1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Kayıp” İbrahim Latif’ten geride kalanlar, kendi adının yazılı olduğu mezarda bulundu…
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Kayıp” İbrahim Latif’ten geride kalanlar, kendi adının yazılı olduğu mezarda bulundu…

A+A-

kj-008.jpg

1974’te savaş esnasında Lefkoşa’nın güneyinde İngiliz Büyükelçiliği-Lefkoşa Cezaevi civarında bir noktada “kayıp” olan ve bu konuda uzun yıllardan bu yana gömü yerini bulabilmek için uğraş vermiş olduğumuz “kayıp” İbrahim Latif’ten geride kalanlar, Lefkoşa’da Dikmen yolundaki Lefkoşa Mezarlığı’ndaki şehitlikte, kendi adının yazılı bulunduğu mezarda bulundu. Kalıntılar, İbrahim Latif’in ailesinin başvurusu üzerine ve Bakanlar Kurulu kararıyla, Cumhurbaşkanlığı tarafından Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi desteğinde yürütülen kazılar çerçevesinde bulundu.

İBRAHİM LATİF’İN ÖYKÜSÜNÜ YAZMIŞTIK…

Bundan tam dokuz sene önce, 2011’de bir Kıbrıslırum görgü şahidinin bize ve Kayıplar Komitesi’ne göstermiş olduğu Lefkoşa Cezaevi ile İngiliz Büyükelçiliği civarındaki Birleşmiş Milletler denetimine 1974’te girmiş olan ara bölgede bir noktada bazı kazılar yürütülmüş ancak İbrahim Latif’in izine rastlanmamıştı.

Görgü şahidi bize, bir Kıbrıslıtürk subayın bu alanda savaş esnasında vurularak öldürüldüğünü, naaşının günlerce öylece kaldığını, daha sonra yandığını veya yakıldığını, kendilerinin naaşın etrafına saçılmış yanık bazı bozukluk paraları aldıklarını anlatımış ve bize onu görmüş oldukları ve bir ekşi ağacının altına üzerine toprak atılarak gömüldüğünü söylediği yeri göstermişti. Sözkonusu okurumuz ve şahidimiz, bu alanı bize ve Kayıplar Komitesi yetkililerine göstermişti yıllar önce.

ADI KAYIPLAR LİSTESİ’NDE YOK DİYE…

Ancak Kayıplar Komitesi’nin Kıbrıslıtürk Üye Ofisi, İbrahim Latif’in adının resmi “Kayıplar Listesi”nde olmaması gerekçesiyle, bu alanda Kayıplar Komitesi’nin kazı yapamayacağını söyleyerek, bu alanda Kayıplar Komitesi’nin kazı yürütmesine yıllarca karşı çıkmıştı. Kayıplar Komitesi Kıbrıslırum Üye Ofisi ise bu alanda kazı yürütülmesine itiraz etmiyordu.

2011 yılında Kıbrıslırum şahidimizin “Bir Kıbrıslıtürk subay” olarak belirttiği bu şahsın aslında İbrahim Latif olduğunu ortaya çıkarmak bize düşmüştü – o dönem İbrahim Latif’in silah arkadaşlarını bulmuş, onlarla röportajlar yapmış, ailesine ulaşmış ve sevgili eşi Göksen İnce ile kızı Gülten ve oğlu Latif İnce’yle röportajlar yapmıştık… İbrahim Latif’in öyküsünü bu sayfalarda yayımlamış ve yıllar içerisinde bu konuda onun gömü yerinin bulunabilmesi için okurlarımızın ve ailesinin yardımlarıyla uğraş vermiştik… Göksen İnce yani İbrahim Latif’in eşi, aynı zamanda Hüseyin Ruso’nun da yeğeniydi… Göksen hanımın dayısı Hüseyin Ruso, Tekke Bahçesi kazılarında Hüseyin Yalçın yazılı mezarda bulununca, aile bu kez de başka büyük bir acıyla karşı karşıya kalacak, Hüseyin Ruso’nun vurulduğu yere defnedilebilmesi için de ayrıca uzun bir mücadele süreci yaşamaları gerekecekti…

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’DEN YARDIM TALEBİ…

Bunun üzerine İbrahim Latif’in ailesi, Birleşmiş Milletler’e başvuruda bulunmuş ve uzun ve zahmetli çabalar ardından BM Barış Gücü tarafından, Kayıplar Komitesi’nden bazı arkeologlarla birlikte gönüllülük temelinde bir günlük bir kazı yürütülmüş ancak bu kazı, şahidimizin göstermiş olduğu yerde yapılmamıştı.

İNSANİ İŞLER KOMİSERLİĞİ’NE BAŞVURU…

Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi’nin, İbrahim Latif’in resmi “Kayıplar Listesi”nde bulunmayışı gerekçesiyle okurumuzun/şahidimizin göstermiş olduğu alanda kazı yapılmasına onay vermemesi üzerine İbrahim Latif’in ailesi, Kıbrıs Cumhuriyeti İnsani İşler Komiserliği’ne başvuruda bulunarak şahidimizin göstermiş olduğu alanda kazı yürütülmesini istemişti.

İnsani İşler Komiserliği’nde danışman olarak görevli olan ve Kayıplar Komitesi’nin yapmadığı kazıları yürütmekle görevlendirilmiş bulunan Ksenofon Kallis’le birlikte bölgeye yaptığımız inceleme ve araştırma gezisine İbrahim Latif’in ailesi ve bir silah arkadaşı da katılmıştı. Geçen yıl yaptığımız bu inceleme gezisinde okurumuzun/şahidimizin göstermiş olduğu bölgeyi ve çevresini incelemiştik.

ÖNCELİKLE YANITLANMASI GEREKEN SORULAR VARDI…

Kallis, bu bölgeden 1974’te savaş esnasında öldürülmüş olan bazı Kıbrıslıtürkler’in ya Birleşmiş Milletler Barış Gücü ya da mücahitler tarafından toplanarak alınıp götürüldüklerini tahmin ediyordu ve bu yüzden, İbrahim Latif’in ailesinden bu konuda bilgi toplamasını istemişti. Kallis’in üzerinde durduğu noktalar ise şunlardı:

***  1974’te savaş sonrasında bu bölgeden kaç Kıbrıslıtürk’ün naaşı alınıp götürülmüştü?

***  Bunlar kimlerdi?

***  Bunlar nereye defnedilmişti?

***  Bunları alıp götürenler kimlerdi?

İbrahim Latif’in ailesi bu konuda gerek Kıbrıs’taki Birleşmiş Milletler Barış Gücü yetkililerine, gerekse Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı yetkililerine birer mektup yazmışlar ancak kendilerine herhangi bir yanıt verilmemişti.

Okurumuzun göstermiş olduğu alanda kazı yürütmenin son derece zor ve tehlikeli olması nedeniyle (çok dar bir alanda pek çok farklı taraftan asker ve yetkililerin karşı karşıya olduğu nokta ve BM denetimindeki ara bölgede bulunan bir yer olduğu için) öncelikle bu soruların yanıtlarının bulunması isteniyordu.

CUMHURBAŞKANLIĞI’NA VE KAYIPLAR KOMİTESİ’NE BAŞVURU…

Çok büyük bir ihmal sonucunda Kıbrıslıtürk makamların resmi “Kayıplar Listesi”ne koymamış oldukları İbrahim Latif’in ailesi, Lefkoşa’da Dikomo yolundaki Lefkoşa Mezarlığı içerisindeki Lefkoşa Şehitliği’nde üzerinde “İbrahim Latif” yazan mezarın kazılması için hem Cumhurbaşkanlığı’na, hem de Kayıplar Komitesi’ne yazılı başvuruda ve talepte bulunmuştu yıllar önce. İbrahim Latif’in eşi, bu mezarın varlığını, üzerinde isim yazmayan bir mezar olarak tarif ediyordu – sürekli şehitliğe giderek meçhul bir mezarda ağlayan bir kadını gören bir Türk askerinin ona acıyarak “Üzerine İbrahim Latif’in adını yazalım” diyerek bu mezara böylece isim yazdırdığını anlatıyordu.

NAAŞI ORADAN ALINMIŞ OLMALIYDI…

Ama aslında herhalde olay böyle gelişmemişti. Kallis’in tahmin ettiği gibi, İbrahim Latif’in naaşı ya Birleşmiş Milletler Barış Gücü askerleri ya da mücahitler tarafından vurulup öldürüldüğü ve yandığı ya da yakılmaya çalışıldığı noktadan alınarak kuzeye getirilmiş ve mezarlıkta bulunan bu şehitliğe defnedilmiş, bir süre sonra da herhalde mezar taşının üzerine de adı yazılmıştı…

Cumhurbaşkanlığı’nın yürüttüğü kazılarda bu mezar da ailenin talebi ve Bakanlar Kurulu kararı doğrultusunda açılmış ve örnek alınarak DNA testlerine gönderilmişti ve nitekim bu kalıntıların İbrahim Latif’e ait olduğu DNA testleriyle saptanmıştı.

NİŞAN YÜZÜĞÜ HALA PARMAĞINDAYDI…

İbrahim Latif’in ailesi, önce bu söylenenlere inanamamış, ardından mezarın açılarak yeniden DNA testi yapılmasını istemişti. Örnek almak üzere mezar açıldığı zaman, İbrahim Latif’in ailesi, İbrahim Latif’in parmağında, içinde “Göksen” yazılı nişan yüzüğünün takılı bulunduğunu görmüştü… Aynı yüzük İbrahim Latif’in eşi Göksen Hanım’da da vardı ve içinde “İbrahim” yazıyordu… Onu defnedenler her ne hikmetse, elindeki bu yüzüğü bile çıkarıp içine bakmamışlardı! Ve aile yıllarca şüphede bırakılmıştı…

Okurumuzun/şahidimizin söylemiş olduğu ve tarif etmiş olduğu gibi, gerçekten de İbrahim Latif’in naaşı yanmış ya da yakılmaya çalışılmıştı, el parmaklarında bunun izleri çok belirgindi… Bazı söylentilere göre, İbrahim Latif’in vurulduğu günlerde o bölgede bir yangın çıkmış ve bazı çalılıklar yanmıştı… O yangından ötürü mü ellerindeki kemikler bu ateşten etkilenmişti? Halil Sadrazam’ın dört ciltlik Kıbrıs tarihi kitaplarından birinde de İbrahim Latif’in olabilecek bir yanık cesedin Kıbrıslıtürk tarafına getirilerek defnedildiği ifade ediliyordu ve Lefkoşa Şehitliği’nde üzerinde adı yazılı bir mezarda olabileceğine de işaret ediliyordu…

ŞİMDİ ARTIK NEREDE GÖMÜLÜ OLDUĞUNDAN EMİN OLUNACAK…

Cumhurbaşkanlığı’nın gerek Tekke Bahçesi’nde, gerekse diğer kuşku duyulan bazı şehitliklerde yürüttüğü bu çalışmalar, takdire şayan… Ailelerin talepleri üzerine teker teker bu mezarlar açılıyor ve DNA testleriyle kimin nereye gömülmüş olduğu saptanabiliyor. Şimdi artık İbrahim Latif’in de kesinlikle adının yazılmış olduğu mezarda defnedilmiş olduğu belirlenmiş bulunuyor. Ailesi önümüzdeki günlerde onu yeniden bu mezara defnedecek…

Bu konuda bu süreçte bize ve İbrahim Latif’in ailesine destek olmuş olanlara yürekten teşekkür etmek istiyoruz…

Başta dokuz sene önce İbrahim Latif’le ilgili bildiklerini bize anlatan ve bize onun vurulduğu yeri gösteren Kıbrıslırum okurumuz ve görgü şahidimize, İnsani İşler Komiserliği’nden Kayıplar Komitesi Kıbrıslırum üyesi eski yardımcısı Ksenofon Kallis’e, Cumhurbaşkanlığı güvenlik danışmanı Halil Sadrazam’a, Cumhurbaşkanlığı’nda bu konuyu yürüten yetkililere, kazıyı yapan arkeologlarımıza ve Kazılar Koordinatörü Arkeolog Demet Karşılı arkadaşımıza, Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk üye asistanı Mine Balman arkadaşımıza, bu konuyla ilgili çalışma yapan herkese, mezarın kazılması için Bakanlar Kurulu’na öneri götüren Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’ya ve tüm bu dokuz yıllık süreçte çok derin acılar ve travmalar yaşayan İbrahim Latif’in çok sevgili ailesine yürekten teşekkür ediyoruz…

Işıklar içinde olsun İbrahim Latif… Ailesinin acısını paylaşıyoruz…

 


BASINDAN GÜNCEL…

“Osmanlı bozulmayı ve çürümeyi cesaretlendiriyor muydu?”

 

Ulus Irkad

Elimizdeki belgeler Osmanlı’nın ganimet devleti olduğunu isbat ediyor. Sadece Osmanlı’nın savaşlarını okuyup izleseniz, en yakın kitaplardan bile bunu çıkarabiliyorsunuz. Tabi ki okuyacağınız yazarlar resmi ideolojili ve “Kral çıplak” demeyenlerden olmalı. Gerisi tarafsız araştırmalarla, maalesef Osmanlı’nın birçok yanlışlığı ve ne kadar geri zihniyete sahip bir devlet olduğu ortaya çıkar. Bakın işte size İstanbul’un fethi sırasında bir gerçek belge:

“II. Mehmet birliklerinin ruhunda bütün savaş ihtiraslarını kamçılamak için, bütün kenti ve Rumları ganimet olarak vaad etti.

Orduya yaptığı konuşmada “Kent benimdir; ancak tutsakları ve ganimeti size bağışlıyorum. Ülkemin sancakları pek çoktur. İstanbul surlarına ilk çıkacak yiğide en zengin, en güzel eyaletlerin beyliğini vereceğim ve hayal edemeyeceği kadar çok ihsana boğacağım” dedi”. (Lamartine, 261, 1991).

Osmanlı Devleti’nin Ordusu’nu ganimetçiliğe özendiren bir olay daha size:

“Kanuni Sultan Süleyman’ın yaşına saygı duymayan yeniçeriler, yeni Padişah’tan bağlılıklarının karşılığını gürültüler çıkartarak arsızca istediler. Bu yüzden Sultan Süleyman’ın gözyaşları yarım kaldı. Kendilerini rüşvete alıştıran Sultan Selim’den asker başına elli duka altını koparmışlardı. Şimdi Sultan Süleyman’dan seksen duka altını istiyorlardı. Yasa haline gelen bu gelenek, imparatorluğu koruyanlara karşı pazarlık yapılmamasını öğütlüyordu. Yavuz Sultan Selim’in hazinesini taşıyan arabaları açıldı, iğrenç ve utanmaz açgözlülüklerinden dolayı yüzleri kızaran devşirme askere altınlar fırlatıldı” (Lamartine, 397, 1991).

Aslında Osmanlı ta Sultan Süleyman’dan itibaren Venediklilere korsanlık  ve ticaret yapma hakkı tanıyordu. Bu haklar Kıbrıs fethedildikten sonra  bile tanınacaktı (Lamartine, 399, 1991). George Hill, 1571 yılından hemen sonra Osmanlı İdaresi başladığında da Kıbrıs halkının artık Osmanlı’dan yaka silkmeye başladığını da “Kıbrıs Tarihi” adlı eserinde bizlere yazmaktadır (Hill, 3, 2015). Hill kitabında Osmanlı Yönetimi hakkında şunları yazmaktadır:

“Öte yandan, batıdaki engebeli kırsal bölge dışında ekili toprağı kalmayan Kıbrıs büyük oranda terk edilmiş, adaya Osmanlı fetihlerinin ödeyip adada kalmış olan bazı üst sınıf kimseler, şiddetli bir yoksulluğa düşmüş, geçimlerini katırcılık veya seyyar satıcılık yaparak sağlamaya mecbur kalmışlardı. Fetihten on yıl sonra hala sefaletin pençesindeki Kıbrıs halkı, Jean Palerne’in tabiriyle perişan kölelere dönmüşlerdi ve adada kalmış olan bazı üst sınıf kimseler şiddetli bir yoksulluğa düşmüş, geçimlerini katırcılık veya seyyar satıcılık yaparak sağlamaya mecbur kalmışlardı (Hill, 3, 2015).

Resmi İdeoloji bize Kıbrıs fethedildikten sonra, Venedik gemilerine Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de ticaret ve korsanlık yapma hakkı verildiğini de gizlemektedir. Ama tarihi belgeler bunun öyle olmadığını ve Osmanlıların Venediklilere Fetih’ten sonra bile çok haklar verdiğini gösteriyor:

Yüzyılın sonlarında Venedik’in Doğu Akdeniz’de varlığı ciddi olarak sarsılmıştı. Girit adasını da 17. Yüzyılda kaybetti. Bütün bu savaşlara rağmen Venedik Osmanlı ile ekonomik ve ticari ilişkilerini sürdürmüştü. Tabi bir yanda da Avrupa devletleri tarafından Osmanlılara karşı oluşturulan ittifaklara da  kendi çıkarları ölçüsünde katılmayı da ihmal etmedi (Arıkan, 2005, sf. 84-89). 1570 yılında Kıbrıs’ın fethinin ardından, içinde Venedik’in de bulunduğu müttefik donanması ile İnebahtı Savaşı yapılmış, savaş Osmanlıların mağlubiyetiyle sonuçlanmıştı. 1573 tarihinde imzalanan anlaşma ile Venedik ve Osmanlı devletleri arasında uzun yıllar sürecek bir barış süreci başlamıştır. Bu süreçte ilişkiler en temelde ticari alanda devam etmiş, dönem dönem Venedik’e verilen ahitnameler yenilenmiş ve barış süreci başlamıştır. Bu süreçte ilişkiler en temelde ticari alanda devam etmiş, dönem dönem Venedik’e verilen ahitnameler yenilenmiş ve barış hali muhafaza edilmeye çalışılmıştır. Tüccarların karşılıklı gidiş gelişleri bu ilişkinin en önemli yanı olmuştur (Oral, 2004, 89).

Osmanlıların rüşvete düşkün oldukları rüşvetle Osmanlı padişahlarının bile Ada’yı satmaya hazır olduğunu, Osmanlı’daki bozuklukların adaya da ithal edildiğini Hill kitabının sayfalarında yazmaktadır:

“…Adadaki dört ağalık makamı artık Lefkoşa paşası tarafından değil, İstanbul’dan iltizama verilecekti. Bu ağalıklar yerel dirlik sahiplerinin eline geçti. Bu düzenlemelerden yaklaşık yirmi yıl sonra Kıbrıs’taki Osmanlı görevlileri yetkilerini yeniden kötüye kullanmaya başlayacaktı.

Bunlar gittikçe daha fazla paraya el koyuyordu. Kıbrıs’taki reayanın çoğu Suriye’ye kaçınca yeniden devreye giren Babıali, açgözlü Osmanlı görevlilerini dizginlemek için Kıbrıs piskoposlarını adadaki tebaanın resmi koruyucuları ve temsilcileri olarak tanımaya karar Verdi (Hill,63,2015).

Osmanlı’nın adaya başından itibaren mutluluk getirmediği Hill’in şu satırlarından anlatılmaktadır:

“Padişahın başka bir hükmü, bazı yeniçerilerin yolaçtığı istismarın sona ermesini emretmekteydi. Bu yeniçeriler, şeriatla bağdaşmayacak şekilde, reayanın çocuklarını kaçırıyor ve bunların daha önce Lefkoşa’nın fethi sırasında esir aldıkları köleler olduğunu iddia ederek, ada halkına sıkıntı veriyorlardı”(Hill,21,2015).

Osmanlı’nın tabaasına veya topraklarına kattığı insanlara mutluluk yaşattığı resmi ideoloji tarafından işlense bile tarafsız araştırmalar bu iddianın denildiği gibi olmadığını göstermektedir.

 


Kaynakça

Lamartine, A.D (1991). Osmanlı Tarihi, Sabah Yayınları, İstanbul.

Hill,G.(2015).  Kıbrıs Tarihi-Osmanlı ve İngiliz İdaresi Dönemi, 1571-1948, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.

Arıkan,Z. (2005).Akdeniz’de Osmanlı ve Venedik, Toplumsal Tarih, 143, sf.84-89, Tarih Vakfı, İstanbul.

Oral,Ö. (2004). 1670’te Venedik’e verilen korsanlık ahitnamesi, Toplumsal Tarih, 127, Tarih Vakfı İstanbul.

(YENİÇAĞ – Ulus IRKAD – 24.2.2020)

 

 

Bu yazı toplam 4565 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar