısı, biz kaldık buralara yabancı. Kendi memleketimizde. Komşumuz başka yerden, esnaf başka dilden. Aynı coğrafyada ama bambaşka bir kültürle yaşıyoruz. Kıbrıs burada ama Kıbrıslılık yok.
Sonra bir gün, güneye geçiyoruz. Birkaç saatlik bir ihtiyaç gibi ama aslında bir özlem seferi. Orada, markette, restoranda, yolda… biri dönüp sana “be dostum” dediğinde gözlerin doluyor. Çünkü tanımıyorsun belki ama biliyorsun: o da senin gibi, o da Kıbrıslı.
“İŞTE KIBRIS BU…”
Dün marketteydik mesela. Cemal bir bira almış, dolanıyoruz reyonlarda. Yanımızdan geçen biri durdu, “Keo al be, başka bira içilmez bu sıcakta,” dedi. Ne ismimizi bildi, ne biz onu. Ama işte o anda zaman durdu. Gülümsedik. “İşte,” dedik, “Kıbrıs bu.” Marketten çıktık, arabaya doğru yürürken park yerinde bir su doldurma yeri vardı. O anda uzaklardan gelen bir ses duyduk; bağırışmaya benzese de aslında eski kahvelerde dedelerimizin birbirine hem kızdığı hem de hayatı paylaştığı o sıcak sohbetlerin yankısı gibiydi. “Be, o tarafta içtiğimiz suların mineralleri yoktur, ondan düşer girarik kemiklerimizi!” dedi biri. Arıtırlar da arıtırlar, içinde hiçbir şey kalmazmış suda... Cemal’le yanlarından geçerken göz göze geldik, hafif bir hüzünle gülümsedik. Çünkü biliyorduk; ne sular, ne zaman eskisi gibi olacaktı. Plakamıza bakıp Kıbrıslı Türk olduğumuzu anladılar, içlerinden biri dönüp, “Ha be çocuklar, siz söyleyin, öyle değil mi?” diye bağırdı. O an bir umut kıvılcımı belirdi yüreğimizde; hâlâ aynı yerde, aynı havayı soluyor, geçmişle geleceği birbirine bağlıyorduk. Gürültülü sohbetin içinde kaybolurken, o eski güzel günlerin ve unutulmaya yüz tutmuş anıların tadı vardı.
TABAĞA GELEN HERŞEY TANIDIK…
Restorana oturduk sonra. Tahta masalar, hasır sandalyeler, duvarda çiçekli perdeler… Tabağa gelen herşey tanıdık: Şeftali kebabı, turşular, patates kızartması bile başka kokar orada. Daha ilk lokmada çocukluğuna gidiyorsun. Nenemin sesi kulağımda: “Piron’u tut düzgün, misafir var.”
Güneyde Kıbrıs yaşıyor hâlâ. Kıbrıslı esnaf var orada, gözüne bakan insan var, hikayesini anlatan garson var. Kuzeyde ise artık sadece gölgeler var. Biz Kıbrıslılar, Kıbrıs’ı yaşamak için güneye gitmek zorundayız. Çünkü kuzeyde vitrin var ama ruh yok. Sokaklar var ama anı yok. Dükkanlar var ama komşu yok.
EN ÇOK DA ÇOCUKLAR İÇİN ÜZÜLÜYORUM… ONLAR BİZİM YAŞADIĞIMIZ KIBRIS’I HİÇ BİLEMEYECEK…
En çok da çocuklar için üzülüyorum. Çünkü onlar bizim yaşadığımız Kıbrıs’ı hiç bilmeyecek. Sandalye devrildiğinde “ne olmuş?” diye soracaklar. “Birazdan gelir” cevabının ne kadar güven dolu olduğunu anlayamayacaklar.
Belki bir gün… Belki bir gün yeniden tanışırız kendimizle. Ama o gün gelene kadar biz Kıbrıslılar, birbirimizi güneyde buluyoruz.