1. YAZARLAR

  2. Hakkı Yücel

  3. ‘Kaçtığın Yer’ Neresidir!? -1-
Hakkı Yücel

Hakkı Yücel

yeniduzen.com'a özel

‘Kaçtığın Yer’ Neresidir!? -1-

A+A-

“Başkalarının iktidarının da, kendi iktidarsızlığımızın da bizi aptallaştırmasına izin vermemek.”
Adorno


Rivayet odur ki Osmanlı ordusu düştü düşecek İstanbul kapılarına dayanıp da ortalık yangın yerine döndüğünde, kilise, adeta bir başka âlemde yaşıyormuş gibi, ‘meleklerin cinsiyetini’ tartışmakla iştigal ediyormuş. Yaşamın can yakıcı gerçekleri karşısında ‘beyhude işlerle’ uğraşmayı simgeleyen bu rivayet, özellikle kriz durumlarında, çözüm üretmeye yönelik olarak alınan tavırların mahiyetini açıklamak amacıyla, geçmişten bugüne, sıklıkla dillendirilir. Bu alegoriden çıkarılan hükmün, soruna dönüşen gerçekliklere dikkat çekmek, uyarıcı olmak ve de çözüme odaklı hareketleri teşvik etmek bakımından, olumlu etkisi olduğu söylenebileceği gibi, aynı hükmün, hâkim olanın konumunu konsolide etmek, farklı olanı engellemek, başka türlü düşünmeye set çekmek, yoldan çıkanları hizaya getirmek amaçlı işlevselliği olduğu da bir vakıa. Bu bağlamda en çok saldırıya uğrayanların ise, aktüel çerçeve/gündemle sınırlı kalmayan, genel ve tarihsel olanı da sorgulayan, görünenin arkasında görünmeyeni de arayan, referanslarını/beslenme kaynaklarını çoğaltan, farklı bakış açıları sergileyerek başka türlü düşünmeyi de öneren ‘eleştirel akıl’ ve de o aklı yürütmeye çalışanlar olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek.

Neredeyse sürekli kriz halinin yaşandığı günümüz dünyasında bunun en somut karşılığı, ‘siyasal ve eleştirel/entelektüel akıl’ olarak, kriz(ler)e çözüm(ler) üretmeye aday aktörler arasında yer alan Sol’da gözlemleniyor. Belirtmek gerekir ki, diğer aktörlerden/mahfillerden ayrı olarak, burada Sol’un daha çok öne çıkmasının somut nedenleri, sona eren yüzyılın (20.yüzyıl) mağlubu olması kadar; paradoksal biçimde, geleceğin dünyasının en çok ihtiyaç duyduğu daha âdil, daha yaşanabilir, daha eşitlikçi, daha paylaşımcı, daha dayanışmacı biçimde inşasında, kurucu ilke ve değerlerinin tam da bunlar olması, düşünce/siyaset olarak bu talepleri karşılayacak ve seçenek oluşturabilecek güçlü potansiyeli içermesidir. Şu şartla ki, yaşadığı mağlubiyet, bu Sol’un içe dönük olarak çok boyutlu ve kapsamlı bir özeleştiri yapmasını; dışarıya dönük olarak da kurucu ilkeleri/değerleri itibarıyla içkin olduğu potansiyelini, sorunları çözmek/yeniyi inşa etmek adına üretken/dönüştürücü dinamik olarak harekete geçirmesiyle mümkün olacağını benimsemesidir. Böyle olunca ‘yeni bir’ Sol’u işaret edecek bu kapsamda bir sürecin, ‘ Sol siyasal pratik’ ve ‘Sol ideolojik/teorik’ muhteva bakımından, ‘kalıpları kıracak’, ‘tabuları sarsacak’ bir mahiyet arz edeceği aşikârdır. Tam da burada, işlevsel bir söylem -süreci engellemek bakımından işlevsel- olarak ‘meleklerin cinsiyeti’ alegorisini ya da ‘aslından kaçış’ suçlamalarını ayyuka çıkaran da işte bu gelişmelerdir. Nasıl mı? Burada geriye dönüp bakmakta yarar var.

Sol literatürde (Marxsist literatürde) “teori-pratik” ilişkisinin önemli bir yer teşkil ettiği bilinir. Şundan: Yeni bir düşünce sistematiği olarak Sol, aynı zamanda yeni -belki geliştirilmiş demek daha doğru, çünkü öncesinde en başta Hegel olmak üzere yoğun birikimleriyle başka isimler de vardır- bir teoridir(epistemolojik bir müktesebattır/teorik akıldır); keza aktörlerin kompozisyonu ve önermeleriyle siyasal anlamda da yeni bir pratiktir. (Ampirik-pragmatik/siyasal akıldır). Solun düşünsel ve siyasal seçenek olarak realize olması bu birlikteliğin (teori-pratik birlikteliğinin) sağlanmasıyla ve doğru seyretmesiyle mümkündür.  Marx “Feurbach Üzerine Tezler”de (1845) yer alan ünlü 11. Tez’de yürünecek bu yolu şöyle ifade etmektedir:  "Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir." İlk bakışta, düşünce/felsefe dünyasındaki bir eksikliği tamamlamaya yönelik/bunu ima eden, bu bağlamda ‘değişim’ vurgusunun öne çıktığı bu tezde, ‘pratik’, ‘teori’ye rağmen öncelenmiş gibidir. “Sorun çözme sanatı” olarak da kabul edilen siyaset için bu ‘öncelik’ hali anlaşılır olsa da, bir siyasetçiden çok bir düşünce insanı olan Marx’ın, sanki ileride doğacak tehlikeyi işaret etmek ister gibi, “El Yazmaları”ında  “Teori kitleleri kuşattığı zaman maddi bir güç haline döner” tespitinde bulunması ise, ‘teori-pratik’ ilişkisinin sıkı işbirliğine ayrıca işaret ediyor olması bakımından dikkat çekicidir.

Sol’un yeni bir ‘teori-pratik’ sistem olarak açığa çıkması, önce Çarlık Rusya’sında ve ardından Doğu Avrupa’ya yayılmak suretiyle gerçeklik kazanır. Şu var ki bu realizasyonda, süreç içinde gözlemlenecek ve 20.yüzyıl sonunda yaşanacak yenilgiyi getirecek olan zafiyet de yine bu ilişkinin (teori-pratik ilişkisinin) işleyişinde kendini gösterecektir.  Şöyle; bu deneyimde ‘Sol düşünce’ giderek ‘düşünce’ olmaklığın ucu açık doğurgan/yaratıcı niteliğini yitirerek; sınırları daralan, mutlaklık arz eden, kendi içine kapanan katı bir ‘ideoloji’ olmaklık hali ile yer değiştirecek; bir başka ifadeyle düşüncenin yaratıcılığını/üretkenliğini teşvik eden olmazsa olmazı ‘özgürlük/eleştirellik’, katı ideolojinin bu yaratıcılığı/üretkenliği engelleyen tutuculuk/monolitik olma haliyle maluliyetine evrilecektir. Bu kapsamda gelişmelerin sorunlar yaratacağı ise kaçınılmazdır ve nitekim yaratacaktır.

Yüzyılın ortalarında, Sol bağlamında yaşanan bu sancılı sürece işaret ediyor olması bakımından ciddi bir örnek teşkil eden Marxist eleştirel teorinin adresi Frankfurt Okulu’nun karşı çıkışı da burada olacaktır. Okulun mensuplarından Adorno “Negatif Diyalektik” başlıklı çalışmasında “Felsefe, bir zamanlar işlevini yitirmiş, gününü doldurmuş olduğu düşünülen felsefe bugün hâlâ yaşamaktadır, çünkü onu gerçekleştirme fırsatı harcanmıştır. Felsefenin dünyayı yalnız yorumlamakla yetindiği ve gerçeklik karşısında boyun eğerek kendi kendini sakatladığı yargısı, bugün, dünyayı dönüştürme çabasının yenik düştüğü bir dönemde, ancak aklın yeni bir teslimiyetçiliği anlamına gelir” diye yazarken, cari biçimiyle solun dünyayı değiştirme biçiminin başarısız olduğunu dair uyarılarda bulunmakta, dünyayı anlama çabalarının (yeniden) önem kazandığına vurgu yapmakta, yeni bir ‘teori-pratik’ ilişkisi ya da daha açık bir ifadeyle ‘teorik/entelektüel akıl’-‘pratik/siyasal akıl’ ilişkisinin/işbirliğinin gerekli olduğu önerisinde bulunmaktadır. Ancak Reel sosyalist sistemin tek hat üzerinden ilerleyen, eleştiriye ve farklı yaklaşımlara kendini kapatan katı varlığı mevcudiyetini aynen sürdürmekte ısrar edecek, giderek daha da köpürecek olan sorunlar yumağı, yüzyıl sona ererken onun da sonunu getirecektir.  

 

Bu yıkım Sol’da -mevcut biçimleriyle aslında bütün kesimlerde- hayal kırıklıklarına, dağılmaya ve savrulmaya, kaçışlara sebep olurken, bir yandan da yeniden ayağa kalkmanın çabalarını başlatacaktır. Aşikâr olan şudur ki bu yeni sürecin ve sürece dâhil olan aktörlerin (birey ya da sivil/siyasal örgüt düzeyinde aktörlerin) dünyayı/bugünkü halini anlamak/anlamaya çalışmak (burada idrak kapasitesi geniş, özgürlükçü/yaratıcı/eleştirel diyaloga açık akla ihtiyaç duyulmaktadır) ve buradan seçenekler üretmek (burada da mutlak sabitelere hapsolmuş, tek hatlı tek- makro- hedefli değil, çok hatlı çok -mikro- hedefli olma konusunda esneklik gösterebilen, genişleme kapasitesi yüksek, siyasal akıl öne çıkmak durumundadır) sorumlulukları olacağını söylemek abartı olmasa gerektir. Böylesi bir önermenin ise zorlu bir çabayı gereksineceği, zihinsel konformizmi bozacağı, düşünce ve de siyaset olarak Solu dönüştüreceği, bu dönüşümün sancılar yaratacağı ve de geleneksel kesimlerin suçlamalarına -pejoratif anlamıyla alegorik ‘meleklerin cinsiyeti’ söylemi, mahkûm edici anlamda ‘aslından kaçış’, başka birçok nitelemeler yanında burada kullanılıyor- maruz bırakacağı/bıraktığı, örnekleriyle ortadadır.  Ancak böyle olsa da yeni Sol inşası kapsamında arayışlar ve tartışmalar devam etmek zorundadır. Bu zorunluluğu durduğu yerle koyduğu nihai hedef arasındaki yolu, tek hat üzerinden ilerleyerek geçmek suretiyle kendini gerçekleştiren ve de bu nedenle tükenen Sol’un bizatihi kendi macerası öne çıkarmaktadır. Ve böyle olduğu içindir ki yeni Sol’lun varacağı nihai hedefe ulaşmakta geçeceği yolun, bağlantıları olan, çok hatlı, nihai hedefe varanda ara hedeflerde soluklanarak güç ve kazanımlar elde eden bir seyir izlemesi gerektiğini, bu bağlamda yeni referanslara/beslenme kaynaklarına -referans yokluğu değil, yeni referanslara- ihtiyaç duyduğunu söylemek malumun ilâmı gibidir. Bu ‘meleklerin cinsiyeti’ni tayine çalışmak kertesinde beyhude bir uğraş mıdır; ya da intihar hükmünde aslından ‘kaçış’ mıdır?

Melekleri (uhrevi olanı) bir kenara koyarak, daha dünyevi olan ve de o ürkütücü fiili (kaçışı) içeren soruyu, muhataplarına sorarak yanıtı aramaya devam edelim:

“Kaçtığın yer neresidir!?”  

 

Bu yazı toplam 1055 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar