İKİNCİ DALGA!
Türkiye ile Kıbrıslı Türkler arasındaki ilk dalga, yeni iktidara gelmiş AKP hükümetinin ve onun karizmatik lideri Erdoğan’ın, Kıbrıs’ta kökleşmiş çözümsüzlük politikalarını reddederek, dönemin Cumhurbaşkanı Denktaş üzerinden yarattığı temel sarsan değişim dalgasıydı.
Şüphesiz bu değişim talebi çok büyük bir toplumsal destekle hayat bulmuştu.
O yüzden AKP iktidarları yıllar içinde güçlenirken, Kıbrıs’ın Kuzey’inde değişen hükümet ve Cumhurbaşkanlarıyla federal çözümcü olsun ya da olmasın, federal çözüm ve AB hedefiyle yürüdü.
Ta ki Akıncı döneminin sonuna kadar.
Burada ayrılan yollar, Kıbrıslı Türkler’in iradelerini yozlaştırarak, parti içi politikalar dahil olmak üzere, edilgen bir yapı yaratarak ikinci dalgayı oluşturdu.
Kıbrıs’ta federal çözüm ve AB hedefi yerine, iki devletli çözümsüzlük, kendi içine kapalı, muhafazakar bir yeni dönemin ilanı yapıldı.
Toplumsal destek yerine, güçlenen otokrasi dahası diktatöryel bir yapı yerleşti.
İşte Ersin Tatar ile başlayan bu ikinci dalga şimdi kemikleşme hedefiyle kabartılmaya devam ediyor.
Ancak ilk dalganın aksine, bu, toplumsal destekten yoksun bir süreç!
Bu dalga toplumsal destekten ziyade, zümresel çıkar ortaklıklarıyla yürüyor. Ancak ne yazık ki, bu ortaklıkların gücü de azımsanabilecek bir güç değil!
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kuzey Kıbrıs ziyareti, zamanlaması ve içerdiği mesajlar açısından son derece önemli ipuçları verdi.
Hatta ipucunun ötesinde geleceğe yönelik açık işaret fişekleriydi, mesajları.
Geçtiğimiz 20 Temmuz da dahil olmak üzere son 1 yıl içinde 3. ziyareti bu, Erdoğan’ın adaya.
Son zamanlarda bu ziyaretler, sıklaşıp mesaj odaklı olmaya başladı.
Zira külliye müjdesi bu ziyaretlerin birinde verildi. Su projesi startı, hatta boru hatlarının tamiri bir seçim yatırımı olarak bu ziyaretlerin bir başkasında yapıldı.
Bu son ziyarette de Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’a açık bir destek verdi, Erdoğan.
Zaten uzun süre önce Tatar için çalışılması talimatını alan taraflar için yeni bir veri olmasa da tıpkı UBP Milletvekili Hasan Taçoy’un dediği gibi, Erdoğan’ın mesajı, “Tatar için koşturun” diyordu.
UBP’li dargınlara da mesaj niteliğinde olan bu çağrı ve destek, sadece seçim sürecinin zorlu geçeceğinin işareti değil, seçim sonrası sürecin de mutlak birlik ve güç içinde mücadele odaklı geçeceğinin ya da en azından geçmesi gerektiğinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir.
Çünkü Erdoğan, bu ziyarette sadece “yoldaşım” dediği ki bugüne kadar hiçbir Kıbrıslı Türk lider için kullanılmamıştır, Tatar’ın kendisine değil, iki devletli çözüme desteğini bir kez daha şüpheye yer bırakmayacak şekilde ilan etti.
Erdoğan’ın konuşmasında Cumhurbaşkanı Denktaş’tan alıntı yapması da tesadüf değildi, şüphesiz.
Denktaş’ın politikalarının ve kendinin itibarsızlaştırılıp Kıbrıs’ta çözüm hedefinin ilan edilmesiyle yıkılan bir dönem siyasetinin ardından, şimdi ikinci Denktaş vakası yaşanarak, federal çözüm tezi çöpe atılıyor, yerine iki devletlilik ve tanınma hedefi yerleştiriliyor.
Yani aslında uluslararası hukuk zemininde kabul görebilecek bir çözümden ziyade, çözümsüzlüğün taçlanması sürecinin de startı veriliyor.
Crans Montana sonrası ilan edilen federasyon karşıtı siyaset, geçtiğimiz 5 yıl içinde sadece uluslararası alanda değil, iç politikada da ciddi bir itibarsızlık ve yozlaşma yarattı.
Şimdi bunun şahlanarak devamı üzerine bir hedef koyuluyor.
Geçtiğimiz 5 yıl içinde kamu kaynakları belli çıkar odakları tarafından paylaştırılarak, liyakat ortadan kaldırıldı, yerini rüşvet tarifeleriyle hiç olmaması gereken yerlere konuşlanmış birçok niteliksiz kadro aldı.
Geçmişten günümüze belli alanları tutarak kendi çıkarları odağında çalışan gruplar genişledi.
Adil, şeffaf ve kamu yararı gözetilerek yapılan icraatlar neredeyse tamamen ortadan kaldırıldı. İyi niyetle çaba ortaya koymaya çalışan kadrolar da bu büyük çıkar odaklarının arasında kaybolup işlevsizleşti.
Ve bugün kamu, eğitimden sağlığa, turizmden, maliyeye kadar rüşvet ve ihale takipçiliğinin pençesinde son demlerini yaşıyor.
Kaldı ki, bütün stratejik noktalarda adresi belli özelleştirmeler ve fiili yönetim devirleri, zaten Kıbrıs Türk toplumunu yönetim erkinden uzaklaştırmışken, iktidar olma hedefini koyanların, sadece Kıbrıs sorunu politikaları ile değil, aynı zamanda bu kemikleşmiş çıkar odaklarıyla da mücadele etmesi gerekecek.
Çünkü bu çıkar odakları, sadece bu yarım adada kendi halinde küçük menfaat grupları değil, uluslararası güçlere kadar uzanan çok daha geniş bir dişlinin parçalarını da barındırıyor.
Yoksa bu kadar adaletsizliğin, açık sahtekarlık ve yolsuzluğun sadece izlenmesinin başka hiçbir izahı olamaz.
İşte o yüzden TDP-CTP işbirliğini önemsiyorum. Ancak bundan daha fazla toplumsal dayanışma ve desteği önemsiyorum.
Bu işbirliğinin çok daha geniş kitlelere ulaşması gerektiğini ama daha da önemlisi toplumsal bir sahiplenişe dönüşmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü çok uzun zamandır, Türkiye ile değil belki ama Türkiye’nin mevcut iktidar yapısıyla Kıbrıs Türk toplumun çıkarları örtüşmüyor! Aksine karşılıklı olarak birinin çıkarı, diğerine zarar yaratabilecek bir noktaya taşındı.
Buna Kıbrıs sorununun çözümü de dahil.
Buna basın özgürlüğü, demokrasinin gelişimi ya da sıradan gündelik hayatı iyileştirici çağdaş yasaların geçirilmesi de dahil.
Buna eğitim sisteminin iyileştirilmesi de dahil.
Buna yaşam kalitesinin yükseltilmesi de dahil.
Çizilen hedef, susan, biat eden, dinine ve gösterilen milli değerlere bağlılık ifade eden kuşaklar yetiştirmek.
İzlenen yol, sorgulayan, karşı çıkan, üreten kuşakların yaşam alanını kısıtlamak, tehdit görülenleri yasaklamak, tutuklamak, dahası yokedip ortadan kaybetmek.
O yüzden diyalog yoluyla kendini izah etme ihtiyacından çok gücünü gösterip kendi çıkarı ve yaratılabilecek ortak hedefler için çalışma dönemi bu dönem.
Yaşanan hiçbir sonuç, yanlış anlaşılma, izah edilememe ya da bilgi eksikliği nedeniyle değil, bilakis derin bilgi ve analiz sonucu bilinçli şekilde kurgulanmış bir stratejinin doğal getirileri.
Şimdi bu sonuçlar canımızı yakıyorsa altında daha fazla ezilmemek, çocuklarımıza yaşam alanı bırakabilmek adına hep birlikte daha farklı şeyler yapma zamanı.
Ve bunu bizim dışımızdakiler değil, bizzat, teker teker bizim, hepimizin yapması gerekiyor.
Şimdi bundan sonra da bu toplumun daha iyi bir gelecek mücadelesi için yeniden sahnedeki yerini alması, sözüne sahip çıkması gerekiyor.
Çünkü, her türlü işbirliği ve güç ancak toplumun varlığıyla yaşam bulur.