1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Lahey’deki savaş suçları davalarından çıkarılacak dersler... – 2 -
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Lahey’deki savaş suçları davalarından çıkarılacak dersler... – 2 -

A+A-

Balkan Insight’ta Eric Grody’nin “Lahey’deki savaş suçları davalarından çıkarılması gereken dersler”le ilgili makelesini okurlarımız için derleyip özetle Türkçeleştirdik. Eric Grody, Balkanlar’da geçmişle yüzleşme hakkında devamla özetle şöyle yazıyor:

***  Bir kez Srebrenika’daki soykırımdan diğer suçlananlar suçlu bulununca, en üst düzeydeki askeri komutanın suçsuz bulunması için herhangi bir şans yoktu. Aynı şekilde, daha önceki oturumlar, soykırım gibi büyük ölçekli suçları tanımlamayınca, sonuncu oturumun (panelin) başka türlü bir tanım getirme olasılığı çok düşüktü. Aslında konu bu suçların soykırım mı yoksa başka bir suç mu olarak tanımlanıp tanımlanmayacağıyla ilgiliydi...

***  Bir soruyu aradan çıkaralım. Yargıçların “soykırım” olarak tanımlamadığı suçlar, insanlığa karşı işlenmiş suçlar olarak tanımlanmıştı. “İnsanlığa karşı suçlar” başlığının ima ettiği gibi, bunlar hiçbir şekilde hafif suçlar değildi. 1951 yılında Soykırım Konvansiyonu yürürlüğe girmeden önce, uluslararası hukukta, daha büyük bir suç tanımlanmamıştı.

***  Her neyse, soykırım daha büyük bir suç olarak tanımlanmıştır...

***  Avukatların ve yargıçların işleri işte bu noktada karmaşık hale gelir. Bir mahkemeyi bir soykırım suçu işlendiğine ikna etmek için, Soykırım Konvansiyonu’nun çok da iyi bir tanım yapılmamış şekliyle İkinci Maddesi’ndeki a ve be fıkralarında yazan bir “ulusal, etnik, ırksal ya da dini” grubun “bir bütün olarak ya da kısmı olarak yok edilmesi niyetine” yönelik eylemlerin gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğini kanıtlamak gerekir...

***  Hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde bunları ispat etmek zordur ya da bazan imkansızdır çoğunlukla, işte bu nedenle mahkemeler soykırımın gerçekleştirildiği yönünde pek az bulguya imza atarlar...

***  Gelecekte hukuki standartların değişmesi ve mahkemelerin de soykırım suçlamalarına daha açık olması mümkündür ancak yakın gelecekte bu böyle olmayacaktır. Bunun manası da soykırımla ilgili olarak pek çok mahkumiyet beklememek gerektiğidir...

***  Bu bir sorun mudur? Bir suçun ciddiyetini göstermek bakımından bir zorunluluk olduğu sürece, soykırım bulgusuna ulaşmak ya da siyasi bir sermayeyi oluşturmanın bir aracı olması bakımından sorun olabilir. Aksi halde insanlığa karşı suçlar, bir kayıp olarak addedilemez...

***  Bu konuyu genişeletebiliriz. Soykırım tanımına ulaşmak için gereken şey, kurbanların, bir grubun üyesi oldukları için kurban olduklarını göstermektir. Yüzeysel bakıldığında bu o kadar da tartışmalı olmayabilir – bu suçu işleyenler büyük olasılıkla çoğu durumda büyük bir kesinlikle bir grubun üyesi oldukları için kurbanları hedef almışlardır. Ancak bu konu kurbanların tüm hayatları dikkate alınmaya başlandığında sorunlar ortaya çıkar... Hedefteki bir grubun üyesi olarak algılanmaları için ne olmuştur? Kurban bir şeye inandığı ya da bir şey hissettiği için mi hedef yapılmıştır? Durum böyle olabilir ancak bunu bilmemiz her zaman mümkün olmayabilir. Yoksa acaba suçu işleyenler onları öyle tanımladığı için mi hedef olmuşlardır?

***  Eğer durum böyleyse, o zaman suçu işleyenlerin kullandıkları mantık da hakimlerin belirleyici kriterine dönüşebilir. Soykırım Konvansiyonu’nun mantığı, suçu işleyenlerin kullandığı aynı mantıkla konuya bakmalarını gerektirir... Bu nedenle bu konuya fikse olmakla ilgili çeşitli tartışmalar ve görüşler mevcuttur.

***  Dördüncü Ders: Başka kimler hakkında daha çok şey bilmek istiyorsunuz?

Ratko Mladiç hakkında hiçbir zaman bilmek istemediğimiz şeyler öğrendik. Örneğin tutukluyken çilek istediğini ve kendisine çilek verildiğini öğrendik. Hakkındaki karar okunacağında parmağına takacağı yüzüğü değiştirdiğini biliyoruz. Genel olarak bir pop şarkıcısı ya da bir manken hakkında merak ettiğimiz şeyleri biliyoruz onun hakkında ancak hayatta belirleyici özelliğinin kitlesel ölümler için emir vermiş olan birisi hakkında böylesi soruların yanıtlarını bilmek istemezdik...

***  Kamuya açık mahkemelerin sorunu budur kısacası... Suçlu bir dönem meşhur olur, kendi TV şovlarının yıldızı olurlar ve tüm dikkat onlara verilir. Dikkat çeken şey suçları değildir sadece, sağlık durumları, kişisel tuhaflıkları ve diğer eksantrik durumları sahneyi kaplar. Ve bunu bazan suçları dışlayacak biçimde yaparlar.

***  Dikkat bu şekilde başka yerlere yönlendirildiğinde, bunun bir bedeli olur – çünkü yönlendirme başka şeyedir. Bu durumda, kurbanlardan başka yere yönlendirilmişti dikkat, kurbanların ailelerinden, bu suçun yarattığı travmatik deneyimin değiştirdiği çok sayıda insanın hayatından başka yere çevrilmişti dikkat...

***  Aslında son yirmi senedir dikkat, kamuoyunun önüne konan esas soruyla başka yere yönlendirilmişti – o da, olup bitenlerin ispatlanıp ispatlanamayacağı, bunu yapanların hapse gönderilip gönderilemeyeceği şeklindeydi. Hapishanelerden serbest bırakılan bazı şahıslar evlerine dönmüşler, halka hitap etmişler, resepsiyonlara ve resmi geçitlere katılmışlardır. Bazıları hatıralarını yanınlamışlar, bazıları da yeniden siyasi hayata katılmışlardır. Neredeyse tümü de bir şekilde bundan yarar sağlamışlardır.

***  Büyük bir suç için kamuoyu önünde yürütülen bir mahkemenin suçu işleyen şahsa bir tür ün sağlaması belki kaçınılmazdır... Ancak suçu işleyen şahsın kazandığı her şey, kurbanlar için bir kayıptır. Bizler bu öykünün kurbanların deneyiminin tanımması, onların yüzyüze kaldığı sorunların ortaya konması ve onların ihtiyaçlarının anlaşılmasıdır. Ancak görebildiğimiz kadarıyla bu sorunlara yol açan insanlar sahneden inmeden önce bu olmuyor ya da hiç olmuyor.

***  Ders Beş: Tüm toplumu bu işe katınız...

Duruşmalar, çoğunlukla elit bir operasyon olmuştur. Birleşmiş Milletler ve devletlerle ilişkide bulunan diğer uluslararası kurumlar, sözkonusu devletlere belirli koşullar sunmuş ve onlardan bunlara uymaları beklenmiştir. Sözkonusu devletlerin siyasi liderleri de bu koşullara uymayı başarmışlar ya da bunlara uymamışlar, buun sonucunda da BM ve diğer uluslararası kuruluşlardan ya bir takım yararlar sağlamışlar ya da bunlardan yararlanamamışlardır.

***  Sözkonusu eksersiz, savunmadan hukuk profesörleri ile savcılıktan hukuk profesörlerinin mahkemede teknik bir dille yürüttüğü bir yarışa dönüşmüş ve izleyicilerin çoğu da bu teknik dili anlayamamıştır. Tüm bu süreçten dışlanan da kamuoyu olmuştur.

***  Kamuoyu bu süreçten neden dışlanmıştır? Büyük olasılıkla ana neden korku idi: herhalde politikacılar bakımından savaş dönemi çizgisinden ayrılmak popüler olmayacaktır korkusu idi, hukuk profesyonelleri bakımından ise korku, etkinliklerinin politikaya tabi olması korkusuydu, suçlular bakımdan korku, suçluluklarının ortaya onmasıydı ve bu suçtan yararlananlar bakımından ise korku, pozisyonlarını kaybetme korkusuydu...

*** Bir diğer neden ise politikacıların bildiklerini mahkemelerde ifşa etme riskini hesaplamış olmaları olabilir – mahkemeler de bunu kendilerince açıklayabilirdi... Ancak politikacıları ayrı tutmanın bir manası yoktur. Çünkü onlar tüm bölgede, tüm devletlerde vardırlar, en az güven duyulan kurumlarda, en az güven duyulan insanlar arasındadırlar...

***  Son birkaç yılın diskursunu izleyecek olursanız – buna bazı istisnalar olsa da – toplumların en güvendiği kurumların, kamuoyu önünde diyaloğunun eksikliğidir ki buna din, eğitim ve kültür dahildir. Durumu anlamak ya da anlayışla karşılanmak için insanlar bu kurumlara gözlerini çevirdiklerinde, çoğunlukla ya çatılma döneminin idelojisinin taklitleriyle karşılaşmışlar ya da büyük bir sessizlikle karşı karşıya kalmışlardır...

***  Bu çerçevede, farklı devletlerden kamuoylarına bakıp da ne tür bilgi elde ettikleri, bunları reddettikleri ya da kaynaklarına güvenmedikleri veya bu gilgiyi yeniden çerçevelendirmeleri gibi konuları incelemek zordur... Pek çok insana başka bir şey yapma olanağı verilmemiştir. Burada suçun bir bölümü, çoğunlukla yanıtların gelmesi beklenen kurumların çekingenliğinde yatıyor. Ancak suçun büyük bir bölümü de tarihsel anlayışı geliştirme ve yorumlama işini mahkemelere taşıma kararında yatmaktadır. Her koşulda sessizlik sarmalından kurtulmak zordur. Hele de siyasi ve kurumsal iktidarı elinde tutanların bunu korumak istemesi ortadayken, bundan kurtulmak daha da zordur. Bu bağlamda ancak sosyal olarak aktif olacak ve kendilerinden öncekiler gibi iktidar pozisyonlarına bağımlı olmayacak yeni bir kuşağın ortaya çıkmasıyla bu diskursun tekeli kırılabilir...

***  Ders Altı: Eğer gerçekten kastettiğinize inanıyorsanız “Yeniden Uzlaşma” sözcüğünü kullanınız...

Eğer Balkan devletlerinden birisini rahatsız etmek isterseniz, ona yalnızca “Yeniden uzlaşma” sözcüğünü söyleyiniz. Derhal çeşitli tepkiler alacaksınız ki bunlar arasında bu kavramın boş olduğu veya dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen standartların kendilerine empoze edildiği veya kurbanların hiçbir zaman katillerle bir çatışmaya girmedikleri için onlarla uzlaşmalarının da beklenemeyeceği gibi itirazlar olur bunlar. Gerçekten de bu tanım aşırı derecede kullanılmış ve kötü biçimde tanımlanmıştır.

***  Ancak eğer “yeniden uzlaşma”dan birşeyler anlıyorsak, faydalı olacak neyi kastediyoruz? Kanada Hakikat ve Yeniden Uzlaşma Komisyonu, yerli kültürlerin kok edilmesinde yatılı okulların rolünü incelemek üzere atanmışlar ve 2015 yılında bu soruya bir yanıt vermişlerdir. Bunu “Hakikat ve Yeniden Uzlaşmanın Prensipleri” başlıklı bir belgeyle yapmışlardır. Bu döküman yeniden uzlaşmanın on prensibini sıralıyor ve bunlardan birkaçına bakmakta yarar vardır...

***  Örneğin Prensip 3, bir tanımlama öneriyor: “Yeniden uzlaşma, ilişkilerin iyileştirilmesi sürecidir ki bu da kamuoyunun gerçeği paylaşma, özür dileme ve geçmişte verilen zararları tanıyıp bunları anmayı gerektirir...”

***  Prensip 5 ise “Yeniden uzlaşma, daha eşitlikçi ve daha kapsayıcı bir toplum yaratmayı öngörmelidir, sosyal alanda, sağlık ve ekonomik alandaki açıklar kapatılmalıdır...” diyor.

***  Prensip 9 ise “Yeniden uzlaşma, siyasi istek, ortak liderlik, güven yaratma, hesap verebilirlik ve şeffaflık ile kaynakların önemli ölçüde yatırımını gerektirir” diyor.

***  Bu prensipler, karakter bakımından ideal olarak görülebilir ve uzlaşılmaz olarak görülüp dikkate alınmayabilir. Bu itirazlar temelsiz değildir. Atanmış oldukları devletlerde her bir “hakikat ve yeniden uzlaşma komisyonu”, çeşitli tavsiyeler ortaya koymuşlardır. Ve bu komisyonlardan hiçbiri, önerdikleri tavsiyelerin uygulanmasında yetkili kılınmamışlardır. Her halukarda tüm durumlarda onların tavsiyelerinde sistematik eşitsizlik, tacizlerin ana nedeni olarak ortaya konmuş ve eşitsizliğin giderilmesi yönündeki önerileri görmezden gelinmiştir.

***  Her neyse, bu prensiplerden öğrenebileceğimiz şeyler vardır. Bunlar yalnızca verileri anlamaya odaklanmıyor, aynı zamanda karşılıklı olarak yaşananların tanınması ve tazminatların sağlanması için eylemleri, yeniden uzlaşmanın ana koşulları olarak tanımlamaktadır.  Ve aynı zamanda yeniden uzlaşmanın çoğu siyasi şiddetin kökeninde yatan eşitsizliklerin giderilmesi için siyasi bir taahhüt verilmesi gerektiğine dikkat çekmektedirler.

***  Bu konulara tüm itirazlar aynı korkudan kaynaklanıyor: Gerçeği tanımanın kaldırılamayacak bir bedeli içerdiği, özellikle devletlerin güvenliği ya da itibarı bakımından bedelin çok ağır olacağı korkusu... Bu durumda, sorumluluklarını dramatik biçimde kabul etmiş olan devletlere bakmakta yarar vardır.

***  Bu konuda son birkaç hafta içinde bazı yaşananlar olmuştur. Örneğin Fransa, Rwanda’da 1994’te yaşanan soykırımdaki suç ortaklığını kabul ederek özür dilemiş ve bu yönde tazminat sözü vermiştir.

***  Kanada, 19ncu ve 20nci yüzyıllarda zorla yeniden eğitime tabi tutulan kurbanlardan birkaç kez özür dilemiş ve taahhütlerini yenilemiştir.

***  almanya özür dilemekle kalmamış, 1904-1908 yıllarında Herero ve Nama soykırımlarına tazminat da ödemiştir.

***   ABD Başkanı Tulsa’yı ziyaret ederek burada 100 yıl önce işlenmiş katliamı anmış ve değişim için söz vermiştir...

***  Devletlerin bu hareketleri veya başka devletlerin benzer hareketleri tümüyle tatmin edici ya da ideal olmasalar da, tümü de evrensel olarak sevinçle karşılanmışlardır. Ve bunları yapan devletlerin itibarları sarsılmak bir yana, tam tersine, itibarları artmış ve onları eleştirenler tarafından dahi bunların doğru yönde atılmış adımlar olduğuna dikkat çekilmiştir.

***  Sorumluluğu kabul ettikleri kısacık dönemde, bir yüzyıl boyunca baskı uygulamış oldukları itibarlarından çok daha fazla itibar kazanmışlardır...

***  “Yeniden uzlaşma” sözcüğü belki çirkin bir sözcüğe dönüştürüldü çünkü gerçek olan herhangi bir şeye işaret etmiyor ve içeriği boştur. Bu sorun, tüm dikkatin geçmişe dönük olduğu bir dönemden kaynaklanıyor olabilir  - o dönem tüm etkinlikler kamuoyuyla herhangi bir bağı olmayan kurumlarda yapılıyordu ve “yeniden uzlaşma” da bu konuda sorumluluk da herhangi bir şey yapma yeteneğine sahip olmayan insanlara verilmişti.

***  Bunlar, o dönemin dezavantajlarıydı, tüm enerji ceza yasasına konsantre olmuştu. O dönem sona yaklaştığına göre toplumları paylaşmaya itecek daha geniş bir alan açılabilir ki elitlerin korkuyu öne sürdükleri durumlar dengelenebilsin ama bu pek de mümkün görünmüyor...

(Eric Gordy, University College London’da Siyasi ve Kültürel Sosyoloji Profesörü’dür...)

https://balkaninsight.com/2021/06/09/after-mladics-verdict-six-lessons-to-learn-from-hague-trials/

(BALKAN INSIGHT’ta Eric GORDY’nin 9.6.2021 tarihli makalesini derleyip özetle Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN.)

saraybosna-001.jpg

Bu yazı toplam 1012 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar