1. YAZARLAR

  2. Tamer Öncül

  3. KAZAZADELER…
Tamer Öncül

Tamer Öncül

KAZAZADELER…

A+A-

Uzun bir balayı için bindikleri gemi, rüya gibi başlayan seyahatin daha başlarındayken batınca, denizin ortasındaki küçücük bir adada bulmuştu kazazadeler kendilerini…
Bir denizaltı mı çarpmıştı “Aşk Gemileri”ne; kaptanın beceriksizliğinden bir “Şeytan Üçgeni”ne mi düşmüşlerdi; yoksa gerçekten yolcuların içindeki kimi “hainlerin oyunu” muydu koca geminin batması… Bunu anlamaları için aradan çook uzun yılların geçmesi gerekmiş miş…
Enkazdan kurtulanların çoğu adanın güneyine; diğerleri ise kuzeye yerleşmiş… “Kuzey’den daha çok gemi geçer demiş” liderliği üstlenen (sonradan ULUŞEF olarak çağrılacaktır). Ve güneye gidenleri hep düşman olarak göstermiş kazazadelere… Zaten gemiyi batıranlar da onlarmış, ULUŞEF’e göre…
Batan geminin mallarına el koyup; başta yandaşları olmak üzere azar azar kazazadelere dağıtan ULUŞEF, hayatta kalabilmek için kendine muhtaç olduklarına inandırmış kazazadeleri… ULUŞEF’in davasına inananlar, Kurtuluş Günü’ne kadar hayatta kalmayı başaracak; inanmayanlar yokolup gideceklermiş/miş…
Kuzey’e yerleşenler, ULUŞEF’in sözünden çıkmazlarmış bu yüzden… Arada, ona karşı çıkmaya kalkanlara büyük tepki gösterilir; hatta bu “hainler” güneye kovalanırmış… Ada açıklarından geçen her gemi göründüğünde “korsan gemisi olabilir… ya da köle tüccarlarıdır, siz mağralara  saklanın” diye anonslar yaptıran ULUŞEF, sandalıyla gemilere yanaşıp kaptanlarıyla görüşür; ve geriye hep asık bir suratla dönermiş… Kazazadeleri toplar “Yerleri olmadığı için bizi gemiye alamazlarmış, ama buradan her geçtiklerinde bize erzak bırakacaklarmış... Yılmak yok, direnmemiz gerek…Anneme haber gönderdim hepimizi sığacak bir gemi yaptıracak… Kurtuluş günümüz yakındır… Birlik ve beraberliğimizi bozmayalım” gibi nutuklar atarmış…
Gel zaman git zaman, kurdukları görkemli kalede yaşayan ULUŞEF ve adamlarının, kale dışında kalanlardan çok daha rahat içinde yaşadıklarını gören kazazadeler arasında kandırıldığına inananlar artmış… “Bundan sonra mağralara saklanmayacağız, gelip geçen gemi kaptanlarıyla biz de görüşeceğiz diye kazan kaldırmışlar sonunda…” 
Ama ULUŞEF allem etmiş, kallem etmiş; bir yolunu bulup, yıllarca gemilere yanaştırmamış onları… Kaptanlara haber gönderip, “bunları geminize almayın… geminizi ele geçirecekler… Aşk gemimizi batıranlara, bunlar da yardım etmişlerdi zaten…” gibi yalanlarla kandırmış onları…
Bir yandan da cemaate haber salıp;“Sakın ola bu hainlerin söylediklerine kanmayın… Sizi benden başka kimse kurtaramaz… Onların ayarlayacakları gemi havuçtandır; direkleri elma şekerinin sapındandır!” diyerek gözdağı verir; bu “ayaklanmayı” bastırmaya çalışırmış ULUŞEF; ama nafile…
Bir gün ufukta, rotasını adanın tam ortasına ayarlamış hızla yanaşmakta olan kocaman bir gemi görünmüş… Kazazadeler anonslara aldırmayıp tepelere koşmuşlar… Yüzlerce işaret ateşi yakıp şenlikler düzenlemişler… Günlerce, gecelerce sürmüş bu şölenler… Ne ULUŞEF’in tehditkâr nutuklarına aldırmış kazazadeler ne soğuğa, ne yağmura…
Gemi top atışlarıyla selamlamış bu coşkuyu…
ULUŞEF, son bir umut olarak gemiyi top ateşine tutturup; rotasını Güney’e kırmaya zorlamış…
Bir yandan da, “Bakın onlar da bizi topa tuttular… Ben size söylemiştim, bu gemi bir köle gemisi… İnanmazsanız güvertedeki beyaz (kel ve de sakallı) kaptanın yanında duran zenciye bakın! Sizi köle yapacaklar… Hem o gemi pistir… içinde çok fare olduğu için tuzaklarla doludur… Titanik bile battı, bu da batacak… Sakın ola yolladıkları sandıklara binmeyin… Tekrar kazazade olursunuz… Bizi kurtarmak isteseler sandık değil; flika gönderirlerdi…” diye çırpınıp durmuş…
Oysa kazazadeler her olasılığa karşı kendi sandıklarını hazırlamışlarmış çoktan… Gerekirse o sandıklara binip, ulaşacaklarmış gemiye… Bu duruma çok içerleyen ULUŞEF zaptiyelerini köylere salıp; “ister cehiz sandığı olsun, ister mücevher sandığı… Ne bulursanız toplayacaksınız… Sandık mandık görmek istemem”diye feryat figan eylemiş… Yağmur ve fırtına tanrılarına yalvarıp; işaret ateşlerini söndürsünler diye adaklar adamış/mış…
Ancak, dağlardan, şehirlere yayılan öyle bir gürültü varmış ki, Güney’deki bir kişinin dışında, kimse duymamış ULUŞEF’in bu yalvaran sesini…
Tam, kuzeydeki kazazadeler “herşey bitti kurtuluyoruz!” derken, Güneydeki ULUŞEF, Kuzeydeki’ne beklediği desteği atıp; kiraladığı korsan sandalcıklarını koca geminin üstüne salıvermiş… Kara bayraklı korsan sandalcıklarının denize attıkları “Hayırlı sandıklar”la geminin rotasını Güney’e çevirtmiş/miş…
Bu duruma çok kızan Kuzey kazazadeleri gemiye ulaşabilmek için Güney’e geçmenin yollarını aramaya başlamışlar…  ULUŞEFLER’in yıllar önce ördüğü duvarlara yaslanıp, deliklerden ne olup bittiğini gözlemlemeye çalışırlarken, baskıya dayanamayan duvarda çatlamalar başlamış… Sonra da gedikler açılmış duvarda…
İlk gedikler açıldığında beklenmedik şeyler olmuş… Güney’deki kazazadeler Kuzeydekilerden daha hevesli çıkmışlar gediklerden geçmeye… Küçücük adada, depremden beter sarsıntılar başlamış…
ULUŞEFLER, şakşakçılarını, büyücülerini toplayıp “Ne olup bittiğini” anlamaya çalışmışlar… Kurşunlar dökülmüş; korkuluklar çıkarılmış… Fallar açılmış… Yeraltı tanrılarına kurbanlar adanmış… Sarsıntının nedenini bulacak olanlara kırk deve yükü altın dağıtılacağı vaatlerinde bulunulmuş, ama ne sarsıntının nedeni bulunabilmiş; ne de durdurulabilmiş, giderek artan bu sarsıntı…
Oysa Mısırda’ki sağır sultan bile duymuş ki, Güney’e yönlendirilen gemi küçücük adayı bağlayıp sürüklüyormuş gideceği yere…
Geminin halatları Güney’den bağlanmış bağlamasına da, ada gideceği yere bir bütün olarak gitmekteymiş… Kazazadelerin “Kurtuluş Yolculuğu” böyle beklenmedik bir biçimde başlamış anlayacağınız…
Adacık dalgalı denizde sürüklendikçe sarsıntıya dayanamayan putlar birer birer devrilmeye başlamış… Dalgaların sesinden ULUŞEFLERin sesleri duyulmaz olmuş giderek…   
Sonra ne mi olmuş?
Gökten üç elma düşmüş…
Biri Gemi’ye, biri Güney’e, biri Kuzey’e…
Eski zamanların tersine, elmalar kapanın elinde kalmamış!
Kimlerin  muradına erdiği; kimlerin kerevetlere çıktığı tam anlaşılmasa da, rivayet olunur ki, Gemi adacığı sürüklemeye devam ediyormuş…
01-Mayıs-2003

Bu yazı toplam 2795 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar