1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Gömü yerlerinin araştırılmasında yüksek teknoloji ürünü radarlar kullanılması için denemeler yapılıyor...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Gömü yerlerinin araştırılmasında yüksek teknoloji ürünü radarlar kullanılması için denemeler yapılıyor...”

A+A-

Menelaos Hacıkostis/Associated Press Haber Ajansı

Associated Press Haber Ajansı’nın Kıbrıs muhabiri Menelaos Hacıkostis’in Kıbrıs’ta “kayıplar”ın gömü yerlerinin aranmasında yüksek teknoloji ürünü radarlar kullanılmaya başlandığına dair bir haberi, dünyanın çeşitli yayın organlarında yer aldı... Bunlardan birisi de INDEPENDENT gazetesi idi... Geçtiğimiz Eylül ayında yayımlanan bu haber, İngiltere’deki Kıbrıs Kayıp Yakınları Derneği’nin Aralık ayı bülteninde yer aldı... Biz de bu haberi okurlarımız için derleyip özetle Türkçeleştirdik. Menelaos Hacıkostis’in haberinde özetle şöyle deniliyor:

***  Bir elektrikli süpürge ile küçük bir mobilet arası bir görünüme sahip olan sarı renkli makine, Kıbrıs’ta dar bir köy yolunu tarıyor, bölünmüş adanın çatışmalarla örülü geçmişinden gelen acı dolu bir gizemi çözmek için çalışıyor. Bu makine, radyo dalgaları kullanarak asfaltın altında toprak katmanlarında herhangi bir karmaşa olup olmadığına bakıyor ki bu da neredeyse yarım yüzyıl önce “kayıp” edilen insanların kalıntılarının bulunduğu bir toplu mezara dair görgü tanıklarının anlattıklarına dair potansiyel kanıt sağlayabilir.

***  Kıbrıs’ın Kayıp Şahıslar Komitesi pulseEkko denen ve yeryüzünün derinliklerine bakabilen bir radarı deniyor, bunu gerek 1960’lı yıllardaki çatışmalarda, gerekse 1974’te Türk işgali esnasında “kayıp” edilmiş yüzlerce Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk’ün kalıntılarını bulmaya yardımcı olacağı düşüncesiyle yapıyor. 1974’ten bu yana ada etnik çizgilerle bölünmüş durumda, kuzeydeki Kıbrıslıtürk kesimi, güneydeki Kıbrıslırum kesiminden ayrılmış, güneyde uluslararası tanınmaya sahip hükümet bulunuyor.

***  Radar zamana karşı çalışıyor çünkü şiddet yüklü olayların pek çok tanığı artık hayatta değildir. Sofia Stavrinu gibi bir “kayıp” yakını için geride kalan bir umut ışığı gibidir bu... Sofia’nın babası en son 14 Ağustos 1974’te görülmüş, büyük bir Türk askeri ilerlemesinden geriye çekilen Kıbrıslırum askerler arasındaymış. Stavrinu’nun babasıyla o gün birlikte olan diğer askerlerin kalıntıları bulunup akrabalarına verilmiş. Ancak Sofia’nın babasından geride kalanlar bulunamamış... “Umut vardır” diye konuşuyor. “Dürüst olmak gerekirse, bunun olup olmayacağını bilmiyorum...”

***  Komite, biri Kıbrıslırum, biri Kıbrıslıtürk, biri de Birleşmiş Milletler tarafından atanarak dönüşümlü olarak görev yapan üç üyeden oluşuyor ve bu komite, araştırmalarda zaman kazandırarak daha az para harcanmasını sağlayacak yüksek teknoloji ürünü araç gereç kullanmanın yolunu arıyor. Birleşmiş Milletler tarafından atanan Üçüncü Üye’nin özel yardımcısı Bruce Koepke, her ne kadar da bu makine pahalı olsa da, radara para yatırmaya değeceğine inanıyor. “Şahitler ölüyor, o nedenle böyle bir teknoloji kullanmak durumundayız” diye konuşuyor.

***  Adanın güneyden kopmuş olan Kıbrıslıtürk tarafında, Eksomedoş ya da Türkçe adıyla Düzova köyünde, iki katlı bir ev ile incir ağaçlarının ekili olduğu bir bahçe arasına sıkışmış bir yolda, yeraltından imajlar topluyor radar... Wisconsin-Eau Claire Üniversitesi’nde coğrafya ve antropoloji profesörü olan Harry M. Jol, pulseEkko marka bu radarın sahibi – radar bilgi topladıktan sonra toplandığı resimlerin bilgisayardaki analizinde toprak altındaki “anomaliler”in görülebileceğini anlatıyor, bu “anomaliler” belki de bir gömü yeri için yapılan kazı nedeniyle oluşmuş olabilir. Böylesi anomalileri belirlemek demek, hehangi bir sonuç vermeyen pahalı ve zaman gerektiren kazılar yerine kaynakların birşeyler “vaadeden” yerlere aktarılmasını sağlayabileceğini anlatıyor Associated Press’e Bay Jol...

***  “Eğer bir metre kadar yerin altına bakabilirseniz, bu bir senelik kazı çalışmasına bedel olabilir” diye konuşuyor Jol... Kendisi bir Kanada yurttaşı ve oğlu ve yardımcısı Connor’la birlikte Kıbrıs’taki bu projede gönüllü olmuş. Bir hafta boyunca Kıbrıs’ta dört olası gömü yerini incelemişler, komite onların seyahat ve otel masraflarını karşılamış yalnızca.

***  Kayıplar Komitesi araştırmalar koordinatörü Yağmur Erbolay ise Eksomedoş’ta yola bitişik olan bahçede daha önce kazı yapıldığını ve herhangi bir şey bulunamadığını anlatıyor. Ancak görgü tanıklarının bu bölgeye birkaç Kıbrıslırum’un gömülmüş olabileceği yönündeki ısrarları üzerine, pulseEkko radarı kullanılıyor bu alanda şimdi... Jol, ikinci kez Kıbrıs’a gelmiş bu radarı denemek için. Geçen seneki ziyaretlerinde pek az elle tutulur şey elde edebilmişler ancak şimdi sözkonusu radarın çok daha güçlü bir versiyonunu kullanıyorlar ki bu radar, yeraltının daha derinliklerini de görebiliyor. Eğer bu radar etkili olursa, o zaman komite kendi radarını satın almaya ikna olabilir.

***  Koepke, “Henüz bu aleti test aşamasındayız, bir kez tespitler yapıldıktan sonra komite bu aleti satın alıp almayacağına karar vermek üzere toplanacaktır” diye konuşuyor. 2006 yılında başlatılan çalışmalardan bu yana 1963 ile 1974 yılları arasında “kayıp” edilmiş olan 2,002 kişiden 1,033’ünün kalıntıları bulunup kimliklendirilmiş ve defnedilmek üzere ailelerine verilmiş... Birleşmiş Milletler’in komiteye atadığı ancak görev süresi sona eren Üçüncü Üye Paul-Henri Arni’ye göre bu da dünyada en iyi ikinci sonuç demek, eski Yugoslavya’dan sonra – eski Yugoslavya’da 1990’lı yıllardaki savaşlar ve ülkenin dağılması ardından etnik savaşlar esnasında binlerce insan “kayıp” edilmiş...

***  Hala “kayıp” olan 769 Kıbrıslırum ile 200 Kıbrıslıtürk’ün akibetlerinin belirlenmesi, büyük bir sorun. Geçen hafta Bay Arni gazetecilere “Şimdi elimizdeki vakalar zorlu vakalardır, örneğin birisi bir yerde öldürülmüş, sonra bir kamyonetle 20 kilometre uzağa götürülmüş ve görgü şahidi olmaksızın ikinci bir yerde gömülmüştür” diye anlatmıştı. Gömü yerlerine dair belirsiz ve çok dah güvenilmeyen bilgilere kıyasla, teknoloji kullanımı bir anahtar olarak görülüyor – böylece toprakta herhangi bir oynama olmadığına dair pek az ya da kanıt olmayan bölgeler elenerek kazılar hızlandırılabilecek.

***  Kayıp Yakınları Örgütü Başkanı Nikos Sergidis ise, GPR gibi yeni teknolojilerin kullanımıyla, şahitlerin hatırladığı ancak topografinin önemli ölçüde değişmiş olduğu olası gömü yerleri daraltılarak araştırmalara yardımcı olunabileceğine inanıyor. Sergidis, Associated Press Haber Ajansı’na verdiği demeçte, “Umarız ki herhangi bir yeni teknoloji, süreci hızlandırabilir ki bu kayıp yakınları için her zamankinden daha da önemlidir” diyor.

***  pulseEkko radarını denemek, komite için anahtar – komite uluslararası bağışlarla 3.2 milyon euorluk bütçesini toparlıyor, bu paranın çoğunu da Avrupa Birliği sağlıyor. Jol, Letonya’daki Soykırım kurbanlarının aranmasında da yer almış ve bu teknolojinin, başka çatışma bölgelerindeki gömü yerlerinde önemli bir değişiklik yaratabileceğine inanıyor. Jol’a göre kendi çalışmasının bütün amacı, kayıp yakınlarının bekleyişine son vermektir, “böylece çalışa çalışa kendi kendimi işsiz bırakacağım” diyor.

https://www.independent.co.uk/news/ap-cyprus-turkish-yugoslavia-united-nations-b2408976.html

(INDEPENDENT’te Menelaos Hacıkostis’in 11.9.2023’te yer alan yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).

sayfa-17-associated-press-haber-ajansinin-bu-fotografi-kayiplarin-gomu-yerlerinin-aranmasinda-radar-kullanimini-gosteriyor.jpg
Associated Press Haber Ajansı'nın bu fotoğrafı, kayıpların gömü yerlerinin aranmasında radar kullanımını gösteriyor...


***  GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR KİTAPLAR...

Talin Azar’dan, “Ev: İskenderun Sancağı 1934...”

1934’te ünlü Fransız pilot Maryse Hilsz’in uçağının hayatlarının tam ortasına düşmesiyle Arsuz’un önde gelen ailelerinden Maliklerin kaderi sonsuza dek değişir… EV, İkinci Dünya Savaşı’nın eşiğinde, İskenderun Sancağı’nın Hatay’a dönüştüğü, eski siyasal ve toplumsal aidiyetlerin hızla geçerliliklerini yitirdiği sancılı bir değişimin ortasında, bir şehir ile bir ailenin geleceğinin iç içe geçtiği sürükleyici bir roman.

Talin Azar, Paris’ten Beyrut’a uzanan geniş bir coğrafyada sert siyasi rüzgârların estiği bir dönemde, mevcudu korumak ile değişmek, bağlılık ile özgürlük arafında bocalayan köklü bir hanenin hikâyesini anlatıyor. Kimlik ve aidiyet kaygılarının gölgesindeki Malik evinin sakinlerinin geleceğe ve birbirlerine dair farklı beklentileri giderek bir dağılmaya evrilirken, gerçek ile kurgu arasındaki sınırlar belirsizleşiyor.

“… bizler, sadece huzurlu bir şekilde buralarda yaşamaktan öte hiçbir şey istemeyiz. Her düzen değişikliği o düzenin içindekileri sarsar. Huzurunu bozar. Burası hatıralarımızdır. Burası çocukluktan beri kokladığımız havadır, içtiğimiz sudur. Burası güvendiğimiz evimizdir. Bir gün burayı terk etmem gerekirse bu olsa olsa aşk için olabilir. Vazgeçilmez bir aşk!”


Talin Azar: "Ben yazınımızda giderek daha cesur hesaplaşmalara girildiğini görüyorum."

Serkan Parlak/OGGİTO

Talin Azar ile İstos Yayın aracılığıyla okurla buluşan yeni romanı Ev, İskenderun Sancağı, 1934 hakkında konuştuk.     

Serkan Parlak: Talin Hanım, yeni romanınız Ev, İskenderun Sancağı, 1934 geçtiğimiz günlerde İstos Yayın etiketiyle okurla buluştu. Kurmaca türlerle olan ilişkiniz, yazma serüveniniz ve yeni romanınızın ortaya çıkış sürecini anlatabilir misiniz?

Talin Azar: Dönem romanları ve biyografiler her zaman ilgimi çeken türlerdi. Yazma serüvenim İTÜ’de doktora araştırmalarım sırasında başladı. Beyoğlu, Galata ve Harbiye bölgesindeki mekânsal değişimi yüzyıl geçişlerinde değerlendirirken hikaye zenginliğine kapıldım. İlk romanım Kuklacı’da baba tarafımdaki Rum köklerimi, Ev’de ise anne tarafımdaki Arap dilli Ortodoks köklerimi araştırma amacı güdüyordum. Her iki romanda da belirli dönemleri ele aldım. Kuklacı’da Tatavla ve Rum kültürüne odaklanırken, Ev’de Hatay’ın Sancak, Fransız Manda Yönetimi, Özerk Hatay Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’ne ilhak dönemlerine odaklandım.

Ev ilk haliyle Türkiye Hikâyelerini Anlatıyor kolektif projesinde kısa hikâye olarak yayınlanmıştı. Fransız ünlü kadın pilot ve direnişçi Maryse Antoinette Hilsz 1934 yılında, Arsuz’da mensubu olduğum Sayek Ailesinin sahil evinde on gün kadar ağırlanmış. Bugün depreme rağmen halen ayakta olan evin inşa edildiği 1924 yılından 2. Dünya Savaşı’nın bitimi ve Suriye, Lübnan gibi devletlerin bağımsızlaştığı 1946 yılına kadar geçen süreyi anlama motivasyonuyla kısa hikaye sonradan romana dönüştü.

 

SP: Her ne kadar okuma ve yazma deneyimleri, işçilik ve gözlem gücü önemli olsa da romanınıza başlarken ilham kaynaklarınız neler oldu? Bu soruyla ilişkili olarak şunu da sormak isterim, romanınızın taslaklarını nasıl oluşturdunuz?

TA: İskenderun ve Arsuz’daki tarihi değerdeki kiliseler, okullar, atıl kalmış konsolosluk binaları, müstakil evler… Fransız Kadastro haritaları... Bugünkünden hayli farklı olan sokak isimleri... Maryse Hilsz’in biyografisi… Ünlü pilot tarafından aileye ulaştırılmış imzalı fotoğraflar ve kartpostallar... Seda Altuğ gibi değerli araştırmacıların tezleri... Sancağın ticari sicil kayıtları… Yaşlılar ve akrabalarla yaptığım sözlü tarih görüşmeleri… İskenderun’da halen devam eden sofra ve davet alışkanlıkları... Ve bölgenin Arapça ve Fransızcayla harmanlanmış çok dilli, çok kültürlü yapısı...

Romanımın taslağını evin inşasından ve Maryse’nin uçuş tutkusuna kapıldığı çocukluk yaşlarından 2. Dünya Savaşının sonuna kadar devam eden  22 yıllık kronoloji üzerine kurdum. İlk taslaklar zaman çizelgeleri şeklindeydi. Çünkü döneme damgasını vuran bir çok tarihi gelişme vardı. Bu gelişmelerin farklı gruplar üzerindeki etkileri değişebiliyordu. İskenderun Sancağını ilgilendiren tarihler kadar Fransa’daki politik gündem, Hitler ve Faşizmin yükselişi ve buna tepki olarak direnişin örgütlenmesi, Türk ve Arap milliyetçiliğinin dinamikleri de kronolojiyi besledi...

 

SP: Talin Hanım, kamusal dış mekâna odaklandığınız uzmanlık ve doktora çalışmalarınıza ek olarak yürüttüğünüz kolektif ve bireysel kurmaca, kurmaca-dışı üretimlerinizde toplum-mekân ilişkisi üzerine düşünmeye, üretmeye devam ettiniz. Romanda “yer”in ürettiği tarihselliğin peşinden giden bir yazar olarak elinizdeki malzemeyi kurgu için yeniden üretip dönüştürürken nasıl bir süreç işliyor; özellikle mekânlar, atmosfer, diyaloglar söz konusu olduğunda?

TA: Yerin ürettiği tarihsellik derken on yıllar arasındaki kıyası, değişimi ve sosyolojik çıkarımları algılıyorum. İskenderun sembol binalarıyla eski kent planının işaretini zaten veriyor. Onlardan yola çıkarak eski kadastro haritalarına yakından baktıkça sokağın eski halinde yürüyebildiğimi hissettim hep. Kuklacı’da da Kapalı Çarşı ve etrafının geçmişini yazarken böyle hissetmiştim. Eski fotoğraflar, dönem filmleri, anı kitapları da atmosfer için işaret veriyor. Örneğin Halep’in Baronları’nı, Serdar Korucu’dan Sancak Düştü’yü okumuştum yazım aşamasında. Belli sahnelemelerde etkilendiğimi düşünüyorum.

Diyaloglar ve dil yapısı ise bence bugüne göre çok farklılık göstermiyordu. Arapça ve Türkçenin hayli karıştırılarak kullanıldığı bir bölge. Ben de Arap dilli ve Frankofon bir ailede büyüdüm. Bir cümlede üç ayrı lisandan kelime kullanıldığı olur. Bu yaklaşık yüz yaşında olan, hikayenin geçtiği evde bugün de öyle. Diyalogları yönlendirense gündem oldu. O dönemin haberleri, havadisleri, endişeleri ya da heyecanları diyalogların içeriklerini  besledi.

 

SP: Romanında ele aldığınız temel meseleler ve izlekler hakkında neler söylemek istersiniz?

TA: Maryse Hilsz’in eve gelişi manda dönemini anlatmak için bir alegori olarak düşünülebilir. Misafir ediş, misafir oluş, ev sahipliğinin koşutları, iktidar alanlarının sarsılmazlığı gibi konular aklımı kurcalıyordu. Kimse mevcut düzeninin değişmesini arzu etmezdi. Fakat, Fransa’dan gelen etkileyici misafirin hayatlarına girmesiyle ev ahalisinin yediden yetmişe değişmesi kaçınılmazdı. Çünkü Maryse Hilsz öleceğini bilse tutkularının peşinden giden bir kahraman. Bir direnişçi. İkilemde kalan, seçimlerinde zorlanan diğer karakterlerin aksine ne istediğini hep bilen, zihni net birisi. Aşk karşısında bile direnç gösterebiliyor. Bu yüzden bir rol model, bir ideal. Erk sahibi de denebilir. 2. Dünya Savaşında Alman orijinlerine rağmen Fransız direniş ağında yer almış. Bu gene de belli koşullar altında dönüşüme uğramayacağının, arada kalmayacağının garantisi değil. Romanın temel izleği de tam olarak direnişle kontrast içinde olan ‘arada kalma’ meselesi.

 

SP: Talin Hanım, sizce romanda, öyküde, şiirde döneme göre bazı konular, izlekler ön plana çıkıyor mu? Son dönemde geçmişle hesaplaşma, ilişkiler, kadınlık ve erkeklik durumları, aile ve bireysel yabancılaşma mesela?

TA: Evet, mutlaka… Ben yazınımızda giderek daha cesur hesaplaşmalara girildiğini görüyorum. Özellikle minör edebiyata alan açan İstospoli gibi yayınevlerinin desteğiyle yüzleşmeler artıyor. Son dönemde tabu olan tabu olmaktan hızla çıkıyor. Bunu özellikle gayrimüslim politikalarını eleştiren yayınlarda biraz da şaşırarak fark ediyorum.

https://oggito.com/icerikler/talin-azar-ben-yazinimizda-giderek-daha-cesur-hesaplasmalara-girildigini-goruyorum/68327?fbclid=IwAR21i_PY1n0Hl2thBPt8xkkkFa2VfKa_Qfu0U3z5Yqv-5MTpmAfaq5xnWOY

(OGGİTO – Serkan PARLAK – 21.8.2023)

Bu yazı toplam 651 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar