1. YAZARLAR

  2. Mert Özdağ

  3. ‘Küçük Türkiye’ korkusu…
Mert Özdağ

Mert Özdağ

‘Küçük Türkiye’ korkusu…

A+A-

Türkiye’de özellikle son 5 yılda yaşananları hep “Aman çok kötü ama bize gelmez” diye diye izledik bu güne kadar…
Terörün, ya da savaşların, çatışmaların artık global bir etkisi olduğunu görmezden geldik.
Etrafımızdaki ateş çemberine inat umursamadık olanları.
Ama son gelişmeler, göstergeler artık bu ‘sıcak’ ortamdan nasibimizi alacağımıza- almamıza ramak kaldığına işaret ediyor.
Son 5 senedir Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşadığımız ‘suni korkunun’ adı paranoya değil de nedir?
Mesela geçen yıllarda asılsız bomba ihbarları ile dolu birkaç  yıl geçirdik, hatırlayınız.
Asal Şube önüne bırakılan dinamitler meselesi kapatıldı, gitti.
Neydi o meselenin arasındaki gerçek öğrenemedik, belki de hiç öğrenemeyeceğiz.
Hep içimizde ‘derin’ bir şüphe kaldı, bırakıldı.

Anadolu topraklarında 90’larda “dağda” olan olaylar artık büyük kentlerin yollarında,
caddelerinde hatta meydanlarında yaşanıyor, ne acı.
Hani o Kıbrıslı Türklerin de gezmeye bayıldığı Taksim’de, İstiklal’de patlayan bombalar,
parçalanan insan bedenleri ve dahası…

Türkiye bizim için diğer ülkelerden farklı.
Türkiye ile yatıyor, Türkiye ile kalkıyoruz.
Türk dizilerini izliyoruz, Türk takımlarını tutuyoruz, her şeyimizde “Kıbrıslıyız” ama çok
daha fazla da “Türkiyeli”yiz.
Bunu yanlış ya da doğru bulduğum için yazmıyorum, sadece durum tespiti yapmaya çalışıyorum.
Son 5 yılda felaketlerin kıyısında yaşadık, günü geçiştirdik.
Kendi iç gündemlerimizde meşgul olduk.
Türk TV’lerinde canlı canlı izledik olayları.
Ve paranoya içimize işledi.
Kıbrıs’ın kuzeyindeki güvenlik sorununu zaman zaman konuşmaya çalışsak da kapsamlı
konuyu irdelemeye kimseler yanaşmadı.
Hep şüphelerle yaşadık.
Bu gergin ruh halimiz, bu belirsiz durum içinde bir ara polise fazlaca geniş haklar veren, hatta özel hayatın gizliliğine de müdahale edebilecek “yasa tasarıları” gündeme geldi.
Neyse ki tepki nedeniyle yasal hale gelmedi, gündemden kalktı.
En azından rafa kalktı. Bu ve buna benzer gelişmeler, Kıbrıs’ın kuzeyinin daha da Türkiyelileşmesi ile demokrasimize zarar verecek boyutlara gelebilir.
Bu nasıl olacak dediğinizi duyar gibiyim.
Zira demokratik haklara müdahale için zaman ve mekan kollayanlar var!
Zaten demografik yapının değiştirilmesi ile zarar gören demokrasimize müdahalelerin de olması, bu yarım devleti ‘anasına’ daha da benzetebilir.
Örneğin kimi kurumlar içinde başlatılan ‘operasyonlar’, siyasete dönük fişleme girişimleri bundan sonraki süreçlerde zarar verici boyutlara ulaşabilir, emsal teşkil edebilir.
Mesela Barbaros Şansal’ın yasadışı sınır dışı edilmesi bu ülkede her an yasal çerçeve dışında devlet eliyle gayrı yasal olarak zorla bir olayın içine çekilebileceğinize işarettir. 
Olağanüstü bir olay yaşanır, ya da yaşatılırsa böylesi müdahaleleri-yasa dışılıkları
uygulamak daha kolay hale gelir.
Yaşadığımız topraklarda henüz o aşamada değiliz elbette…
Her şeye rağmen demokrasimiz, siyasi rakipler arasındaki hoşgörü ortamı ve siyaset etme biçimimiz kötü değil.
Bu demokrasiye dem vuran siyaset tarzımız toplum olarak dıştan gelene karşı hemen karşı duruş göstermemize neden oluyor.
Bu iyi bir şey!
İyi çünkü; bu dirençle zaten yurttaşlık siyaseti ile yeterince müdahale edilen demokrasimize daha fazla zarar vermenin önüne geçiyoruz. 
Demek istediğim şu ki Ortadoğu cehenneminde bir küçük cennet gibi duran Kıbrıs adasında, özellikle de kuzeyinde sıcak çatışma çok uzak bir ihtimal değil.
Zira Türkiye’de bir birinin boğazına sarılan, aralarında tonlarca kan dökülen çatışan grupların hemen hemen hepsinin adanın kuzeyinde “şubeleri” var.
İsim vermeye gerek yok, siz ne demek istediğimi anladınız zaten.
Siyasi partilerinden tutun da tüm derin, milli, dini, mezhepsel unsurların Kuzey Kıbrıs uzantıları, temsilcileri burada aktif olarak faaliyette…
Türkiye’de olası bir olağanüstü durum gerçekleşmesi halinde adanın kuzeyinde de bu grupların çatışma ihtimali yok mudur?
Elbette vardır.
Bunu 15 Temmuz’da yaşadık.

Türkiye’de yöneticiler her ağzını açtığında, kandan, kefenden bahsediyor.
Kimisi dini unsurları, kimisi militer yapıları, kimisi de çeteleşme ortamlarını kullanarak
Kuzey Kıbrıs’ta faal durumda…
Hatta birçoğunun sosyal medyada hesapları bile var.
Bir grup için diğeri ‘terörist’ veya ‘vatan haini’ sayılıyor.
Bizler, yerel unsurlar, siyasi partiler, sivil toplum örgütleri ve bireyler, böylesi bir kutuplaşma içinde taraf değiliz elbette.
Ancak bu şimdiki durum, oluşan girdabın içine çekilmeyeceğimiz anlamına gelmiyor.
Eğer bizde bir siyasi parti, ya da kişi bu gruplaşmalardan birinde yer almaya başlarsa, ya da yaratılan algı o yönde gelişirse, tetikte hazır bekleyen unsurların harekete geçeceğinden şüphe yok.
Bir sabah herhangi birimiz, herhangi bir sebeple terörist ilan edilebilir anlayacağınız!
Böylesi bir gelişme ya da başlangıç gerisini de getirmeye yetecektir.
Gazeteciler, gazeteler hedefe konacak, sivil toplum fişlenecek, kapatılacak ve ‘güvenlik’ adı altında bir baskı ortamına girebileceğiz.
Kısacası, felaketin içinde değiliz, ancak kıyısındayız, bir süredir.
İçine düşmek gibi bir tehlike-olasılık var.
Eğer görmek istersek…

 


‘Partili memurlar’ cenneti: Kamuya kayıtlı herkes mesai yapıyor mu?

Yeni iktidar döneminde değil, eski dönemlerde kamuya istihdam edilip, çalıştığı daireye 'hiç gitmeyenler' olduğuna dair ciddi ihbarlar var. Hatta bazılarını araştırmaya bile başladık ama… Neyse…

Bundan yıllar yıllar önce, meşhur UBP kurultayı döneminde yönetime yakın olan kimi şahısların, kamuya istihdam edildiğini, ancak devlet dairesi yerine partiye gidip “seçim çalışması” yaptıklarını tespit ettiğimizi de gündeme getirmiştim.
Hatta bir daire müdürünün kendi dairesinde kayıtlı görünen, ancak oraya hiç uğramayan bir 'partili-istihdamı' Maliye Bakanlığı’na yazılı belge ile şikayet ettiğini de görmüştük.
Yine, kamuda çalıştığı söylenen, ancak UBP’de “seçim işlerinde” görev alanlar türemişti.
Buna benzer değil belki ama işe gitmeyenlerle ilgili ihbarlar var.

İddialara göre;  kimi isimler istihdam edildikleri kurumlara, bakanlıklara, dairelere gelmiyorlar, ya da çok geç geliyorlar!

Yıllık izinde değiller!
Dış görevlendirmede de değil…
Devletin resmi evraklarında içinde bulunduğumuz günlerde “çalışır” durumda görünüyorlar.
Maaşlarını tıkır tıkır ödeniyorlar.
Ancak kendi dairelerinde yoklar!

Peki devletten maaş çeken bu kişiler ne yapıyor?
Kimileri yine o partilere bağlı olan kimi şahısların özel işleri ile ilgileniyorlar.

Kimileri özel işlerde çalışıyorlar.

Kimi çok kıymetli partili-memurlar da eğer işe gelmişse, sağda solda pinekliyorlar!

Evet evet yanlış okumadınız, pinekliyorlar.

Diyeceklerim bu kadar… İyi seyirler..

 

Bu yazı toplam 1793 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar